Türkiye ikinci fırsatını 1 Mart 2003 tezkeresinde yakaladı. Ama ne yazık ki onu da elinden kaçırdı. Ankara'da tezkerenin Meclis'te görüşüleceği günün hemen öncesinde, Cebeci Kampusu'nda bir öğrenci toplantısı yapmış, Türkiye'nin tezkereye hayır demesi için yapılacak yürüyüşün ayrıntılarını konuşmuştuk. O gün aramızda sadece sol gruplar vardı ama ertesi gün alanda bazı İslami grupların da olduğunu hatırlıyorum. Bu birlikteliğin nedenini elbette Türkiye'nin dış politik çıkarlarını hesaba katmayan sade suya tirit siyaseten doğruculuk klişeleriyle açıklıyorduk. Savaşa karşıydık, o kadar! Hadi biz, ülke çıkarlarını savunmanın milliyetçilik olduğunu sanan romantik enternasyonalistlerdik ya da ABD ne derse karşı çıkmayı doğru sayan İslamcı gençler... Peki ya koca koca adamların bulunduğu, 'dış politika benim işim' diyen kurt hariciyecilerin ahkâm kestiği Meclisimize ne oluyordu? Evet, Meclis o gün çoğunlukla muhalefetin hayır oylarıyla tezkereyi reddetti. Ancak tezkerenin reddedilmesinde asıl etkili olan, Ak Parti cephesinden Bülent Arınç ve Ertuğrul Yalçınbayır gibi isimlerin tezkereye açık muhalefetleriydi. Açık diyorum, zira Ak Parti içinde kimi isimler de örtülü olarak tezkere aleyhine kulis yapıyorlardı. Bugünkü gelişmelere bakınca diyorum ki, keşke 1 Mart tezkeresi geçseydi. Bir düşünün, eğer tezkere geçseydi ve Türkiye Irak'ın kuzeyinde var olabilseydi, ABD'nin sivil katliamlarının sayısı bu denli fazla olur muydu? Yıllardır PKK terörünün üssü olan Kandil bu kadar güçlenebilir miydi? Tüm dünyanın yaka silktiği DAEŞ diye abuk sabuk gruplar bölgede türeyebilir miydi? Bu listeyi uzatabilirsiniz. Ama kesin olan tezkere geçseydi, Türkiye Suriye sınırında bir PKK devleti kurulmasına karşı önlemlerini, bugünkü gibi askeri yöntemlere başvurmadan daha rahat alabilirdi. Ve hepsinden önemlisi, ABD'nin tezkerenin reddedilmesinin intikamını almak için Türkiye'nin içine yönelik sabotajlarını yaşamamış olurduk. Demek ki neymiş, kimi zaman toyluktan kimi zaman da 'bilinçli' olarak, 'Emperyalizmle mücadele ediyorum' diyerek de emperyalizme hizmet etmek mümkünmüş. Melih Altınok/Sabah Batı dünyası açık bir şekilde terörü destekliyor ve bu PKK'yı hem Suriye'de hem de Türkiye'de cesaretlendiriyor. PKK, kısaltmalar üzerinden kamuoyunda yarattıkları kafa karışıklığı ve DAİŞ'le mücadele kılıfıyla hayata sokmaya çalıştıkları ırkçı projeye Bazı Batı ülkelerinden buldukları destekle birlikte siyasi hülyalara dalmış durumda. Bakın tüzüklerinde açıkça ne diyorlar: 'Demokratik Birlik Partisi (PYD) Kürt halkının lideri, Abdullah Öcalan'ı kendi lideri ve Kürt halkının kongresi olan KONGRA GEL'i Kürdistan halkı için en yüksek yasama organı olarak kabul etmektedir'. Kendilerini hem ABD hem de ABD'nin terörist olarak kabul ettiği bu örgütün altında gördüklerini ilan eden YPG/PYD daha ne demeli ki ABD ve AB ikiyüzlülüğü bırakıp da teröre verdiği desteği sonlandırsın? Türkiye'nin ABD ve AB'nin teröre desteğini dikkate alarak müstakil oyun planları kurması gerekiyor ki YPG/PKK'ya yönelik son operasyonlar bu yönde atılmış akıllıca adımlardır. PKK Suriyeli muhaliflerin kontrol ettiği toprakları Rus desteği ve ABD'nin sessizliğiyle işgal etme ve Suriye'nin Arap ve Türkmen kuşağını ele geçirme niyetindedir. Tabi bunları yaparken rejime karşı savaşan muhalifleri o bölgeden silme görevi de PKK'ya ihale edilmiştir. Bir kez daha anlaşılıyor ki Suriye'deki PKK bir rejim projesidir ve artık açık bir şekilde rejimle aynı merkezden kontrol edilen operasyonlara başlamışlardır. Bütün bunlar Batı kamuoyuna iyi anlatılmalı ama aynı zamanda Cizre'de gösterilen kararlılık Kuzey Suriye'deki PKK yapılanmasına karşı da gösterilmelidir. Tehlikede olan sadece Suriye muhalefeti değil; aynı zamanda Türkiye'nin güvenliğidir. Suriye'deki PKK yapılanması aynı kararlılıkla hedef alınmazsa Cizre'deki operasyon yarım kalır. Bu sebepten sınır hattımız boyunca PKK ve DAİŞ terörünü temizlemek için yapılan her türlü askeri müdahaleye Türkiye'nin selametini düşünen herkesin sonuna kadar destek vermesi gerekiyor. Ufuk Ulutaş/Akşam Topçu atışları sürerken ABD'den açıklama geldi. ABD, tarafları 'gerilimi düşürmeye' çağırırken, YPG'ye de, bölgedeki 'karmaşadan istifade yeni toprak ele geçirmeye çalışmama' uyarısında bulundu. ABD'nin bu uyarıyı 'yumurta kapıya dayanınca' yapması ise ayrıca manidardı. Türkiye'nin, ABD açıklamasından sonra da YPG'yi vurmaya devam ettiğini de kaydedelim. Aynı anlarda, DAEŞ'le mücadele için Suudi Arabistan ve Katar'ın, içlerinde F15'lerin de olduğu savaş jetleri İncirlik Üssü'ne iniyordu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da, daha önce Suudilerin geldiğini, keşif çalışması yaptıklarını ve süreç içinde karadan müdahale için asker de göndereceklerini açıklamıştı. Bu arada hatırlatalım: Türkiye, YPG'ye üç yıl boyunca defalarca fırsat verdi. Kobane'nin sivil kaybı nerdeyse olmadan DAEŞ'ten temizlenmesi, Türkiye'nin kapıları açması ve ağır silahlı peşmerge ile Hür Suriye Ordusu birliklerinin topraklarımızdan geçişi sayesinde gerçekleşmişti. Türkiye YPG'ye defaatle, 'Devrimin yanında dur, diğer Kürt gruplarını ezme, özgür Suriye'nin kuruluşuna katıl' dedi. Ancak YPG, Barzani'ye yakın Kürt gruplarını baskılamayı, yüzbinlerce Kürdü göçe zorlamayı, Esed rejimi ve Rusya ile beraber hareket etmeyi, ABD korumasına girerek Arap ve Türkmen köylerini yakmayı tercih etti. İnsan hakları ihlalleri Amnesty ve HRW tarafından belgelenen, Esed'in silah yardımı yaptığını ilan ettiği karşı -devrimci bir güç olarak kendi iktidar tekelini kurmayı seçti. O yüzden, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin en yakın müttefiki olan Türkiye'yi 'Kürt düşmanlığı' ile suçlayan saçma analizlere kanmayın. Türkiye, Azez'e attığı toplarla sadece YPG'yi vurmadı. ABD'nin Rusya ile el ele bölgeyi dizayn etme kurnazlığını vurdu. İran'ın yayılmacı hırslarını vurdu. Mülteciler için tasarlanan Güvenli Bölge projesini bertaraf etmek isteyen Batı'nın ikiyüzlülüğünü vurdu. Belki şimdilik oyun kurma gücümüz yok ama 'oyun bozma' gücümüz olduğu aşikâr. Hilal Kaplan/Sabah Emekli general, ABD Kara Kuvvetleri eski 2'nci Başkanı Jack Keane, Obama yönetiminin 'büyük felaketi' hazırlamaya başladığını gören isimlerden biri... 29 Eylül 2015 günü Savaş Araştırmaları Enstitüsü Başkanı olarak yaptığı açıklama şöyle: Eğer Obama, Rusya, İran ve Hizbullah'la birlikte bir DAEŞ mücadelesine girerse, ki, gireceğini gösteriyor, bu, Suriye'deki 'soykırımın' devam edeceğinin işaretidir. (E) Gen. Keane, aynı zamanda 8 Ekim 2015'de Amerikan Senatosu Silahlı Kuvvetler Komitesi'ndeki konuşmasında, Rusya'nın Suriye'de ABD'ye karşı bir 'vekalet savaşı' başlattığını söyleyen isim. Açıklamasında yer alan, 'Putin, Doğu Avrupa'ya müdahale ederken, Baltık'ta askeri harekatlar düzenlerken, Kırım'ı ilhak ederken ve şimdi, Suriye'ye girerken bizim düşüncemizi sormadı. Çünkü Amerika ve Avrupa'nın yüksek sesli kınamalardan sonra kendisine bir şey yapmayacağından emin' sözleriyle de dikkat çeken askeri uzman. •Bir ABD iflasının portresi... 1.'Düşmanımın düşmanı dostumdur' diyerek PKK müttefiki oldu, bölgedeki en sağlam müttefiki Türkiye'yi kaybetti. 2.Aynı mantık ve nükleer anlaşma çerçevesinde bölgede İran'a manevra alanı yarattı, Suudi Arabistan başta Sünni Arap dünyasını kaybetti. 3.İran, Hamaney'in 'Büyük Şeytan' açıklamasıyla yerini korudu, Rusya'nın stratejik ortağı olarak kaldı. 4.Yıkılmasına izin verilmeyen Beşar Esed, Rusya'dan aldığı destekle artık barış masasına oturmaktan kaçacak kadar güçlendi, Suriye'ye Rus ordusunu çağırarak Ortadoğu'daki tüm dengelerin değişmesine yol açtı. 5.Rusya, tarihinde ilk kez, Ortadoğu'da gelişmeleri tek başına belirleyen, Amerika'ya koşullarını dikte eden, askeri gücünü artıran konuma ulaştı. Bu 'felaket' yalnız Amerikan seçmenini ilgilendirmiyor. Yaşanılan, hepimizin geleceğine büyük bir soru işareti taşıyan büyük bir Amerikan hezimetidir. Ardan Zentürk/Star Şimdi de ülkemizin bütünlüğü ve güvenliği Güney komşularımızın topraklarındaki trajik gelişmelere endeksli... Rusya'nın İran desteği ile Beşşar Esad'ı Suriye'de işbaşında tutma içerikli nafile çabası, sade Suriye topraklarının daha fazla kana boğulmasına değil, PKK- PYD terörünün bizim topraklarımızı vurmasına da dayanmakta... Rusya'nın Başbakanı Medvedev, Ukrayna ve Suriye krizlerinden söz ederken her ne kadar 'Bu yeni bir Soğuk Savaş' dese de, Güney sınırımızda resmen bir 'Sıcak Savaş' var. Bu sıcak savaşın bize yansımalarının bizim bütünlüğümüzü ve güvenliğimizi tehdit etmesine de, herhalde seyirci kalmamız mümkün değildir. Rus destekli terörizmin Türkiye'nin kentlerini Halep'e veya Kobani'ye döndürmelerine hangi yönetim göz yumabilir ki? Tarihin ve coğrafyanın Ortadoğulu olmaya mahkûm ettiği ve siyasi geleceğini Avrupa'ya, Amerika'ya bağlamış bir ülkenin serüvenini, bu ülkenin insanları olarak izlemekteyiz. Özellikle Amerika'nın bu kriz döneminde izlediği ikircikli siyaset ve teröristlere verdiği destek, toplumda büyük hayal kırıklıkları yaratmaktadır. ABD Başkanı Obama'nın Beyaz Saray'daki son döneminde Rusya Federasyonu Başkanı Putin karşısında edilgen ve yetersiz kalması, bu hayal kırıklığının sebeplerinden biri değil midir? Elbet bu krizi de aşacağız... Ama Batılı müttefiklerimizin ve özellikle Amerika'nın bu dönemde sergiledikleri tutarsızlıkları nasıl unutacağız? Mehmet Barlas/SABAH Cizre'de ortaya çıkan manzara tek kelimeyle korkunç. Cizre halkının ağır bir bedel ödeyerek, PKK'nin önüne koyduğu yeni savaş konseptini desteklemeyip red etmesi, PKK'nin yaşamaya başladığı mağlubiyet psikolojisinin bir travmaya dönüşmesine yol açtı. PKK iki şeyi birden, hem Kürt halkını hem 'devrimci halk savaşını' kaybetti. Şimdi de Kürt halkını kendi travmalarına ortak etmeye, bu yenilgiyi Kürt halkının yenilgisiymiş gibi göstermeye çalışıyor. Zaten kendi vekalet savaşlarını da Kürt halkının devlete karşı yeni başkaldırısı gibi gösterdiler, ama buna da kimseyi inandıramadılar. Yenilgiye uğrayan, ne Cizre halkı ne bir bütün olarak Kürt halkı. Yenilen, Esat, Rusya, İran'a diyet borcu ödemek için militanlarını bir vekalet savaşının içine sürükleyip yüzlercesinin ölümüne sebep olan PKK ve bu akıl almaz stratejinin mimarlarıdır. Bu mağlubiyet psikolojisinin üstüne hiç bir müzakerenin inşa edilemeyeceğini, PKK bir iç muhasebe ve sorgulama yaşamadıkça, kayıtsız şartsız silahlarını alıp yurt dışına çıkmaya razı olmadıkça, PKK/HDP 'yi muhatap alan yeni bir sürecin başlaması mümkün değildir. Özetle, Cizre'de, Sur'da, Nusaybin'de hiç bir şey olmamış gibi davranılıp başa dönülemez. Oysa, son zamanlarda çözüm süreci yeniden başlasın, diyalog kapıları zorlansın diye, iyi niyetli yorumlar yapılıyor. Başbakan'ın Mardin'de açıkladığı on maddelik yeni yol haritası da bu yönlü epey eleştiri aldı. Yol haritasını olumlu bulup, hayata geçirilmesi için HDP'yle görüşme ve işbirliği talep edenler olduğu gibi, itibarsızlaştırmak isteyenler, dağ fare doğurdu deyip umutsuzluk yayanlar da var. Şunu peşinen söylemek isterim. Oluk oluk kan akarken, eğer bir tek insanın bile hayatı kurtulacaksa, hükümetin özveriyle hareket etmesi, diyalog ve müzakere anlayışını ajandasından hiç çıkarmaması gerektiğini düşünenlerdenim. Bir sorunun her şeyden önce, muhataplarıyla görüşülmesi ve konuşulması gerekir, bunun da farkındayım. PKK'nin şiddet ve terör zemininde yazılan tarihine rağmen; Özal'ın başarısızlığa uğratılmış tarihi girişiminden başlayarak barış için atılmış her adımdan büyük bir heyecan duydum ve destekledim. Öcalan'ın mektubu 2013 yılında Diyarbakır'da okunduğunda, Kürt meselesinde nihayet şiddetin ve silahlı mücadelenin sonuna gelindi diye çok sevindim ve bilhassa o mektubun Türkiyeci ve bize ait olan değerlere vurgu yapan muhtevasının, PKK ve HDP tabanı içinde bir manifesto gibi karşılanacağını, barışın ancak bu içselleştirmeyle mümkün olacağını hayal ettim. Ama maalesef her şeyi boşa çıkardılar. PKK kısa sürede, o mektubun muhatabı olmadığını göstermekle kalmadı, o mektupta altı çizilmiş Türkiyeci yolu ve çözümü hızla tüketip bir kenara attı. Ama istiyorlar ki; tıpkı doksanlı yıllardaki gibi, JİTEM bir tarafta, PKK bir tarafta, köyler yakılıp yıkılır, faili meçhul cinayetlerle insanların geleceğe ve barışa dair umutları, her gün her saat karartılarak yok edilirken, halk ve devlet, Godo'yu bekler gibi meçhul bir muhatabı beklemeye dursun ve üstünde ne konuşulacağı belli olmayan bir müzakere masası kurulsun. Bu yüzden Kürt vatandaşlarla devlet arasındaki ilişkilerin yumuşamasını bir yere koyamıyorlar, çünkü, özledikleri doksanlı yılların devletidir, ah o devlet küllerinden bir doğup gelse! Olmadı, olmuyor ama; o devlet bir türlü gelmiyor, Türkiye'nin yeni devlet anlayışı dün Newrozlarda, Cizre' de önüne gelene kurşun sıkan, katliam yapan devlet anlayışı gibi değil, yaşlı Kürt erkek ve kadınlarını, çocuklarını, PKK'nin yarattığı bir cehennemden kurtarmak için, bombalarla doldurulmuş tuzakların ve çukurların üstünden sırtında taşıyarak kurtaran bir devlet var Türkiye'de. Bu halka bu zulmü reva görenler ise, suçluluk psikolojisi içinde, mağlubiyetlerinin sebeplerini, onlara % 90 oranında oy vermiş bir halka ve binlerce yıllık bir tarihe sahip coğrafyaya karşı işledikleri suçların omuzlarına çöken vebalini, başkalarında en başta da Kürt halkı ve HDP'de arıyorlar. Orhan Miroğlu/Star Aslında konu önemli olmasa, ABD'li yetkililere 'oradan öyle mi gözüküyor?' deyip geçmek gerek. Ama Suriye düğümünü çözebilecek en önemli aktörlerden birisinin bu miyop tavrı, bunda sonrası için de ölümler ve sürgünler demek. ABD'nin tavrı bildik 'benim teröristim iyidir' mantığının bir uzantısı. Yoksa onlar da PKK-YPG bağlantısını ve bu ikilinin bölgede oynadığı rolü bal gibi biliyorlar. Ancak belli ki YPG'nin oynadığı role açıktan ihtiyaçları var. Bunun sadece PYD'nın DAEŞ'le çatışan bir kara gücü olması meselesinden ibaret olmadığının da herkes farkında. Zaten bu örgütün DAEŞ'le olan geçmiş ilişkileri ve aralarında yaşanan çeşitli paslaşmalar başlı başına bir muamma. Ve olup bitenler birlikte değerlendirildiğinde Rusya ve İran gibi ABD'nin de bölge ile ilgili gizli bir ajandası olduğunu düşünmemek imkansız hale geliyor. Konuya Türkiye'den bakışta da sıkıntılar olduğu malum. HDP'nin mecburi taraftarlığına CHP'nin ikircikli tutumu da eklendi. Yakın tarihte yaşanan birçok olayı çarpıtan bazı CHP'li isimlerin, Esed'in 2012'den sonra denkleme ilave ettiği YPG-PYD için tarihi bir derinlik arama peşine düşmeleri, gelişmenin son perdesi. Kırk katır mı, kırk satır mı?.. Rusya ve İran'ın YPG merakını anlamak mümkün olsa da, ABD'nin konu ile ilgiyi merakının kodları henüz çözülebilmiş değil. Çünkü bu iki ülke ile kapışma halinde olan ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde bir PKK-PYD koridoruna sıcak bakması tuhaf bir durum. O zaman akla, ABD'nin işi zora sokarak Türkiye'yi bazı şeylere mecbur etmeye çalışıp çalışmadığı sorusu geliyor. Esas mesele, PYD-PKK zihniyetinin bu zamana kadar yaptıkları iyi biliyor olması gereken ABD'nin, bölgede sadece kendileri gibi düşünenlerin yaşamasına müsaade eden PKK-PYD işbirliğini bundan sonrasının karışıklık garantisi olarak görüp görmediği. 100 yıl önce çizilen planların artık işe yaramadığının anlaşıldığı bir dönemde bölgeye bundan sonraki yüz yılı kaybettirme hesapları mı yapılıyor sorusu galiba en önemli sorulardan birisi. Ekrem Kızıltaş/Takvim 'Kutuplaşma olayı, toplumsal olarak 'haydi kutuplaşalım yahut kutuplaşmadan vazgeçelim' bağlamında ele alınamaz ve bunu bir siyasi suçlama aracı yaparak ötekini dışlamaya çalışmak da dahil, bu tür kutuplaştırma potansiyeli taşıyan davranışların arkasında ne tür saikler bulunduğunu anlamak gerekir.'Toplumsal farklılaşmalar ve sosyal değişme süreçlerinin ortaya çıkardığı sorunlar anlaşılmadan kutuplaşmadan bahsetmek en basitinden sosyolojiyi yok saymak olacaktır. Nitekim söz konusu araştırmada 'kızınızın o partinin taraftarlarından biriyle evlenmesini ister misiniz?' veya 'o partinin taraftarlarının biriyle iş yapmak ister misiniz?' soruları neyi ifade etmektedir? Bu ve benzeri sorulara verilen cevapların oranı ne olursa olsun ne değişir? Bu sorulara 1955 yılında 1965 veya 1975 yılında ya da daha başka yıllarda ne cevap verilirdi? Siyasi partilerin sadece birer örgüt olmadıkları, siyasi eğilim ve zihniyetleri yansıttıkları da düşünülünce altını çizmeye çalıştığım bu konunun önemini kavramak daha kolay olabilir. 'Türkiye'de daha önce kutuplaşma yoktu, bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan başlattı suçlaması aslında farkında olmadan sosyolojik/siyasi bir gerçeğin ortaya çıkmasına vesile olmaktadır.' Bu ülkede uzun yıllar boyunca tek düşünce biçimi, monolitik bir siyaset anlayışı, kamusal alanda tek bir hayat tarzı kabul edildiği, farklılıklar yok sayılıp baskıyla yok edilmeye çalışıldığı için farklılaşmamış homojen bir yapay toplum kurgulanmıştır ve elbette ki böyle bir yapıda kutuplar yoktur ve tek kutupluluktan söz edilebilir. 'Daha önce kendileri dışındakileri yok sayanların, elde ettikleri hegemonik konumla kendilerini toplumun tamamı olarak görenlerin, şimdi toplumsal değişimin gücünü arkasına alan demokratikleşme sürecinin yarattığı 'farklılaşmaları kutuplaşma olarak tanımlamasına' ne demeli bilmiyorum.' Toplumsal değişim ve farklılaşma diyalektiğinin yarattığı imkanları demokratikleşme reformlarıyla Türkiye'nin gelişmesi yönünde bir siyasete dönüştürenleri suçlamak kolay olabilir ancak bu kutuplaşma edebiyatının sakladığı gerçeğin mutlaka görülmesi gerekmez mi! Vedat Bilgin/Akşam Bilmem, Aslı Aydıntaşbaş ve Nazlı Ilıcak'ın cumartesi akşamı Twitter'daki hallerini gördünüz mü? Kendine CNNTürk adı vermiş sahte bir hesabın 'Suriye rejim güçlerince atılan 7 scud füzesi Urfa'ya düştü' haberini nasıl coşkuyla karşıladılar. Haberin yalan olduğunu öğrenince takındıkları pişkin tavır da ibretlikti. Bazıları da bir ihtimal belki vardır diye bütün yabancı kaynakları çılgınlar gibi taradılar. Peki neydi aradıkları haber? Tabii ki, ABD ve NATO'nun sert bir dille Türkiye'yi kınamış olma ihtimaliydi. Ya daha ilk top atışlarımız başladığı sırada 'yanlış politika Türkiye'yi felakete götürüyor' diye ortalığı ayağa kaldıran eski diplomat monşerlere ne demeli? Şimdi 'savaş karşıtı' havasına giren ama aslında hayattaki en esaslı korkuları ağızlarının tadının kaçması ve Batı'dan uzak düşmek olan bu beyler, hanımlar... Halktan insanların ölümüne ve acısına gerçekte zerre kadar yakınlık duymayan bu pek 'beyaz', pek seküler, pek okumuş, pek demokrat(!) çevreler... Çözüm süreci sırasında PKK'ya 'sakın barışmayın!' diye mesajlar gönderiyor, Esad'a 'diren, hem sen kazanacaksın, hem biz' diyordu. Bunları unutacak değiliz. Kaldı ki, her konuda eteklerde kalan bütün taşların patır patır dökülme zamanı geldi. Bakalım, daha neler göreceğiz! Haşmet Babaoğlu/Sabah Sahada alan hâkimiyetini genişletmesi yönünde teşvik ve desteklenen PYD-PKK'nın Türkiye'yi güneyden kuşatacak bir tampon unsur şeklinde beslendiği besbelli. Fakat buna rağmen Türkiye'nin PKK-PYD üzerinden derinleştirilen kuşatmaya karşı sessiz, saygılı ve sadık olması dayatılıyor. Kuşatma adım adım gelirken bu rezil kuşatmanın yarılmasına, yıkılmasına yönelik hazırlıkların hızlandırılmasına da şaşmamak icap ederdi. Cenevre ve Münih görüşmelerinde Amerika ve Rusya'nın yeniden hayat vermeye kalkıştığı Esed rejimi ve yedeğindeki PKK-PYD karşısında Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'la çözüm üretme politikasına daha bir hız verdi. Bunun alt yapısı önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ardındanBaşbakan Davutoğlu'nun yanına Genelkurmay Başkanı Akar'ı da alarak gerçekleştirdiği Suudi Arabistan ziyaretidir. Türkiye ve Suudi Arabistan'ın en üst düzeyde dile getirdiği tepkiler Suriye'deki dayatmalara teslim olunmayacağı yönünde giderek arttı. Öyle ki gerek Esed rejimi gerekse hamileri Rusya ve İran açık açık muhtemel bir kara operasyonuna karşı pozisyon belirleyeceklerini daha sık tekrarlar oldu. Dün itibariyle Azez bölgesindeki PYD-PKK mevzilerine yönelik yoğun top atışlarına başlanmış olması iyiden iyiye kemiğe dayanan bıçağın göstergesi sayılmalıdır. Sınır bölgesine kaydırılan zırhlı birliklerin geçen her gün arttırılması basit bir gövde gösterisi sayılmamalıdır. Suudi savaş uçaklarının İncirlik üssüne nakledileceğine dair haberler, sıklığı artan bir biçimde telaffuz edilen kara operasyonu hazırlıkları Esed ve hamileri için güçlü ve yıkıcı bir dalganın gelmekte olduğunu haber veriyor olmasın!? Türkiye'nin topçu atışlarıyla PYD-PKK kuşatmasına Rusya ve İran'dan önce Amerikan Başkan yardımcısı Joe Biden'ın müdahale etmeye kalkışması hiç de şaşırtıcı değildi. Topçu atışlarını tahrip gücü yüksek diğer silah sistemlerinin takip etmesi gidişatı çok bilinen bir işleyiştir. Dahası Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'ın 'Rusya ve İran işgalinden kurtarılmış Esed'siz bir Suriye' mutabakatı sadece Suriye için değil aynı zamanda kendileri için de bir ölüm-kalım savaşının deklarasyonudur. Çokça söylenenin aksine Türkiye, Suriye'deki direnişi desteklemekle değil uzak durmakla, desteklememekle tuzağa düşmektedir. Kenan Alpay/Yeni Akit CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu Londra'da hükümete soruyor, 'PYD'den neden rahatsızsınız' diye. Peki o halde 'siz neden rahatsız değilsiniz?' Tanrıkulu, PYD'yi 'kendi halkını IŞİD vahşetinden korumaya çalışan ve Türkiye'ye yönelik bir eylemi olmamış, kendi halkını temsil etmeye çalışan bir örgüt' olarak tanımladı. Skandala tepki gelince parti içinden savunmalar başladı, 'Tanrıkulu'nun sözleri çarpıtılıyor, PYD'nin terör örgütü olmadığına dair tek kelime etmedi' diye. Bu ülkede PYD'den rahatsız olmayanlar PKK'dan da rahatsızlık duymayanlardır. PKK'dan rahatsız olmayanları gördük, skandal bildiriye imza atan sözde akademisyenler var bu ülkede. CHP de Ak Parti'nin PYD'ye bakışını sorguluyorsa oturup bir kez daha düşünmeli. O sorguyu kendi içinde yapabilmeli. Eyvallah, 'PYD terör örgütü değildir' demiyor ama devletin ısrarla üzerini çizdiği gerçekleri yalanlamaya çalışıyor. Üstelik bunu Londra'da yapıyor. Türkiye ABD ve Avrupa'ya ısrarla 'PKK eşittir PYD yani ikisi de terör örgütüdür' diye bas bas bağırıp, Suriye sınırında bir milli mücadeleye girişmişken, CHP'liler çıkıp 'hayır öyle değil' diyor. Yakın geçmişe bakın, sınır ihlali yapan Rus uçağını düşürünce CHP içinden Rus işbirlikçisi gibi hareket edenler hatta daha da ileri gidenleri gördük. CHP milletvekili Eren Erdem Rus televizyonuna çıkıp, Putin'in 'Türkiye DAEŞ'ten petrol alıyor' yalanına sahip çıktı. Taha Dağlı/Aktüel.com.tr