Geride bıraktığımız 17 Aralık'ta Şeb-i Arûs törenleri ile Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerini bir kez daha yâd ettik. 742 sene önce dâr-ı bekaya yürüyen Mevlana bugün "Rumi" adı ile dünyanın heryerinde tanınıyor ve en büyük eseri Mesnevi, 20 dilde okunuyor.
13'üncü yüzyılın bu büyük alim, bilge ve sanatkarı, çetin ve zorlu bir istilanın ortasında, karmaşa ve kaosun hakim olduğu bir dönemde yaşadı. Anadolu, iki defa Moğol istilasına uğramış; Moğollar, Anadolu'yu yakıp yıkmış ve harabeye çevirmişlerdi.
Acı ve umutsuzluğun kol gezdiği bir zamanda Mevlana insanoğlunu akla, imana, sabır, hoşgörü ve sevgiye çağırdı. Şems-i Tebrizi ile dostluğunun yol açtığı kıskançlık ve hüzün, onu daha fazla yazmaya sevketti. Mesnevi, Divan-ı Kebir ve Fihi Mafih gibi ölümsüz eserlerini böyle bir ortamda kaleme aldı. Dehşetin ve savaşın ortasında inancın, metanetin, hakikatin ve güzelliğin sakin ve gür sesi oldu.
İçinde yaşadığımız dünyanın kötülüklerine, çirkinliklerine bakınca Mevlana'ya tekrar kulak vermenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Savaşların, işgallerin, ırkçılığın, terörün, bağnazlığın ve ihanetin kol gezdiği bir dünyada Mevlana sığınılacak bir liman, güvenilecek bir dost, peşinden gidilecek bir mürşittir.
Bir an bu çılgınlıktan sıyrılıp, "Biz kimiz, evrende varoluş amacımız nedir?" diye sorduğumuzda, Mevlana'nın bu "büyük sorulara"verilecek derinlikli ve sahici cevapları olduğunu görürüz.
Bugün Mevlana Hazretleri dünyada bir "mistik"olarak tanınıyor. Kendisine ait olan veya olmayan sözler sosyal medyada paylaşılıyor. Fakat mistik kelimesinin dar anlamı ve yanlış çağrışımları dikkate alındığında tabloyu daha net bir şekilde ortaya koymamız gerekiyor.
Mevlana büyük bir derviş ve mürşitti. Aynı zamanda bir İslam alimiydi. Konya'da İslami ilimler okuttu. Çağının en büyük hikmet sahibi filozoflarından biri olarak gerçek bir sanatkar ve şairdi. Bugün fikirleri bütün dünyada insanlığın hikmet mirasının ve ruh güzelliğinin en seçkin örnekleri olarak ilgi görüyor.
O kendisini Allah'ın aciz bir kulu, Hz. Muhammed'in yolunun bir hizmetkarı ve Kur'an'ın bir "bendesi" olarak tanımlar. Bütün öğretilerini İslam inancı ile temellendirmişti. Bugün bazılarının yansıtmaya çalıştığı gibi Mevlana ne bir "yaşam gurusu" ne de iman ve amelden yoksun bir "maneviyatçı" idi.