Başkanlık tartışmasını 'tek adamlık arayışı' olarak nitelemek yeterli olmuyor. Mevcut sistem krizini çözmeye yönelik önerileri sadece Ak Partili siyasetçilere bırakmanın muhalefete ne faydası olabilir? Muhalefet değişim isteği kartını ele alabilir. İkincil aktör olmayı terk ederek tartışmaya katılabilir. Erkler arasındaki yetkinin nasıl paylaşılacağına dair modellemeleri gündem yapabilir. Bırakın başkanlık ya da yarı başkanlık modeli sunabilmeyi muhalefet kendi parlamenter sistem önerisini bile getirebilmiş değil. Hem etkin yürütme sorununu çözen hem de daha 'demokratik' olduğunu düşündükleri hükümet modelleri üretebilirler. Türkiye 1 Kasım seçimlerinden tek başına iktidarın istikrarı ile çıkmış olsa da hükümet sistemi tercihini yapmadan, yani mevcut anormalliği düzeltmeden yönetimde gerçek istikrarı sağlayamaz. Erdoğan-Davutoğlu arasında çıkabilecek yetki paylaşımı gerginliğinden medet ummak muhalefetin kendisini AK Parti siyasetinin sınırlarına hapsetmesi anlamına gelir. Belki de muhalefet tek başına iktidarı tahayyül edemediği için parlamenter sistemden yana. Bir gün koalisyonda yer alabilmek ümidiyle. Bence bu da nafile bir beklenti. Zira 7 Haziran sonrasında muhalefet partilerinin bir araya gelemeyecek kadar parçalanmış ve kutuplaşmış olduğu görüldü. Murat Somel muhalefeti bu defa hiç olmazsa kendi yarı başkanlık modelini getirerek 'demokratik meşruiyetlerini ve inandırıcılıklarını' güçlendirmeye çağırıyor. İsabetli bir çağrı. Ancak belli ki, muhalefet sistem tartışmasına girdiğinde inisiyatifi Erdoğan'a ve AK Parti'ye kaybetmekten korkmayı daha çok önemsiyor. Hep ikincil kalma pahasına da olsa. Burhanettin Duran/Sabah Dün, Suriye'de Esed rejimine karşı aktif mücadele veren 40 muhalif grubun temsilcisi Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da bir araya geldi. Aralarında Ahrar-ı Şam, İslam Ordusu ve Feylak-u Şam gibi muhtelif grupların bulunduğu toplantıda her örgüt şartlarını masaya koyacak. Suriye Muhalif Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu'nun siyasî temsil kabiliyetinin de tartışılacağı buluşmada muhalifler, çözüm yolunda uygulayacakları stratejilerini belirleyecek. Geçtiğimiz hafta, Rusya ile ortak bakanlık komitesi yaparak nerde durduğunu gösteren Birleşik Arap Emirlikleri'ne karşı Türkiye'nin Katar ve Suudi Arabistan'la yakınlığı da safların daha da netleştiğinin resmidir. Önümüzdeki yıllarda Rusya'nın kölesi, İran'ın oyuncağı haline getirilerek kuşatılmış bir bölgede içe kapanık ve işe yaramaz bir ülke olarak var olmak istemiyorsak, Suriye ile ne işimiz olduğunu soranlara kulak tıkayıp varlığımızın ve tarihimizin hakkını vermeye çabalamalıyız. Belki bunun için de öncelikle dedelerimizin yüzyıl önce hangi amaç için şehit olduğunu, Çanakkale'de yan yana yattıkları Hamalı, Rakkalı, Halepli dedeleri de hatırlamalıyız. Hilal Kaplan/Sabah Rusya'nın şımarıklığı ve kural tanımazlığı Türkiye ile kısmî gerilimi kaçınılmaz kıldı. Türkiye ya hava sahasının delik deşik edilmesine ve soydaşlarının soykırıma uğratılmasına rıza gösterecek ya da Rusya'yı ikaz edecekti. Niyetlenmiş olmasa da Rus uçağının vurulması bunu gerçekleştirdi. Böylece Rusya uzun zamandır ilk defa bir askerî meydan okumayla karşılaştı. Bu darbe Rusya'yı beklemediği bir anda buldu. Altı üstü bir uçak düşmüş olmadı, Rusya'nın itibarı ve planları ağır darbe aldı. Galiba öfkenin asıl kaynağı bu. Rusya Türkiye'ye karşı uluslararası hukukla ve iyi komşulukla bağdaşmayan tepkiler gösteriyor. Ancak, anlamış olması gereken bir şey var: Türkiye'ye yönelik ekonomik ve ticarî ambargolar aynı zamanda Rus vatandaşlarına ambargo uygulamak anlamına gelir. Her ülke komşularına muhtaçtır. Gücünüz ne olursa olsun ambargolar sizi de vurur. Bu yüzden, mahalle kabadayısı havasında efelenmek ve kışkırtıcı adımlar atmak saçma. Uzmanlara göre Rusya bir askerî güç olarak sanıldığından zayıf. Nükleer silahları bir yana bırakılırsa, uzun ve tahrip edici bir savaşa dayanması zor. Bu yüzden, savaşa istekli olması beklenmiyor. NATO ülkelerinin potansiyel tehditlere karşı Türkiye'nin yanına koşması da Rusya'nın Türkiye'yi tek başına hedef almasının maliyetinin istemeyeceği kadar yüksek olabileceğini gösteriyor. Türkiye şimdiye kadar vakur ve ağırbaşlı bir tavır sürdürdü. Bence yoluna böyle devam etmeli. Makul ve barışçıl bir dil kullanmalı. Ambargolara karşı ambargolarla ya hiç cevap vermemeli ya da mutlaka geriden gelmeli. Rusya Türkiye vatandaşlarına ne kadar kötü muamele ediyorsa Türkiye Ruslara o derece iyi muamele etmeli. Bu hem uygarca hem de ülkemizi kazançlı çıkartacak bir davranış olur. Atilla Yayla/Yeni Yüzyıl Letterman Al Pacino'ya 'Peki sen ne yaptın o anda' diye sorunca da Amerikalı aktör gülümseyerek şöyle cevap vermişti: - Ne yapabilirdim ki? Kadına 'Görmüyor musun, burada bir cinayeti planlıyoruz. Senin sigarana ateş bulacak durumda değilim' dedim ve arkamı döndüm. Bu programı ve Al Pacino'nun bu cevabını neden hatırladığıma gelince... Düşünün ki Irak da, Suriye de inanılmaz bir kaosun sahneleri konumunda... Güneyimizdeki bu kaos bizim güvenliğimizi de doğrudan etkiliyor. Bu coğrafyaya Amerika'nın müdahalesi sanki yeterli karıştırıcı olmamış gibi, şimdi bir de Rusya, üstelik Esed'i ayakta tutmak gibi bir nafile proje ile Suriye'ye askeri müdahalede bulunmuş. Bu arada Türkiye'nin hava sahasını aymaz biçimde ihlal eden Rus uçaklarından biri de düşürülmüş. Ve ülkenin bütünlüğünü, sınırlarının güvenliğini ve Güneydoğu insanının canını teröre karşı korumaya çalışan Türkiye'nin yönetimine Putin 'Sizden meyve sebze almayacağız' diyerek kendince ceza veriyor. Ve Suriyeli sığınmacılar için 9 milyar dolar harcayabilen Türkiye'nin ekonomisine sebze meyve ile darbe vuracağını zannediyor... Al Pacino Putin'in muhatabı olsaydı herhalde ona 'Bu kargaşada senin sebzenle meyvenle uğraşacak durumda değilim. Ne yersen ye' derdi... Mehmet Barlas/Sabah Sürekli 'kutuplaştık, uzlaşmamız lazım' diyen koroya bir kez daha seslenmek isterim. Ben hem vallahi hem billahi bu kafadaki adamlarla uzlaşmak istemediğim gibi, onlarla fena halde kutuplaşmak da istiyorum artık. Kendi iktidar alanlarında durmaksızın bir 'hakaret düzlemi' oluşturup sonra da 'ama uzlaşsak ne güzel olur' demelerinden hem bıktım hem usandım. Ben o üniversitede okuyan ve oyunu AK Parti'ye veren, Recep Tayyip Erdoğan'ı seven bir öğrenci olsam bir programın duyurusunun böylesi kırıcı, böylesi hakaret dolu bir üslupla yapılmasına izin veren okul yönetiminden en azından tiksinirim. O yüzden kutuplaşalım canım kardeşim. Memleketi 80 yıldır tek kutuptan yönetmeniz, dilediğiniz gibi hakaret edip dilediğiniz gibi hareket etmeniz artık yeter. Uzlaşmak istiyorsanız önce 'eşit insanlar' olduğumuz konusunda uzlaşalım. Ne sen üstün ırksın ne ben bir Yahudi. Bunu bir kabul edelim, gerisi gelecektir inşallah. İsmail Kılıçarslan/Yeni Şafak 1 Kasım, Paralel Devlet Yapılanması ile mücadelenin etkin şekilde devam ettirilmesinin önündeki bütün engelleri kaldırdı. Ancak, vicdan, insaf, şefkatle ve hukuki titizlikle hareket edilmesi gereken bir sürece girmiş olduk. Kurunun yanında yaş da yanmamalıdır. Nasıl terörle mücadelede, teröristlerle masum vatandaşları ayırt eden bir hassasiyet gösteriliyorsa, bu mücadelede de aynı hassasiyet gösterilmelidir. Cemaat tabanındaki saf, temiz, masum insanlar, gizli-karanlık ve haince işler yapanlardan ayrı tutulmalı, rencide bile etmemelidir. AK Parti iktidarı, asker içindeki cuntacılar döneminin sona ermesini büyük ölçüde sağladı. 1 Kasım seçim zaferi de, Gülenizm gibi, dini değerleri bayraklaştırıp Anadolu insanının hizmet ve fedakarlık duygularını istismar edenlerin işini bitirdi. Türkiye'yi yönetmeye kalkan, bunun için devletin emniyet ve bürokrasi güçlerini kullanma cüretini gösteren legal görünümlü illegal yapıların da artık belini doğrultması mümkün değildir. Ne 1 Kasım'mış... 1 Kasım'daki AK Parti zaferinin sarstığı partilerden biri de HDP'dir. Selahattin Demirtaş'ın son ABD ziyareti HDP'nin geleceğini nasıl etkileyecektir, bunu önümüzdeki günlerde görürüz. Şu var ki, asıl terörle mücadeledeki kararlılık, HDP'nin geleceğini etkileyecektir. 1 Kasım, terörle mücadelede siyasi iradeyi güçlendirdiği için Türkiye'yi bölmek adına, mahalleleri, ilçeleri özerkleştirme hayali kuranların da sonunu getirecektir. Ne 1 Kasım'mış... Hüseyin Gülerce/Star Deniz Seki'nin cezaevinde atv'nin dizisi 'Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz' için kamera karşısına geçmesi, büyük olay ve bir televizyonculuk başarısı. Deniz Çakır ve koğuş arkadaşlarının da çekimlerde Seki'ye eşlik ettiği bölümün mutlaka reytinge bir katkısı olacaktır. Seki'yi kaldığı Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nda izlemek, izleyici açısından da ilginç bir deneyim olacak. Raci Şaşmaz'ın hem Deniz Seki'yi, hem de Adalet Bakanlığı'nı ikna etmesi de TV tarihine geçecek bir başarı. Ama bu gelişmeye sadece reyting açısından bakmamak lazım. Dizinin zaten reytingi iyiydi. Koğuş arkadaşlarıyla beraber çok popüler bir dizide oynamak Seki'ye iyi gelecektir, moral olacaktır. Türkiye'nin en büyük starlarından biriyken cezaevine düşmek, psikolojik açıdan kolay kolay üstesinden gelinecek bir olay değil. Seki'nin dostları genelde ona hep destek çıktılar ama ünlü sanatçıyı unutan, arayıp sormayan arkadaşları da oldu; hayat vefasızlıklarla dolu! Cezaevine düşenleri en çok üzen de unutulmak zaten. Bu noktada Deniz Seki'nin dizide en çok ses getirecek repliği de anlamlı: 'Cehennem sadece acı çektiğimiz yer değildir... Acı çektiğimizi kimsenin duymadığı yerdir...' İnşallah Deniz Seki de güzel günler görecek; Allah kurtarsın. Mevlüt Tezel/Günaydın DAEŞ'le mücadele kılıfı altında bölgeye gelen, ama geldikten beri sürekli olarak rejim muhaliflerini bombalayan Rusya'nın Esad'ın elini kuvvetlendirmek için böyle davrandığı, malum. PYD'nin hayalini kurduğu Kuzey Suriye koridorunu Akdeniz'e bağlamak için,Lazkiye ile Türkiye arasındaki bölgeyi boşaltmak da belli ki Rusya'nın amaçları arasında. Ekim Ayı başından beri ağırlıklı olarak Türkmenleri bombalaması da bundan. Ocak 2016'dan itibaren ne olacağı, nasıl olacağı ve 17 ülkenin beraberce yapacakları teşebbüslerin Suriye açısından hayırlı neticeler getirip getirmeyeceği, şimdilik belirsiz. Ancak birbirleri ile münasebetleri rekabete dayanan ülkeler bile, Suriye meselesinin yeni aldığı halin dünya kamuoyunu ciddi şekilde rahatsız ettiğinin farkında olduğunun altını çizmek gerek. Dolayısıyla bir şeyler yapmaya çalışacakları aşikar. Suriye başta olmak üzere bölge ülkelerinin bütün bu yaşananlardan ve yaşanacak olanlardan ders alabilmeleri, kaybedilenlerin tek tesellisi olacak belki. Bölgeyi kendi menfaatlerine göre dizayn etmeye çalışanlara, bölge insanının beraberce bir direnç geliştirebilmesi, meselenin bam teli.Türkiye'de yaşayıp, meselelere bir ABD'li, Fransız, İranlı hatta Rusya vatandaşı gibi bakmak eğiliminde olanların, neler olup bittiği ve gelişmelerin bizi nereye doğru götürdüğünün farkında olmadıkları, kesin. Ancak aynı gemide olduğumuzu unutmasalar iyi olacak... Gemilerde sınıf ayrımı olsa da, batma riski herkes için eşit çünkü... Ekrem Kızıltaş/Takvim Önce Nadir Sarıbacak'tan başlayacağım.. Antalya Altın portakal Film Festivali'ndeki ödül konuşması kısa kesilmiş.. 'Rakılı muhabbetli' bir iki laf daha etmiş meğer fakat A Haber'deki canlı yayın sırasında yayınlanmamış.. Ortaya çıkan reaksiyona bakarak bile gayet rahat ifade edebilirim ki, A Haber verilebilecek en stratejik kararı vermiş.. En isabetli hamleyi yapmış.. Nadir Sarıbacak'ı çok bile konuşturmuş.. Biz bir yandan özgürlükleri savunurken, bir aktörün konuşmasının kesilmesini nasıl izah edeceğimizi soruyorlar.. Bakın değerli dostlar. Jüri her ne karar vermiş olursa olsun.. (- ki Jüri'de Nadir Sarıbacak'ın daha evvel birlikte film yaptığı eski ekip arkadaşları da var) Ben jürinin tercihlerine gölge düşürecek bir değerlendirme yapacak durumda değilim.. Zira sinema benim alanım değil.. Oturur izlerim.. Herhalde jüri de kararını verirken bu kriteri öncelemiştir.. Politik bir takım kaygılarla karar vermemiştir.. Amma, günün sonunda illa bir mesaj vereyim, selam çakayım, el sallayayım, laf içinde iğneleme yapayım falan derseniz orada benim ilgi alanıma giriyorsunuz..Belirgin bir biçimde, paralel ihanet şebekesi ile en sert mücadeleyi yapan A Haber ekranlarından, paralel yapının üyelerine el sallayayım dersen, kusura bakma ama buna kimse müsaade etmez. Eğer o konuşmanın tamamı yayınlansaydı aynen bu sütundan bu kez A Haber'in o yayınından sorumlu olan arkadaşlarıma yöneltirdim eleştirilerimi.. Yok öyle.. Sen 17 Aralık Darbe girişimi için, açık twitter hesabından 'Necasetten Taharet' diye yazacaksın, arka arkaya paralel yapının tezleriyle devlet-millet düşmanlığını sürdüreceksin, her fırsatta hükümete, Cumhurbaşkanımıza en olmadık sözleri söyleyeceksin, sonra 'ben konuşma yapacaktım ama A Haber beni kesti'.. Valla doğru yapmamış A Haber.. Hiç vermemesi gerekiyordu.. Necasetten Taharet öyle mi?!.. Bir zahmet açıklar mısın, 17 Aralık Darbe sürecinde'Necis' gördüğün kimdi? Ersoy Dede/aktüel.com.tr Musul, sadece 'Irak toprağı' yahut Irak'ın bir parçası değildir. Milli Misak çerçevesinde 'yurt toprağı' sayılan bir yerdir... Ki, Misak-ı Milli hâlâ geçerliliği olan bir karardır... Kararı son Osmanlı Meclisi almıştır. Cumhuriyet Meclisi onaylamıştır. Bu demek değildir ki, 'Musul'u ilhak edelim, sınırlarımızı genişletelim...' Sadece durumu (yani Musul'un bizim için ifade ettiği anlamı) bilelim. İkincisi, 'yurtta sulh, cihanda sulh', konjonktür icabı söylenmiş bir sözdür. Kutsiyeti olmadığı gibi, vahiy değeri de yoktur. Hoş ama aynı oranda boş bir sözdür... Ayrıca, 'kimsenin toprağında gözümüz yok' anlamına da gelmemektedir. Bir taahhüdü (bir sözü) içerseydi, bizzat Mustafa Kemal Paşa 'Gerekirse Hatay'a gider, çete reisi olarak savaşırım' demezdi, Hatay'ı yurt topraklarına katmazdı... Demek ki, döneminde 'hoş' karşılanan bir söz, icabı halinde 'boş' bir söze dönüşebilirmiş. Evet, kimsenin toprağında gözümüz yok... Diyelim ki bu husus Lozan'da hükme bağlandı. O zaman 'Kıbrıs'ta ne işiniz vardı?' diye sormazlar mı adama? Elbette Kıbrıs topraklarında gözümüz yok... 'Kıbrıs Barış Harekâtı'nı 'işgal' olarak yorumlayan sosyalist arkadaşlar 'savunma zaruretini' anlayamamışlardı; 'Türk ordusu adadan çekil' şeklinde nümayiş yapmışlardı. Şimdi de, 'Ne işiniz var Musul'da?' diyorlar. Doğru soruyu hiçbir zaman sormuyorlar: Rusya'nın ne işi var oralarda? Amerika'nın ne işi var? DAİŞ'in ne işi var? İran'ın ne işi var? Musul'dayız... Çünkü ülkenin güvenliği önce Musul'u arındırmaktan, sonra da Peşmerge'yle kurulacak sağlam ittifaktan geçiyor. Ahmet Kekeç/Star