(Yedikule / Fotoğraf: Abdullah Biraderler) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş., 1 960'lı yıllara ve günümüze ait fotoğraflarla İstanbul sırlarla dolu sur kapılarının dününü ve bugününü gözler önüne seren bir kitap yayımladı. (Yedikule'ye doğru kara surları / Fotoğraf: J.X. Raoult) Semavi Eyice'nin danışmanlığında sanat tarihçisi İnci Tunay tarafından yayıma hazırlandı. İstanbul'un tarihini 8500 yıl öncesine götüren son arkeolojik kazılar ışığında hazırlanan kitap, İstanbul sur kapıları hakkında yapılmış tek çalışma olma özelliği taşıyor. (Bayrampaşa (Lykos) deresi mevkii / Fotoğraf: Römmler & Jonas) Kitapta, İstanbul'u çevreleyen surlarda vaktiyle, giriş ve çıkışların yapıldığı yaklaşık 45 kapı bulunuyor. Bu kapıların bazıları, zaman içinde bulundukları semte adını verirken, birçoğu da tarihin tozlu sayfalarına gömülmüş. (Ayvansaray mevkiindeki bu surların Haliç'e uzanan kısmı evlerin arasında yok olmuştur. / Fotoğraf: Römmler & Jonas) Kitapta yer alan bilgilere göre İstanbul, Bizans döneminden itibaren yaptırılan surların kapıları ile korunmaktaydı. Uzunluğu yaklaşık 20 kilometre olan surların çevrelediği İstanbul'a, Osmanlı ve Bizans döneminde ancak izinle girilebiliyordu. (Günümüzde sahilyolu nedeniyle özelliğini yitiren deniz surları. / Fotoğraf: Gülmez Biraderler) Dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı surlarla çevrilen şehrin, muhafızlarca korunan çok sayıda kapısı bulunmaktaydı. Şehre gelenler bu kapılarda bekletilir, özel izni olmayanlar içeri alınmazdı. Sur kapıları sabah açılırken, akşam ise tamamen kapatılırdı. (Tekfur Sarayı / Fotoğraf: J.X. Raoult) İSTANBUL'A AÇILAN KAPILAR Karadan ve denizden surlarla çevrilen İstanbul, çeşitli büyüklük ve mimari tarzdaki kapılarla dış dünyaya açılıyordu. İstanbul'un üç bir yanından açılan kapılar bulundukları mevkiye göre Marmara, Haliç ve kara surları olarak sınıflandırılıyordu. Altınkapı, Çatladıkapı, Belgrad kapı, Silivri kapı, Mevlana kapı ve Topkapı, kara surları üzerindeki kapılar olarak adlandırılıyordu. (Askeri Kapı, yukarıda Hz. İsa monogramı görülmektedir. / 1969) İstanbul'u saran bu kapıların her birinin özel anlamları var. Mevlana kapı, ismini etrafında bulunan bahçelerin içindeki derviş ve mevlevihanelerden almış. Kuşatma sırasında kapatılan bu kapı, İstanbul'un fethinden sonra yeniden açıldı. (Yaldızlı Kapı, Osmanlı Dönemi / Abdullah Biraderler) İkinci büyük askeri kapı olarak tarihteki önemini koruyan Belgrad kapı ise, Osmanlı döneminde daha da değer kazandı. Kanuni Sultan Süleyman Han, Belgrat'ı fethettikten sonra yanında getirdiği esnafı buraya yerleştirdiği için kapı o günden sonra Belgrad kapı ismi ile anılıyor. (Yaldızlı Kapı 1958'den önceki durum.) VATAN CADDESİ'NİN ALTINDAKİ BİZANS DERESİ Önemli kapılardan Edirnekapı ve Topkapı'nın üzerinde oturduğu iki tepe arasından o dönemde bir dere akardı. Bizans devrinde bu derenin adı 'Lykos' idi. Sonraları Bayrampaşa adını alan bu derenin yatağından günümüzde Vatan Caddesi geçmektedir. (Yaldızlı Kapı sol geçişi, Paleologoslar devrinde örülen kısım / 1969) SURLARIN 60 GÜNDE YAPILDIĞINI ANLATAN KİTABE Yedikule ile Silivri Kapı arasında kalan Belgrad Kapısı'nın XII. yüzyılda örüldüğü ve bu yüzden Türk devrinde 'Kapalı Kapı' diye adlandırıldığı söylenir. 1886'da yanındaki Rum hastanesine gidiş gelişi kolaylaştırmak için tekrar açılmıştır. Bugünkü durumuna geldikten sonra 'Belgrad Kapısı' ismini almıştır. Kapının üst tarafındaki kemerlerinden yalnız ayak kısmı kalmıştır. Tuğla sıraları ile meydana getirilmiş olan kemerin her iki yan tarafında köşeli birer payesi vardı ve kapının üst tarafı yıkılmıştı. Yıkılan bu kısımda İmparator Konstantin ve Theodosios'un, surları 60 günde yaptırdıklarını anlatan bir kitabenin olduğu söylenmektedir. Günümüzde kitabe mevcut değildir. (Küçük Yaldızlı Kapı / 1969) 'KAPIYI ALTIN YAPTIRAN, ALTIN BİR DEVRİ YARATTI' YALDIZLI KAPI Surların en abidevi ve muhteşem olan bu kısmı Marmara Denizine yakın olan uçta bulunur. Yaldızlı Kapı kompleksinin genellikle I. Theodosios tarafından yaptırıldığı ve zafer takı olduğu düşünülmüştür. 1958 yılında başlatan İstanbul Arkeoloji Müzeleri müdürlüğünün, burada kazılar yaptığı yıllarda çalışmaları idare eden müze müdürü Rüstem Duyuran sondajı 4 m. kadar derine indirmiş, sonuçta kulenin alt katları ile sur taşlarının birbirlerine bağlı oldukları görülmüştür. (Küçük Yaldızlı Kapı / Günümüz) Burası için Prof.P.H Schwinifurt, kapının üzerindeki kitabeye dayanarak, M.S. 413 yılında II.Theodosios devrinde yapıldığını ileri sürer. Kemerin üstünde iç ve dışa bakan yüzlerinde, mermer üstüne altın yaldızlı harflerle yazılmış birer kitabesi vardı. Kapının kitabesinde 'Kapıyı altın yaptıran, altın bir devri yarattı' yazar. (Küçük Yaldızlı Kapı / 1969) ÇATLADI KAPI NEDEN ÇATLADI? Çatladı Kapı'nın yanındaki burç 1532 yılı zelzelesinde çatlamış olduğundan, kapı bu ismi almıştır. Çatladı Kapı'nın mevkii hakkında sanat tarihçileri aynı fikirde değillerdir. Mordtman, Demir Kapı ile Çatladı Kapı'yı karıştırmaktadır. Kapının tam yerini Milingen tespit etmiştir. (Küçük Yaldızlı Kapı iç tarafı / Günümüz) Çatladı Kapı Bizans devrindeki adını muhafaza etmemiştir. Fakat Peter Gylius zamanında kapı, girşinin mermer aslan heykellerine dayanılarak Aslanlı Kapı olarak da biliniyordu. Kapı 1960 yılında ortadan kalkmış, kitabesi İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne kaldırılmıştır. (Yedikule avlusunda kazı buluntuları / 1968) 'KONSTANTİN TÜRKLERİ BU KAPIDAN İÇERİ ALDI' EFSANESİ VE OLMAYAN KERKOPORTA Dukas; İstanbul'un fethi sırasında Bizans İmparatoru Konstantin'in yıllardan beri kapalı kalmış ve iyi örülmüş, yer altındaki bir kapıyı açtırdığını ve bu kapıdan da Türklerin girip şehri aldıklarını söyler. (Bizans Kartalı (solda) 1969, günümüzde kabarmanın yeri boştur (sağda)) Fetih'ten sonra Türklerin bu zaferi takdirle karşılanırken XIX. yüzyıl sonlarında esas meslekleri sanat tarihçiliği veya arkeoloji olmayan kişiler fethi küçük düşürmeyi amaçlayan araştırmalara girişmişlerdir. Bunlar arasında baba oğul Mortdmanlar ve Milingen bulunmaktadır. (Belgrad Kapısı / 1969) Bu kişilerin iddialarına göre Türk orduları İstanbul'u güç ve kuvvetleri ile değil de açık kalmış bir kapıdan içeri süzülerek kolayca düşürmüşlerdir. Araştırmacılar bu fikirlerine uyacak tipte bir yeri uzun zaman aramışlar, bulamayınca da sur üzerinde bir mevkii Kerkoporta olarak göstermek zorunda kalmışlardır. (Belgrad Kapısı, araziye bakan taraf / Günümüz) Gösterdikleri bu yer, bugün Tekfur Sarayı dediğimiz kalıntının Güneybatı köşesinden başlayarak 30 metre boyunca uzanan duvardır. Böylece tamamen harap olmuş bir duvar üzerinde kurulacak olan Kerkoporta davasının muhalifler tarafından inkâr edilemeyeceği düşünülmüştür. (Silivri Kapısı kuzey cephesindeki levhalar) Rum mezarlığının karşısında böylece bir kapının mevcudiyeti tasavvur edilmiş ise de esasında Kerkoporta davası diye bir meselenin bulunmadığı, bunun bir efsaneden başka bir şey olmadığını Ali Rıza Sağman söylemektedir (Fatih İstanbul'u Ne Şekilde Aldı, cilt I-II). Schneider'in bu kapıyı bulmak için yaptığı araştırmada hiçbir şey bulunamamıştır. 1968-1969 yıllarında yerinde yaptığımız araştırma sırasında kapı malzemesi ile ilgili hiç bir buluntuya rastlanmamıştır. (Side Doğu Şehir Kapısı) İSMİ BELLİ 3 KAPI (Yaldızlı Kapı, Mevlevihane Kapısı, Silivri Kapı) Fetih'ten sonra, şehir kapılarının orijinal isimleri çok çabuk unutulmuştur. Seyyahların eserlerinde geçen isimler ise tam olarak bir araya getirilmediğinden, zamanla mahalli isimler ortaya çıkmıştır. Birçok yazar aynı kapıdan değişik isim ile bahsetmiştir. Bu durumda kapıların orijinal isminin hangisi olduğu kesin olarak söylenememektedir. (Antalya Hadrianus Kapısı) Yalnız bu kapılardan üç tanesini tam ve şüphesiz olarak üzerlerindeki kitabelerden teşhis etmek mümkün olmuştur. Bunlar; 'Yaldızlı Kapı', 'Rhegium Kapısı' (Mevlevihane kapısı) ve 'Pege' kapısı ki buraya Fetih'ten sonra Silivri Kapısı denmiştir.