Ak ana sonsuz sulardan çıkıp Ülgeni yaratma emrini veren ve tekrar sulara dönen tanrıçadır. Türk mitolojik görüşlerine göre Ak ana boynuzlu olarak betimlenir. Eski çağlarda Ana tanrıça heykelcikleri de boynuzlu olarak simgelenmiştir. Al karısı, genellikle kırmızı siyah uzun elbise giyer. En çok sevdiği şey atların yelesini örmektir. Onu yakalamak için elbisesinin yakasına bir iğne saplamak gerekir.Loğusalara musallat olan bu kötü ruh al karısı, albastı, albis, almis, adlarıyla da anılır. Albastı iki surette görülür. Sarı albastı ve kara albastı. Sarı albastı sarışın bir kadın suretindedir. Bazen keçi ve tilki suretine de girer. Kara albastı daha ağırbaşlı, ciddi, sarı albastı hoppa ve şarlatandır Şaman duasında şöyle tasvir edilir. 'sen karanlık gecelerde, genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun! Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak, genç al kısrak üzerinde geziniyorsun'.Ocak ruhu dişildir. Evin tam ortası 'evin kalbi'dir ve ocak yeri buradadır. Orta Asyada Hunlara ait, üç ayaklı ve kutlu kabul edilen kazanlar bulunmuştur. Ayızıt bir güzellik tanrıçasıdır ve yaratıcı kadın demektir. Bu anlamda Sümer ve Yunan mitlerinde İştar ve Afrodit'e benzer. Başında ak gökten ak bir kalpak, çıplak omuzlarında ak gökten bir atkı, baldırına kadar siyah bir çizme ile tarif edilir.Ayzıt güzelliğin sembolüdür. Bay Ülgen göğün 16. katında Altın dağda ikamet eder ve altın bir taht üzerinde oturur. Tahtı ay ve güneşin ötesindedir. Ülgen, gök cisimlerini yönetir, yağmur yağdırır, gök gürültüsü ve yıldırımları da o gönderir. Tanrı Ülgen biri ak biri kara taşla gelerek ateşin nasıl yakılacağını insanlara öğretmiştir. Eliade'ya göre gök gürültüsü ve şimşek tüm mitolojilerde gök tanrının silahıdır ve yıldırımıyla vurduğu yer kutsallık kazanır. Ülgen iyilik yapmayı sever. Ülgen'in kendisi, kızları ve oğulları insan şeklindedir. Göktürklerle ilgili bir mitoloji de, Göktürklerin atalarından birinin, (ki ataları kurttur) bir mağarada, ak geyik kılığına giren bir deniz tanrıçası ile ilişkisi olduğu anlatılır. Göktürkler nesillerinin kurttan geldiğini söylemekle beraber efsanelerinde dişi geyikte rol oynar. Dişi geyik bir ilahedir ve vücudundaki lekeler yıldız işaretleri olarak görülür. Dişi geyik eski Hun anlatılarında yol gösterici rolü oynar. Çakır, mavi gözlü, 'mavi-deniz' ve 'beyaz-mavi-deniz' türünden bir kuştur.Uygur sanatında Basaman isimli alp-tanrı, kuzey yönü, Merkür (su yıldızı), su unsuru ile alakalı görülür ve bu Alp-tanrının tuğu yırtıcı hayvan kuyruklarından oluşmuş olarak resmedilirdi. Elinde tuttuğu kargı ise üç dilimlidir. Erlik korkunç bir ihtiyardır. Gözleri ve kaşları kömür gibi kara, çatal sakalı dizlerine kadar uzamış, yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı kulakları üzerine yerleşmiş, çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzer. Saçları kapkara ve kıvırcıktır. Bir Şaman duasında: 'bindiği kara küheylan, döşeği kara kunduz derisinden, beline kuşak yetişmez. Göz kapağı bir karış, bıyığı ve sakalı kara. Kovası kişi göğsünden, kadehi insan kafatasından, kılıcı yeşil demirden, kürek kemikleri yassı demirden, dizgini kara ipekten, kamçısı kara yılan' denmektedir. Türklerde kartal hükümdarlık sembolü olurken, sungur, sıklıkla tigin unvanlarında kullanılır. Kaşgari'nin büyük bir yırtıcı kuş olarak tanımladığı sungur, maviye çalan beyaz kuşlar arasındadır. Pelliot Çin'de su kuşlarını avlamakta kullanılan sungurun, 'deniz mavisi' türünden olduğunu söyler. Moğollar aynı kuşa 'mavi yırtıcı kuş' derler. Karahan göğün 17. katında oturur.Bütün tanrıların babasıdır ve oradan evrenin kaderini tayin eder. Ülgeni kurbanın ruhuna ulaştırmada yardımcı olan tanrıdır.Suyla ile birlikte görülen ve onunkine benzeyen görevi olan bir ruhtur. İşareti dumandır. Bu Tanrıça yeniden doğuşu, ebedi hayatı, ölümsüzlüğü ve güneşin doğuşunu simgeler. Çok kuvvetli tanrı anlamına gelir. Türk Savaş Tanrısıdır. Mergen kelime anlamı olarak okçu nişancı anlamına gelir.Bu anlamda Mergen, Yunan mitolojisindeki Hermes'i (Merkür) anımsatır. O karanlığın güçlerini yenen tanrıdır. Çünkü herşeyi bilir ve akıllıdır. Türkçe 'bürküt' kartal demektir. Bakır tırnaklıdır, sağ kanadı ile güneşi, sol kanadı ile ayı kaplar. Ona gök kuşu da denir. Büyük kartallar için Bürküt kelimesi kullanılır.Çift başlı kartallar, gök direklerinin veya kayın ağacının tepesinde tasvir edilir ve tanrı Ülgenin sembolüdür. Su iyelerinin hepsi sularda yaşar İnsanlara zarar vermezler. Onların yaşadıkları sarayın girişi, nehirlerin derinliklerinde bir taşın altındadır. Güneş ve Ay'ın kırıntılarından yaratılmıştır. İnsanların hayatını kontrol eder ve bir değişiklik olduğu zaman Ülgen'e bildirir. Tepegöz Kaf dağında yaşar çoban ve peri kızının evliliğinden doğar. Tepegöz su üzerinde yüzen başı gözü belirsiz bir ciğere benzetilir. Tepegöz bazen dişi bazen erkektir. Tepegöz tek gözlüdür. Tepegöz'ün parmağındaki yüzüğü annesi takmıştır. Umay, çocukları ve hayvan yavrularını koruyan bir tanrıçadır. Orta Asya da bazı arkeolojik buluntulardan anlaşıldığına göre Umay ana motifi, beyaz saçlı ve beyaz giyimli olarak, insanbiçimci bir görünüm sergilemektedir. Kuş kılığında kanatlı bir kadın görüntüsü de vermektedir. Kurbanı Ülgen'e ileten bir ruhtur. Güler yüzle karşılayan anlamına gelir. Gökyüzünde yaşarÜlgen'e en yakın ruhtur. Eski Türkçede ürüng-beyaz, ayıg-yaratan, toyon-tanrı, efendi demektir. Türklerde beyaz yaratıcı diğer yaratıcı ruhların en büyüğüdür. Kainatı o yaratmıştır. Ürüng Ayıg Toyon, çok saygı gösterilen, kutlu, nur yüzlü ve ulu bir Tanrıdır. Kuzey Moğolistan'da yaşayan göçecebe Dukha'ları araştıran fotoğrafçı Hamid Sardar Afkhami onların günlük yaşantılarını fotoğrafladı. Dukhalar, Moğolistan'da 10 bin yıldır varlığını sürdürüyor. Dukhalar ren geyiği yetiştiriyor ve Türkçe ile aynı aileden gelen bir dili konuşuyor. İşte o fotoğraflar... Günümüzden 10 bin yıl önceki yaşam tarzıyla hayatlarını sürdüren Dukhalar'ın inandıkları din ise Şamanizm. Moğolistan'a Tuva'dan gelen, avlarını paylaşan, ormanlardan yemiş toplayan, doğayla uyumlu ortaklaşmacı bir toplum olan Dukhalar, Sayan Dağları'nda yaşayan ve nesli hızla tükenen Ren geyikleriyle birlikte göçebe olarak yaşıyor. Harvard Üniversitesi'nde Çin-Tibet Dilleri üstüne doktora yapan Sardar-Afkhami; Dukha halkının yok olamaya yüz tutan yaşam tarzlarını keşfedip, ölümsüzleştirdi ve muazzam fotoğrafların yanı sıra bu halkı konu alan bir belgesel de hazırladı. Ren geyiklerinin sütü ve peyniriyle, topladıkları yaban yemişleriyle beslenen bu topluluğun Türk dilini konuşması dikkat çekiyor. Ren geyikleri besliyor, karlı ormanlara onlarla gidip avlanıyor ve yiyecek buluyorlar. Ormandan topladıkları bazı şeyleri de en basit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için çevre köylerde satıyorlar. Dünyada artık çok az insanın yaptığı ve nesilden nesile geçen kartallarla avlanma geleneğine de burada hala rastlamak mümkün. 'Kartalla avlanan avcı' olmak yalnızca bir ünvan değil, bir yaşam tarzının da simgesi… Bu avcılar kartallar sayesinde tilki veya marmot gibi daha küçük hayvanları avlıyor. Kaynak:haberself/milliyet