''Türkiye, Ulusal güvenliğini tehdit eden 'Paralel yapı' ile mücadelesine hukuk kuralları içinde devam edecektir.''
''Gülen örgütü gibi yapılar, açık toplum olma yolunda hızla ilerleyen Türkiye'nin düşmanlarıdır.''
Yaşadığı dinlemeler ve casusluk suçlamasıyla emniyet içinde başlatılan operasyonlar sessiz bir şekilde devam ediyor. Öte yandan çözüm sürecinin yol haritasına ilişkin hazırlıklar devam ederken provakayon olarak tanımlanan eylemlere de geçtiğimiz hafta içinde tanık olduk. Paralel yapı olarak tanımlanan emniyet içindeki Gülenist'lere yönelik devam eden operasyonları, çözüm sürecini ve Türkiye'de demokrasinin kurumsallaşmasına yönelik çalışmaları konuşmalarında sürekli olarak Karl Popper'in Açık Toplum anlayışını vurgulayan ve bu yönüyle daha önceki İçişleri Bakanlarından çok daha farklı entelektüel bir profil çizen İçişleri Bakanı Efkan Âlâ ile konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde Emniyetin içinde yasadışı dinlemeler ve casusluk faaliyetleriyle ilgili operasyonlar gerçekleştirildi. Bu operasyonlara gerekçe nedir ve son durum hakkında bilgi verebilir misiniz?
Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden büyük bir casusluk faaliyetiyle karşı karşıyayız.Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlıklar,istihbaratkurumları, güvenlikteşkilatları, kamubürokratları, STK Başkanları, Savunma Sanayi, işadamları, siyasi parti genel merkezleri ve il teşkilatları yasa dışı bir şekilde dinlenmiştir. Türkiye'nin, başta MİT olmak üzere kurumları vasıtasıyla yürüttüğü legal insani yardım faaliyetlerini, devlet içerisinde kümelenmiş bir grup, sanki bu faaliyetler ve kurumlar yasadışı örgütler ve terör gruplarıyla ilişkiliymiş gibi göstermeye çalıştı. Türkiye'nin ulusal güvenliğine karşı bu saldırıları gerçekleştirenler ve bundan sorumlu olanlar hukuk önünde hesap vermeye başladılar. Türkiye hukuk devleti kuralları içerisinde bu suçlular ile mücadelesini sürdürmektedir. Özetle, yaşananlar bundan ibarettir denilebilir.
Dinlemeleri yapan ve yasadışı faaliyetleri yürüten kimselerin, Gülen grubu ile ilişkili olduğuna dair devletin elinde ne gibi veriler var?
Biz emniyet, yargı ve bürokraside konuşlanmış ve bu yasadışı faaliyetlere bulaşmış kimseleri buluyor ve hukuk önüne çıkarıyoruz. Bu hukuksal süreçler işletilirken ve soruşturmalar yürütülürken aynı kaynaktan beslenen iftira ve yalana dayalı kampanyalar ve dirençlerle karşılaşılıyor. Medyadan iş dünyasına, bürokrasiden sivil toplum örgütlerine kadar aynı yerden kontrol edildikleri "açık sır"dı. Devlet bütün iddiaları titizlikle ve demokratik hukuk devleti ilkelerine uygun olarak soruşturmaktadır.
Peki bu soruşturmaların bir cadı avına dönüştüğüne dair iddialar var, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Dayanaksız bir iftiradır, bir kara propagandadır. Türkiye'de Emniyet teşkilatı 260 bin personelden oluşuyor. Bu teşkilat içinde buyasadışı suç şebekesi ile ilişkili olduğu şüphesiyle soruşturulan toplam personel sayısı 2.000 kişi. Bunlardan 1000 kişi hakkında,bu suçlarla irtibatlı olduklarına dair yargıya suç duyurusunda bulunuldu. Şu ana kadar ise sadece 68 emniyetmensubu suçlarındandolayı görevlerinden ihraç edildi.
Bu operasyonların, toplamda emniyet teşkilatının yüzde birini bile kapsamadığını ortaya koyan bu rakamlar, emniyet içinde çeşitli suçlara bulaşmış kişiler ile mücadele edildiğinin göstergesidir. Aslında, cadı avı iddiası bu paralel yapı ve onun sözcülüğünü yapan kendi medyalarının zihin haritalarını ortaya koyuyor. Soruşturmalarımız ve müfettişlerimiz vasıtasıyla ulaştığımız belgeler bizlere gösteriyor ki; bunlar ortada örgüt yahut suç yokken, yapay bir şekilde,ilgili, ilgisiz kişilerle ilişkilendirerek dosyalar hazırlamışlar ve suçlar uydurmuşlar. Şu an bizi suçladıkları şeye, tam bir cadı avına kendileri hazırlanmışlar.Hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde devam eden soruşturmaları bu şekilde nitelemelerini şaşırtıcı bulmuyorum, zira zihinsel haritaları böyle. Öte yandan, bu kavramın Türkiye devletinin yürüttüğü hukuk sürecinde ve soruşturmalarda hiçbir karşılığı yoktur.
Peki bürokrasi içinde yapılanmış bu örgüt ile mücadele sırasında karşılaştığınız zorluklar var mıdır ?
Yasadışı örgütler ve organizasyonlar kendi amaçlarını gerçekleştirmek için her türlü yolu denerler. Oysa devlet organları demokratik hukuk kurallarına uygun bir biçimde hareket etmek mecburiyetindedir. Önce suç tespit edilir, suçtan sanıklara gidilir, tespitler yargıya teslim edilir,şeffaf ve adil biçimde yargılama yapılır.
Bu tür yapılar, açık toplum olma yolunda hızla ilerleyen Türkiye'yi düşman ilan etmektedirler. Çünkü açık toplum ve demokratik düzende bugün elde ettikleri kayıt dışı gelirleri elde edemezler. Türkiye'deki sorundan ve problemden beslenen diğer yapılargibi onlar da zaman içinde ve hukuk sınırları dâhilindetarihteki yerlerini alacaklardır.
Türkiye gelişmiş demokrasiyi inşa etme hususundaki kararlılığını sürdürmektedir. Halkımız da bu kararlılığı gördüğü için AK parti hükümetine, her seçimde sürekli artan bir destek göstermektedir.
Bürokraside uzun yıllar görev yapmış ve devletteki reformlara tanıklık etmiş biri olarak, Türkiye reformcu kimliğini kaybetti, otoriterlerşiyor eleştirilerine nasıl yanıt vermek istersiniz?
AK Parti iktidara geldiğinden bu yana Türkiye'de herhangi bir alanda geriye gitmiş herhangi bir düzenleme ve uygulama gösterebilir misiniz? Özellikle demokratikleşme alanında daha öncesine kıyas edilmez bir ilerleme kaydedilmiştir. Kürt sorunundan AB sürecine,girişim özgürlüğünden din ve vicdan özgürlüğüne ve düşünce özgürlüğüne kadar birçok alanda bu konuyla ilgili örnekler verebiliriz. AB'ye katılım müzakerelerini resmen başlatan AK Parti'dir. Avrupa Birliği ile uyum yasalarını çıkaran Ak Parti'dir. Kopenhag kriterlerinikabul edenAK Parti'dir. Anayasa Mahkemesi'ne temel hak ve özgürlüklerle ilgili bireysel başvuru hakkını getiren AK Parti'dir. Cumhurbaşkanını halkın doğrudan seçmesini sağlayan AK Parti'dir.
Reformcu kimliğini kaybetti denilen AK Parti'nin şu anki en önemli gündemi Türkiye'yi ileri demokrasiye taşıyacak yeni demokratik bir anayasanın hazırlanmasıdır.
Ayrıca din, dil ve etnisite konusunda çokça reform yapıldı. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin çok ilerlemeler kaydedildi ve reformlar sürdürülmektedir. AB Süreci devam etmektedir.
Türkiye'de geriye giden tek şey muhalefet partileridir. Muhafelet de reformcu bir kimliğe bürünürse Türkiye reformlar yapma hususunda ivmesini artıracaktır. Çünkü Anayasa reformu için siyasal çoğunluk gerekiyor. Bu çoğunluk AK Parti'nin elinde olsa, Türkiye derhal yapacak bu anayasayı. Önümüzdeki yıl gerçekleşecek seçimlerde milletimizden yetkiyi alıp, temel hak ve özgürlükler temelindeki Yeni Anayasayı hemen yapmayı arzu ediyoruz.
Daha önceki bir açıklamanızda paralel yapının harekete geçmesinde, Başbakan Erdoğan'ın 2009 yılındaki Davos çıkışı bir milattır demiştiniz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Belgelere baktığımızda dinlemeler, dosyalamalar hemen o dönemden sonra başlıyor. O dönemden sonra MİT Başkanı Hakan Fidan'a yönelik siyasi saldırı meydana geliyor. Sonrasında Gezi olayları gündeme geldi. Son olarak da 17 ve 25 Aralık operasyonları gerçekleşti. Paralel yapının bazı uluslararası organlarlarla işbirliği içinde olduğu açık. Soruşturmalar da bunu gösteriyor.
Esasen, bu dönemde dünyada ekonomik kriz varken Türkiye'de yüz elli milyon yolcu/yıl kapasiteli Üçüncü Havalimanı İhalesi, Üçüncü Köprü ve Nükleer Santral İhalesi aynı yıl içerisinde yapıldı ve bu ihaleler Yap-İşlet-Devret Modeliyle yapıldı. Bu yatırımlar en şeffaf biçimde televizyondan naklen yayınla ihale edildi. Bu, uluslararası piyasaların Türkiye'ye olan güvenini gösterir. Aynı yıl büyük proje olan ve iki kıtayı, Avrupa ve Asya'yı İstanbul Boğazı altından raylı sistemle bağlayan Marmaray Projesi bitirildi ve hizmete sokuldu. IMF'ye borcun son taksiti ödendi. Ekonomik göstergeler tarihin en iyi seviyesine ulaştı.
Aynı dönemde "Kürt Sorunu"nun çözümü ve terörün sonlandırılması için önemli adımlar atıldı, "Çözüm Süreci" başlatıldı. Din ve vicdan özgürlüğü konusunda yasaklar ortadan kaldırıldı ve özgürlükler genişletildi. Azınlık vakıflarına ait 1.014 mülk iade edildi ve 21 taşınmazın bedeli ödendi. Tespitler ve iadeler devam ediyor.
Bu kadar olumlu gelişmelerin yoğunlaştığı bir dönemde ardı ardına siyasi istikrara yapılan saldırılar ve darbe girişimleri tesadüfi değildir.
Çözüm Sürecine ilişkin bir yol haritası hazırlıkları devam ederken geçen hafta provokasyon olarak tanımladığınız bazı eylemler gerçekleşti. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tür önemli sorunlar çözülürken maalesefprovokasyonlar oluyor. Türkiye'nin ayağında pranga olan bu problemi çözmek için siyasi irade güçlü bir inisiyatif aldı. AK Parti hükümetleri döneminde demokratikleşme yönünde atılan önemli adımlar neticesinde bölgedeki vatandaşlarımızın örgüte desteği önemli ölçüde azalmıştır.Çözüm sürecinde hangi adımların atılacağı, nasıl insiyatiflerin alınacağına dair kararların büyük bir kısmı oluşmuş durumdave yakın zamanda yol haritamızı kamuoyu ile paylaşacağız. Bu sonbaharda netleşmiş olur.
Geçmişte olduğu gibi bugünde provokasyonlar olabilir, fakat toplumun tamamında bu sürece ilişkin güçlü bir destek vardır ve bu provokasyonlar sonuç vermeyecektir.
AK Parti'nin bu güne kadar en önemli hedeflerinden birisi Türkiye'deki askeri vesayetin geriletilmesi oldu. Sizce bu alanda istenilen noktaya erişildi mi?
Askeri vesayet geçmişe kıyasla oldukça zayıflatıldı ve etkisizleştirildi. Türkiye demokrasiyi içselleştirmiştir. Bu alanda reformlara devam ediyoruz.
Vesayet ile mücadelede en önemli nokta demokrasiyi geliştirmek ve kurumsallaştırmaktır. Demokratik bir sistem kişisel iyi niyetlere emanet edilemez. Vesayetler ile mücadelede en büyük engel Anayasa'dır. Türkiye halen askeri darbe döneminde yapılmış 1982 Anayasası ile yönetilmektedir. Sivil irade,TBMM yeni bir anayasa yapmalıdır.Yeni Türkiye olarak defolu bir sistemle yolumuza artık devam edemeyiz.
Öte yandan,Askeri vesayet dışında vesayetlerde var. Anayasal kurumların da millet üzerindeki tahakkümü ortadan kaldırılmalı. 2007 yılında Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortaya çıkan 367 krizinde ve 2008 yılında yüzde elliye yakın oy almış partimizin kapatılmaya çalışılması gibi girişimlerde bunun örneklerini gördük. Fakat şu an memnuniyetle görmekteyiz ki, ülkemizde bir demokratik talep iklimi oluşmuştur. Demokrasiye karşı bir tutum içine giren bütün kişi ve kurumlar halk nezdinde meşruiyetini yitiriyor. Milletimiz de bu reform sürecini, ileri demokrasiye doğru atılan adımları benimsedi ve arkasında duruyor.
Siz sürekli olarak konuşmalarınızda 'Açık Toplum' anlayışını vurgulayan bir siyasetçi olarak 'İleri demokrasi' kavramı ile neyi kast ediyorsunuz?
Türkiye oldukça istikrarsız bir bölgede bir istikrar adası olarak yoluna devam etmektedir. Kendisini muhafazakâr demokratlar olarak tanımlayan bir siyasi hareketin mensupları 2002 yılından bu yana ülkeyi reformlar ile dönüştürmeye devam ediyor. Bir İslam ülkesi olarak demokrasisini sürekli geliştiren bir ülkeyiz biz. Türkiye'nin başarısı bölgedeki diğer ülkelere de örnek teşkil ediyor. Bu sebeple düşmanlarının da dostlarının da sayısı artıyor. Nihai hedefimizi de tekrar deklare ediyoruz; "İleri, gelişmiş demokrasi". İleri demokrasi bir hak ve özgürlükler demokrasisidir.
Türkiye siyasal ve ekonomik reformları ile şeffaf ve hesap verebilir, sosyal adaleti, refah ve kalkınmayı hedefleyen demokratik bir sistemi inşa etme yolunda hızla ve kararlılıkla ilerliyor.
Fakat bu hedeflere rağmen geçtiğimiz yıl Gezi olayları sürecinde yaşananlar ve polis şiddeti çok eleştirilmişti. Bu yaşananların sizin anlattıklarınızla çelişen bir tarafı yok mu?
1990'ların Türkiye'sinde birçok anti demokratik uygulama yaşanıyordu. Son 12 yılda yapılan reformlar ile bunlar Türkiye'nin gündeminden çıktı artık. Fakat daha yapacağımız çok iş, önümüzde de uzun bir yol var. Bunun adını da biz gelişmiş demokrasi hedefi koyuyoruz zaten.
Öte yandan şunu açık olarak belirtelim;Gezi olayları bir kalkışma idi. Vandalizm ve şiddet eylemleri doğrudan hükümeti hedef alıyordu. Devletler, kamuya ve diğer vatandaşlara karşı bir saldırısöz konusu olduğunda etkili biçimde tedbir almak zorundadır. Başka insanların özgürlüklerini tehlikeye sokacak bir şiddet, özgürlük ve hak olarak nitelenemez. Nitekim bütün gelişmiş demokrasilerde gösterilere karşı aynı ilke çerçevesinde hareket edilmektedir. Kişinin temel hak ve özgürlükleri sadece devlet otoritesine karşı değil, her türlü otoriteye ve nereden gelirse gelsin, her türlü şiddete karşı garanti altına alınmalı ve korunmalıdır. Kamu otoritesi, demokratik kurallar içerisinde, şiddete başvurmaksızın, kendi politika ya da uygulamalarına karşı demokratik tepkilerini gösteren vatandaşlarının gösteri yapma haklarını ve ifade özgürlüklerini kullanmalarını sağlayacak tedbirleri alır ve bu imkânı sağlamakla görevlidir. Ama Gezi olaylarında, ne yazık ki, barışçı gösteri yapma hakkının kullanımı değil, ambulansları yakan, dükkânları taşlayan ve kişilere saldıran şiddet söz konusuydu. Dezenformasyon ve kara propaganda söz konusuydu.
Türkiye'nin, bölgede istikrarıyla, demokrasisiyle, ekonomisiyle büyümesinin, kendi alanlarını daraltacağından korkanların bir dezenformasyonuda otoriterleşme suçlamasıdır. Bu tamamen mesnetsiz bir kara propagandadır. Türkiye, AK Parti hükümetleri döneminde demokratikleşme ve temel hak ve özgürlükler alanında sürekli olumlu adım atmıştır. Yasakları kaldıran, özgürlüklerin alanını genişleten reformlara imza atmıştır, atmaya devam etmektedir ve bu politikaları Türkiye'nin her bölgesinden ve toplumun her kesiminden yüksek oranda destek görmektedir. Her seçim sonucu bunu teyit etmiştir. Kurulduğu 2002 yılında, ilk seçimlerinde yüzde 34,5 oy almış olan AK Parti, Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 52 oranında oy almıştır. Bu tür yakıştırmalar Türkiye yönetiminde halk iradesinin egemen olmasını istemeyenlerin ve sandık dışı yöntemlerle iktidar ortağı olmayı alışkanlık haline getirmiş olanların ucuz propagandalarıdır.
Son olarak uluslararası basında Türkiye'nin çeşitli terör örgütlerini desteklediğine dair iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz ?
Bunlar iddia değil sadece iftiradır. Türkiye terörün ne demek olduğunu çok iyi bilen ve yıllar boyunca terörden dolayı büyük acılar yaşamış bir ülkedir. Uluslararası teröre karşı mücadele içerisindedir. Bunlar tamamıyla dezenformasyondur, Türkiye'nin terörü önleme konusunda aldığı inisiyatiflerden rahatsız olanların ortaya attığı bir takım mesnetsiz, Türkiye'nin uluslararası itibarını hedef alan, uydurma, akıl dışı iftiralardır. Türkiye, tam aksine, terörün önlenmesi için uluslararası kuruluşlar ve diğer ülkelerle etkili işbirlikleri yapmaktadır.
Efkan Âlâ kimdir?
1987'de İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Batman ve Diyarbakır illerinde valilik görevinde bulundu. Valilik görevleri sırasında bölge halkıyla kurduğu yakın ilişkiyle dikkatleri çeken Ala, 2007 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı görevine getirildi. Aralık 2013 tarihinden bu yana İçişleri Bakanı olarak görev yapmaktadır.