Vücudumuzun en hassas bölgesi olan gözlerimiz için ekstra bir özen göstermeliyiz. Gözde meydana gelecek her türlü şikayeti ciddiye almalıyız. Keratokonus gözün en ön kısmında yer alan saydam kornea tabakasının incelmesi ve sivrileşmesi ile karakterize bir hastalıktır. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte gelişiminde genetik ve çevresel faktörler rol oynar. Özellikle göz kaşımanın hastalığın oluşumunda ve ilerlemesinde etkili olduğu gösterilmiştir. Kornea, göze gelen ışınların doğru odaklanmasını sağlayan önemli bir tabakadır bu nedenle bu bölgede oluşan değişimler görme kalitesini ciddi bir şekilde etkiler Hastalık genelde ergenlik çağında başlar gözlük numarasının çok sık değişmesi ve bir süre sonra da gözlükle net görememe şikayetleriyle karşımıza çıkar. Çoğu zaman her iki gözde de hastalık görülse de görme seviyesi bir gözde daha düşük olur. Hastalık ilerledikçe ışığa karşı hassasiyet ve kamaşma şikayetleri ortaya çıkar ve görme seviyesi giderek azalır. 35-40 yaşlarına geldiğinde hastalığın ilerlemesi durur. Keratokonus'un tedavisinde erken teşhis çok önemlidir. Bir göz genelde daha az etkilendiğinden hastalar az gördüklerinin farkına varmayabilirler o nedenle ergenlik dönemindeki çocukların rutin muayenesi çok önemlidir. Keratokonus'un tedavisinde amaç, hastalığın ilerlemesini durdurmak ve görme seviyesini arttırmaktır. Keratokonus'un ilerlemesini durdurduğu kanıtlanmış tek tedavi yöntemidir. Damla anestezi ile göz uyuşturulduktan sonra korneanın en dışındaki epitel tabakası kaldırılır, riboflavin A uygulanır sonrasında UV-A ışını verilerek korneanın güçlenmesi sağlanır. Korneal çarpraz bağlama tedavisinin hastalığı durdurmadaki başarısı %90'ın üzerindedir. Ancak çok ilerlemiş olgularda kornea kalınlığı yetersiz olduğundan bu tedavi uygulanamaz. Bu nedenle kertokonos'un erken teşhis edilmesi çok önemlidir. Keratokonus hastaları ilk başlarda gözlükle iyi bir görme seviyesi elde edebilir ancak hastalık ilerledikçe gözlük yeterli olmaz bu durumda özel kontakt lensler kullanılabilir. Kontakt lens kullanamayan hastalarda hastalığın seviyesine göre değişik tedavi metodları uygulanabilir. Keratokonusta bozulan kornea dokusunun içine monte edilen, şeffaf yapıda, doku uyumlu, cam türevi implantlardır. Korneanın içine yerleştirdikleri için kontakt lens gibi takıp çıkarmak gerekmez. Ömür boyu sorunsuz bir şekilde gözde kalabildikleri gibi istediği zaman gözden çıkartılabilirler. Burada amaç şekli bozulan korneayı daha düzgün hale getirmek ve göze gelen ışınların doğru kırılmasını sağlamaktır. Kornea kalınlığı uygun olan keratokonus hastalarında bozuk olan kornea yüzeyini düzeltmek için uygulanan bir yöntemdir. Topografi cihazından alınan görüntüler analiz yapılarak Excimer laser cihazına aktarılır sonrasında korneanın düzensiz olan ön yüzeyi lazer atışları ile düzeltilir. Bu yöntemin uygulanması için kornea kalınlığının belli bir limitin üzerinde olması gerekir. Genellikle korneal çarpraz bağlama tedavisi ile birlikte uygulanan bu tedavi ile erken keratokonus olgularında oldukça başarılı sonuçlar alınabilmektedir. Görme seviyeleri, yüksek miyop ve astigmat camlarla artan hastalarda tercih edilen bir yöntemdir. Hastalığın stabil hale geldiği 35-40 yaşları arasında ya da kollojen çarpraz bağlama tedavisi yapılmış ve göz numarası ilerlemeyen hastalarda uygulanabilir. 45 yaşın üzerindeki uygun hastalarda katarakt ameliyatında yapıldığı gibi kişinin kendi merceği çıkarılarak yüksek miyobu ve astigmatı aynı anda düzeltebilen göz içi lensleri implante edilebilir. Keratokonus'un ilerleyip korneanın saydamlığını yitirdiği ya da diğer yöntemlerle olumlu sonuç alınamadığı durumlarda tercih edilen bir yöntemdir Keratokonus genç yaşlarda görülen bir hastalık olduğundan nakil yapılan korneada aynı hastalığın gelişme ihtimali ya da yeni takılan korneanın vücut tarafından reddedilmesi olasılığı yüksektir. Bu nedenle keratokonus tedavisinde ana hedef mümkün oldukça hastaların kendi kornealarıyla yaşamını sürdürmeleri sağlanabilmektir. Sonuç olarak keratokonus hastalığı ülkemizde sık görülen ve aktif, genç insanlarda görme seviyesini ve kalitesini oldukça azaltan bir hastalıktır. Ancak erken teşhisle ve özellikle son 10 yılda yapılan teknolojik gelişmelerle bu hastalarda yüz güldürücü sonuçlar alınabilmektedir.