AKP'nin 'faşist', Erdoğan'ın 'diktatör' olduğu yönünde bir söylem çok uygun ve rahatlatıcı bulunuyor. Çünkü bu sayede hem aktivizm meşru hale geliyor, hem de artık toplumu tanıma ihtiyacınız kalmıyor. AKP seçmeni bütün iç karmaşıklığına karşın, bir anda 'sürü' olarak algılanarak siyasetin dışına itiliyor. Tek bir adamın iradesinden hareketle Türkiye analizi yapılabiliyor ve bunun ne kadar gülünç olduğu bile idrak edilemiyor.
Aktivizm durması tehlikeli bir tekerlek gibi sürekli negatif enerji pompaladıkça, laik/sol cemaatin gerçeklik algısı da zayıflıyor ve niyetlerini gerçeklerin yerine ikame etme eğilimi çok güçleniyor. Haziran-kasım aralığında da böyle oldu. Gerçeklikten kopuk bir 'havalanma' ve sonrasında kaçınılmaz hakikatle karşılaşma… AKP'nin ve İslami kesimin 'fıtrat' üzerinden açıklanmasını ima eden ideolojik bakış bir bumerang gibi laik/sol cemaati vurmuş gözüküyor. Çünkü yaşananlar neredeyse insanı onların fıtratı ile ilgili değerlendirme yapmaya itiyor.
Şimdi önlerinde aktivizmi değil siyaseti anlamlı kılan bir dört yıl var. Depresif olmanın âlemi yok. Bir süre yenilginin acısını örtmek üzere ortak depresyon seanslarıyla oyalanabilirler. Ancak bunu uzatmak hastalanmayı kabullenmek, yabancılaşmak ve marjinalleşmek anlamına gelir. Sonrasında kendini daha da kötü hissetmek durumunda kalmak var. Yapmaları gereken ise pek zor olmamalı: Topluma değil, toplumla konuşmaya açık olmaları yeterli…
Etyen Mahçupyan/Akşam