Cuma dergisi çıkarken, Hasan abinin haftalık yazıları yayınlanıyordu ama.. Bir samimiyetimiz olmamıştı.. 12 Eylül 1993'de, bu gazeteyi çıkarmaya başladığımızda. Artık her gün, aynı binada, aynı odalarda geceyarılarına kadar mesai birlikteliğimiz başlamıştı.. 23 yılda.. Tek bir tartışmamız, tek bir ihtilafımız olmadı. Hasan abi, benden 9 yaş büyüktü. Mütevaziliğinden, bana 'Ali abi' derdi.. Ben ise ona hakkıyla, 'Hasan abi' derdim.. İşini, ibadet aşkı ile yapardı.. Dört dörtlük gazeteci idi.. Rahmetli babamın sözü idi.. Hasan abimin de çok hoşuna gitmişti:'Yemekle birlikte; yapan da pişmezse, o yemekte tat olmaz!' Bu mesajı, yazılarına defalarca konu edinmişti.. Bizzat kendisi de bunun canlı örneği idi... Yazısına tat vermek için.. Yazı yazarken, adeta 'yemekle pişen' gibi, 'pişer'di.. Şu meslekte, bu meslekte olmak önemli değildi, onun için. En alt kademedeki çalışandan, en üst kademedeki çalışana kadar, hiçbir şey farketmezdi, onun için.. 'Ne iş yaptığının hiçbir önemi yok' derdi.. 'Önemli olan yaptığın işin hakkını vermek' derdi.. İşinin delisi idi adeta.. En sert yazılar, onun kaleminden çıksa da.. Kendisi çok mülayimdi.. Yüzyüze konuşup da, onunla tartışan hiç kimseyi tanımıyorum.. Ne gazetede, ne yolda, ne mahallesinde.. Yazısında en sert kelimeleri kullansa da... Ali İhsan Karahanasoğlu/Yeni Akit 2015 kritik önemde bir geçiş yılı idi. Kastım sadece 1 Kasım seçimlerinden tek partili bir yönetimin, siyasi istikrarın çıkması değil. 7 Haziran-1 Kasım arasında yaşananları daha çok önemsiyorum. Tüm Ak Parti iktidarının muhasebesinin yapıldığı bir ara dönemdi. Dahası, birçok yeni siyasi denklemin de arandığı günlerdi. HDP'nin 'Türkiyelileşme' söyleminden muhalefet partilerinin AK Parti ve Erdoğan karşıtlığının pratik karşılığına birçok şeyin test edildiği zamanlardı. 2015'teki bu kritik kavşağa nereden gelmiştik? Birkaç yıl geriye giderek hatırlatayım. Cumhuriyeti 'dönüştürme' ve 'restore etme' iddiasındaki AK Parti iktidarı 2013'ten itibaren Gezi eylemleri ile birlikte siyasi bir fırtınanın, anaforun içine girmişti. 17-25 Aralık darbe girişimi, 6-8 Ekim olayları ve peş peşe üç seçim, yaşanan anaforun ara duraklarıydı. 7 Haziran seçimleri sonrasında siyasi fırtınanın en yoğun tezahürlerine şahit olduk. Kurulamayan koalisyonlar ve temmuzda PKK terörünün yeniden başlaması. 1 Kasım seçimleri güçlü bir hükümet ürettiyse de fırtınanın dindiğini söyleyemeyiz. Zira 2016'ya girdiğimiz bu günlerde siyasetimizi zora sokan fırtınanın gözü hâlâ aktif: Suriye-Irak iç savaşı. Birkaç yıldır yoğun şekilde yaşanan türbülansın ana sebebini iç siyasetin çekişmelerinde bulanlardan değilim. Aksine elit kavgasını tetikleyen şey, Suriye iç savaşının çok yönlü etkileri oldu. Test edilen şey de 'Türkiye merkezli' olma konusudur. Burhanettin Duran/Sabah O vefat etti diye Paralelciler bayram ediyor. Haber vereyim, o orada da hakkınızda şahidlik edecek.. Hem zaten o gün, din gününde mizan kurulduğunda kim ne yaptı ise ortaya dökülmeyecek mi. O günden kim kaçacak ki. Karakaya hep mutfakta oldu, ben daha çok yazarlık yaptım. O zor günlerde her gün gelen yüzlerce haberle boğuşurdu. Yaşadıklarına isyan ederdi. Özellikle dindarlara yönelik tehditler ve hakaretler karşısında dik durdu, meydan okudu, eğilmedi.. Öfkesi, duyduğu acıya denk bir isyandı aslında. İsyanını bastırıp çıdam olmayı seçmedi. Daha sakin olmaz mısın diye sorduğumda, bana bir şeyhin öfkeli bir adamı mürit edinmesini ve onu sakinleştirmek için ağzına bakla almasını öğütlediğini, ama bir gün yaşadığı olaylar karşısında müridine 'çıkart artık şu ağzındaki baklayı' dediğini anlatırdı. Aslında özel hayatında çok sakin biri idi.. Ama 'uysal koyun' yerine konulmak da istemiyordu. 'Ensemize vurup lokmamızı almayı düşünmemeli birileri' diyordu. Bu anlamda Karahasanoğlu, ailesi ile ve Akit okuru ile birbirlerine benziyorlardı. Onun için yıllar süren uyumlu bir beraberlikleri oldu. Hatırlamaya çalışıyorum da, aramızda yaşanan hiçbir kişisel sorun gelmiyor aklıma. Aslında bugün yeni yılla ilgili bir yazı yazıyordum. Artık o daha sonraya kaldı. O bir otel odasında Azrail'le buluşurken, ben de çok kolay uyuyan biri olmama rağmen Erzurum'da bir otel odasında zor bir gece geçirdim. Allah rahmet eylesin. Mekânını cennet eylesin. Allah taksiratını affetsin, Allah ailesine ve dostlarına sabr-ı celil nasib etsin. Hepimize hayırlı bir ömür ve hayırlı bir ölüm versin. Abdurrahman Dilipak/Yeni Akit Geçen yılı belirli kesimler 'Aldatılmışız' diyerek geçirdiler... HDP'ye oy veren iyi niyetli Beyaz Türkler veya 'Hizmet ediyoruz' zannederek FETÖ örgütünün kullanımına giren saf ve temiz insanlar, bu 'Belirli kesimler'e örnek olabilirler. Bu aldatılmışlık duygusunun 2015'e damgasını vuracağını, geçen yılın 1 Ocak'ındaki yazımda adeta görmüşüm... Bu yazıdan bazı alıntılar yaparak, neler dediğimi hatırlatayım... - Dost ya da müttefik görünenlerin aslında böyle olmadıkları ve düşmanlıklarını sergilemek için uygun zamanı beklediklerine ilişkin kuşkular hep vardır derin siyasetin beyin hücrelerinde... Bu duruma ilişkin olarak 'Takiye' veya 'Kripto' benzeri kavramları bilmekte fayda vardır. ... 2016'yı da aldatılmışlık duygusu içinde geçirmemek için bu kavramları her kesimin bilmesi gerekiyor... Bir de siyaseti ve dünyayı anlamaya çalışırken 'Ezberlerimiz' yerine 'Bilgiye dayalı bilincimiz'i kullanmamız daha doğru olacaktır. Bir başka deyişle 'Kendi tarihimizle yüzleşmek'ten asla kaçınmamalıyız. Örneğin biz Türkler 'Dış güçler'i sorunlarımızın kaynağı olarak görürken, belirli ülkeler için Türkiye'nin de 'Dış güç' olarak algılandığını unutmayalım. Dilerim 2016'da kimse aldatılmaz!.. Mehmet Barlas/Sabah Ölümünün ardından zil çalan etekleriyle lanet ve küfür yağdıran 'sözde' aynı dinden olduğumuz, sözde insanları da ıslah etsin. 2015'i deviriyoruz ama bazılarımızın aklı hâlâ çocuk, ruhları hâlâ ergen. Ölüm dediğimiz şeyin, velev ki düşmanının başına gelmiş olsun, eser miktarda da olsa saygıyı hak ettiğini, bir adım geri çekilip tefekkür etmeyi gerektirdiğini anlamazdan gelenler, en çok 'gönül insanı' pozlarında gezenlerin arasından çıkıyor. Tefekkür sadece dindarlara mahsus bir hâl de değil. Hangi görüş, inanç ya da inançsızlık ikliminden olursan ol, ölüm, hayatın kırılganlığı üzerinedir ve üzerinde düşünülmeyi, nezaketi hak eder. Komşu olduğumuz coğrafyada her gün kitleler halinde insan ölüyor. Onlara merhamet ediyoruz. Ölümlerine neden olanlara öfke duyuyoruz. Ama tanıdığın, ortak bir anı paylaştığın, bir yazısını okuyup bir şarkısını dinlediğin, seni güldürmüş, sana tercüman olmuş, dünyana temas etmiş biri öldüğünde öfke ya da merhametten fazlası oluyor. 'Var olmak algılanmaktır' diyen Berkeley bir bakıma haklı; çünkü varlığına tanık olduğun biri gittiğinde, bu aynı zamanda yokluğun sana uzattığı bir selam oluyor. Kendi ölümünün, kendi yokluğunun provası. Sor bakalım kendine, ölümün başkaları için ne anlama gelecek? Telefon defterinden eksilecek bir numara mısın, yoksa gerçekten iyi bir 'anı' olabildin mi? Nihal Bengisu Karaca/Habertürk Dava adamıydı dedik ya. Bir takım terbiyesizlere 'yeri cehennemlik, tabi varsa' sözünü söyletecek kadar davasına sadık, dinine sadık, dostlarına sadık biriydi. O sözü söyleyen terbiyesizin kendini cezaevine attıran paralelle girdiği yatağı başlarına devirecek karakterdeydi. Bakmayın siz bugün zayıflamış, kurumaya yüz tutmuş, güçten düşmüş vesayet odaklarına kahramanlık edenlere. 28 Şubat sürecinde herkesin tir tir titrediği o vesayet odaklarına karşı dimdik ayakta durmuş, hem kendi hem de yönettiği gazetesi itibar suikastlarına maruz kalırken, taviz vermemişti. 'Abi çok sertsin' diyenlere 'az bile yapıyorum' cevabını verebilmişti. 'Gazeteciler!' Genelkurmay'ın ışıklarından 'haber' üretirken, O '312 general'in hışmına uğramış, yine de geri durmamıştı. 2 trilyonluk dava kıskacında inim inim inletmişlerdi. Sırf gazetesinde 'Onbaşı bile olamayacakların general olduğu ülke' denildiği için. Dili sert miydi? Sertti. Kalemi keskindi miydi? Keskindi. Ama bu sertlik, bu keskinlik dostlarına değil düşmanlarınaydı. Düşmandan kastı da şahsına değil, davasına, dinine, ülkesine düşmanlık edenlerdi. Ne deseydi yani? 28 Şubat'ın gazını arkasına alıp başörtülülere, burada yazamayacağım en ağır küfrü eden şahsiyetsize anladığı dilden cevap vermese miydi? O küfrü edeni baş tacı edenler Hasan abiyi karşılık verdiği için kınarken, O zerre umursamamış, içimizdeki eziklere, kompleks sahiplerine de adeta ders vermişti. Hülasa o cüssesi küçük ama kalbi büyük adam artık aramızda yok. Güzel bir ölümle ayrıldı aramızdan. Başta ailesine Allah sabır versin, hem onların hem de Akit Gazetesi'ndeki çalışma arkadaşlarının başı sağ olsun. Murat Çiçek/Star Bugün kimse yazı mazı okumaz. Bugün kimse gazete bile okumaz. ('Kitap' deyip birilerini güldürmek istemiyorum, hangi ülkede yaşadığımı biliyorum.) Gazetelere şöyle üstünkörü bir göz gezdirilir: Gayrımenkul reklamları, tur ilanları, maç kıtlığında asma budayan spor sayfaları... Hangi parti başkanının yeni yıla nerede girdiği de kimsenin umurunda değildir, hangi içkili gazinoda hangi kelek şarkıcıyla kimin kaç bin liraya kazıklandığı da... Bugün boş boş televizyona bakılır. Eski 'nüfus sayımı' günlerindeki gibi... Sokağa çıkmak yasak değildir ama sokağa ya hiç çıkılmaz ya da geç çıkılır. Üstelik hava da soğuktur. Çünkü kafalar akşamdan kalmadır. Mideler de. Bugün baş ağrısı, mahmurluk, Aspirin ve Talcid bayramıdır! Bugün kimse çalışmaz. Hıristiyan da çalışmaz, ateist de çalışmaz, eh, fırsat bilip Müslüman da çalışmaz. Bugün kimse dükkan açmaz. Kimse alışveriş düşünmez (maaş, hele araya böyle cumartesi pazar da girince, pazartesiye kalmıştır.) Bugün kimse 'marketten' bir şey almaya da kalkmaz, her türlü yiyecek içecek yılbaşı akşamından yağmalanmıştır. Genel kurala aykırı olarak bugün çalışmak zorunda kalanı da (gazeteci, asker, polis, nöbetçi doktor, nöbetçi eczacı) kimse düşünmez. Bugün geç kalkılır. Bugün yazı yazmak zorunda olanlar da yazıyı kısa keserler. Tekrar iyi seneler... Engin Ardıç/Sabah Bir yazımda onun bir konudaki ifadelerini eleştirmiştim. Sert, aşırı bulmuştum. Bazen birlikte olduğumuz ortamlarda bir şeye öfkelendi mi, 'Ahmet Abi beni eleştirir ama bunlar da benim yazdıklarımı hak ediyor' diyerek kendi yüreğini konuştururdu. O yürekte 'Dava için öfke' ile, 'mazluma şefkat' aynı anda harmanlanıyordu, bunu ikili ilişkilerinizde görebiliyordunuz. Bir çok insanla, bir çok odakla kavga etmiştir, böyle bir anafor içinde onun bunun kırılması çok mümkündür. En son kavgalarının 'Paralel yapı' alanında yaşandığını takip edenler bilir. Orada, 'Paralel yapı'nın Erdoğan'ın yolunu kesmek için küresel odaklarla yanyana duruşuna yönelik öfke yanında, bizzat kendi ailesinin, çocuklarının hedef alınmasının da önemli etkisi bulunduğunu biliyorum. Hasan Karakaya'nın yazılarının tek özelliği 'kılıç gibi' olması değildir hiç şüphesiz. Ben onun ifade kıvraklığını, en riskli ithamları ustaca bir formülle dillendirebilmesini, daha da önemlisi, arşiv bilgilerini yeniden yeniden hatırlayabilmesini, her değerlendirmeyi bir bilgiye - malzemeye dayandırmasını önemserim. Eminim vefat haberini duyan birçok yürek yanmıştır. Ama bir yönden de gıpta ile bakılmıştır ona. Mekke'de, Medine'de, en güzel diyarlarda en güzel duygularla yüreğin yıkansın ve sen 'Emanet'i hemen Rasulullah'ın hemen yanıbaşında, O'nun muezzaz komşuluğunda Sahibine teslim et. Bizim insanımızın 'Herkese nasib olmaz' diyerek iç geçirdiği bir yolculuğa çıktı Karakaya kardeşim. Dünya komşuluğundan ukba komşuluğuna bir yolculuk olur inşaallah. Sonsuz rahmet diliyorum yeniden. Ahmet Taşgetiren/Star ...Ben tam bunları düşünürken televizyonda bir son dakika haberi veriliyordu; 'Hasan Karakaya kutsal topraklarda hayatını kaybetti...' Döndüm ve haberi dinledim... Matkap Abi vefat etmişti... Evet, her canlının tadacağı Emr-i Hak Vaki olmuştu... Duyuyordum, lakin donup kalmıştım, tepki gösteremiyordum... Ben ona Matkap Abi derdim... Benim bildiğim bir tek ben öyle derdim... İnternette dolaşan o meşhur foto yüzünden... (Elinde darbeli matkap, yüzde yaramaz bir çocuk ifadesiyle gibi baktığı o meşhur fotoğraf...) Daha birkaç hafta önce görmüştüm ve her zamanki gibi 'N'aber Matkap Abi?' demiştim... Usta gazeteci yazar, cesur adamdı... Kaybetmiştik Matkap Abi'yi... Yüreği cüssesinden büyük adam... Eğip bükmeden konuşan ve yazan adam... Hak edenlerle anladığı dilden anlatan... İlkelerinden ve Hak davasından asla vazgeçmemiş adam... Çukur tiplerin bam teline basarak onları bağırttırmayı bilen adam... Müslümanların değerlerine saldıran sefillere 'eyle dümdük' cevap veren adam... Bodoslamadan dalmayı bilen adam... 'Adam kabız olmuş' dedikten sonra parantez içinde, 'Af buyurun kakasını yapamıyor' diye açıklama yapan adam... Yüzünde her daim bir tebessümle etrafına neşe saçan adam... O benim bildiğim sevgili Matkap Abi..., Hakk'ın rahmetine kavuştu... Üstelik Umre ziyaretinde... Umresini tamamlayıp gitti... Kabe-i Muazzama'nın içinde namazını eda edip, Medine'de Ravza-i Mutahhara'da sevgili Peygamberimizi ziyaret ettikten sonra göçtü bu dünyadan... Her Müslüman'a nasip olmaz... Allah rahmet eylesin... Mekanı Cennet olsun... Basın camiamızın başı sağolsun... Hikmet Genç/Yeni Şafak PKK, Güneydoğu'dan başlayarak Türkiye'ye yayılacak bir iç savaş çıkarma hevesini koruyor. Suriye'deki yangını, Türkiye'ye yaymak istiyorlar. Kobani, PKK için bir prova yeri ve hazırlık sahasıydı, asıl oyunu ise Türkiye'de sahneye koydular. Örgütün iç savaş çıkarma denemesi geçen yıl başarıya ulaşamadı. Devlet zamanında ve yerinde müdahalelerle PKK'yı sınırlamayı bildi. Ancak tehlike geçmiş değil; PKK, başarısız oldukça daha da hırçınlaşan bir örgüt. Terör saldırılarını yeni yılda Güneydoğu'dan metropollere taşımaya kalkışacak. Bunun için de bazı solcu terör gruplarıyla işbirliği yaptılar. Rojava ve Kobani'de eğitilen sol örgütlerin, yeni yılda PKK'yla birlikte büyük şehirlerde terör saldırılarına girişmesi bekleniyor.. Örgütün, terörü büyük şehirlere taşımak için yaptığı hazırlığa ilişkin ise bilgilerimiz maalesef az; çözüm sürecinde Güneydoğu'da silah ve mühimmat dağları kuran örgütün, benzer bir hazırlığı büyük şehirlerde de yapıp yapmadığı merak konusu. Devletin, yeni yılda büyük şehirlerde tırmandırılacak olan terör dalgasına karşı şimdiden tedbirler alması şart. Türkiye, kendi barışını kendisi sağlamak zorunda. Ne PKK'ya, ne HDP'ye güvenerek iç barışı kurmamız mümkün değil. PKK/HDP ile Kürtler arasındaki makas gittikçe açılıyor. Yeni anayasa, Kürtleri kazanmanın sihirli anahtarı olabilir. Teröre kaynaklık eden sebepleri ortadan kaldırmadıkça terörle mücadeleden de sonuç almak mümkün değil. İç savaş dayatan güçlere karşı iç barışı pekiştirecek adımlar atmak gerekiyor. Yeni anayasa, bu işlevi görebilir. Ben yeni anayasadan umutluyum; yeni bir yıla girerken bu da az bir şey sayılmaz. Kurtuluş Tayiz/Akşam