Filistin'in Ankara Büyükelçisi Dr. Faid Mustafa Sabah için yazdı:
Dr. Faid Mustafa
29.11.1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Filistin'i iki devlete bölen kararının 68'inci yıldönümünü andık.
Bu karar çerçevesinde birinci devlet olan İsrail kuruldu, fakat ikinci devlet olan Filistin'e olanak tanınmadı. Başka bir deyişle kararın yarısı uygulandı, diğer yarısı terk edildi.
Hakkı olan kendi toprakları üzerinde bağımsız devlet kurulana kadar 38 yıl önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu aynı tarihi, 29 Kasım'ı Filistin Halkıyla Dayanışma Günü olarak kabul etti.
Bu tarihin anlam ve önemine dayanarak Filistin yönetimi Filistin murakıp üye talebini Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na aynı tarihte sundu. 29.11.2012'de açık farkla 138 ülke oyuyla Filistin, Birleşmiş Milletler'in 194'üncü ülkesi oldu.
ABD başta olmak üzere bazı ülkeler Filistin'in üyelik başvurusunun barış görüşmelerine aykırı olduğunu savundular.
Biz BM'ye giderken İsrail'i izole etmeye veya meşruiyetini tartışmaya niyetimiz olmadığını belirttik. Aslında İsrail'in yerleşimci ve genişletici politikalarını ortadan kaldırmak istiyoruz.
Bu politikanın izole edilmesi bizim amacımız.
Çünkü bu politika izole edilmeden ne işgal bitirilebilir, ne de komşularıyla barış ve güven içinde yaşayan Filistin devleti tanınabilir.
Hakkımızı almak için gösterdiğimiz çabalarımızın sonucunda dünya ülkeleri açık farkla bizi desteklediler. Geniş kabul bölgedeki barışı ve istikrarı pekiştirmeye katkıda bulundu. Biz Filistinliler olarak BM Genel Kurulu üyeliğimizi ve UNESCO tam üyeliğimizi büyük bir sorumlulukla kullanmaktayız.
BM Genel Kurulu'nun barış görüşmelerinin yerini alamayacağı ile ilgili sözlerimizin ve taahhütlerimizin arkasında olduğumuzu teyit için üç yıl aradan sonra yeniden görüşmeye başlatılması ile ilgili uluslararası çağrılara olumlu yanıt verdik. Hukuki temeli oluşturduktan sonra, 1967 sınırları esas alınarak iki devletli çözümü, Kudüs, mülteciler, sınırlar, yerleşim bölgeleri, su, güvenlik ve tutuklu Filistinliler gibi tüm sorunları 6 aydan 9 aya kadar süreyle sınırlandırarak Temmuz 2013'te görüşmeler başladı, 16 celse düzenlendikten sonra İsrail tarafı taahhütlerine uymadığı için askıya alındı.
Uygulamalar açık bir şekilde gösteriyor ki İsrail ciddiyetsiz. Misal olarak İsrail'in bağımsız Filistin toprakları üzerinde inşa ettiği binlerce yerleşim birimini gösterebiliriz. İsrail iki devlet çözümünde ciddi olsa işgal altındaki Filistin topraklarından çekilir, tam tersine hergün Kudüs'te, Aghwarlar'da ve değişik bölgelerde Filistinli vatandaşların evlerini yıkıyor.
Filistin bölgelerini, şehirleri ve köyleri basmaya, Filistinli vatandaşları ve çocukları tutuklamaya devam ediyor. Halen politik amaçlarla 7000 Filistinli tutuklu. Tüm bu uygulamalar İsrail'in ciddi olmadığının işareti değil mi?
İlaveten, İsrail ara sıra yeni şartlarla bize geliyor, misal olarak İsrail'in Yahudi bir devlet olduğunu kabul etmemiz isteniyor. Bu talep beş yıl önce Netanyahu tarafından barış tekerleklerine çomak sokmak amacıyla öne sürüldü.
Kendi adlarını değiştirmek istiyorlar..
Filistin Kurtuluş Örgütü, Oslo anlaşmasına dayanarak İsrail'i tanıdı. Ama İsrail kendisiyle barış yapan Arap ülkelerinden (Mısır ve Ürdün) Yahudi devletini tanımasını istemedi. Aslında 1948'de ABD Başkanı Harry Truman'ın danışmanları Yahudi devleti olarak tanınmasını istediler.
Fakat Truman kendi eliyle çizdi ve "İsrail Devleti" yazdı. İki devletli çözümü 1988'de Filistin-İsrail çatışmasını sonlandırmak için kabul ettik. Bu hedefi gerçekleştirmek için ihlasla ve ciddiyetle çalıştık, fakat geniş İsrail yerleşim politikaları bu umudu uzaklaştırıyor ve başarısızlığa götürüyor.
Görüşmelere yeniden başlanması için ön koşul veya şart koymadık, istediğimiz tek şey İsrail'in imzalanan sözleşmelerde, yol haritasında, dörtlü devlet beyanında ve uluslararası meşruiyet kararında belirtilen sorumluluklarını yerine getirmesi. Biz kendi sorumluluklarımıza uyduk ve uluslararası şartlara göre hareket ettik, hiç kimse barış sürecini baltalama sorumluluğunu üzerimize atamaz.
Sadece bununla sınırlı değil; 2002'de Araplar, Arap Ligi ve İslam İşbirliği Teşkilatı tarafından sunulan barış girişiminde, tüm Arap ülkeleri 1967 sınırlarına çekilmesi durumunda İsrail ile doğal ilişkilere gireceklerini beyan ettiler. İsrail kendi fobilerinden kaynaklanan nedenlerle bu girişimi yok sayıyor. Arap girişimi şunları içeriyor:
1- Arap ve İslam ülkeleri 1967 sınırlarına göre İsrail devletini tanıyacaklar.
2- Mülteciler ile ilgili adil ve taraflarca kabul edilen bir çözüm bulunacak.
3- Anlaşmayı korumak için bölgesel güvenlik tedbirleri alınacak.
4- İsrail 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilirse 57 İslam ve Arap ülkesi onunla iyi ilişkiler kuracak. Arap-İsrail çatışması bitmiş sayılacak.
İsrail ile barış anlaşması yapılacak ve bölgede güvenlik sağlanacak.
İsrail daha fazla ne istiyor? Bu teklif karşısında İsrail nasıl Arap ve İslam ülkelerinin kendisine düşman olduklarını iddia edebiliyor?
Filistinliler olarak uluslararası meşruiyetin kararlaştırdığı dışında hiçbir talebimiz yok, ama bunun altını da kabul etmeyeceğiz. İstediğimiz 1967'de işgal edilen Filistin toprakları üzerinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin Devleti'ni kurmak. İşgali ve işgalin sonuçlarını reddediyoruz, işgale "Hayır" deme hakkına sahibiz. Halkımız haklı olduğu direncini uluslararası kanunlara göre, barışçı dirençle gösteriyor.
Bu bağlamda kardeş Türkiye'nin resmi ve halk seviyelerinde Filistin halkına, Filistin davasına, kendi toprakları üzerinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletini kurmasına verdiği destek bizim için bir onur kaynağı. Bu destek iki halkı ve iki tarafın siyasi yöneticilerini birbirine bağlıyor.