Gündemin tepesinde AB ile Türkiye arasında süren
"kayseri pazarlığı" tadındaki mülteci müzakereleri var. Yapılan müzakereler Türkiye ve AB ülkeleri arasındaki mülteci trafiğinin düzenli bir hale sokulmasından, Türkiye'nin AB üyelik sürecinin ve Türk vatandaşları için Schengen bölgesine vizesiz seyahat çalışmalarının hızlandırılmasına kadar birçok konuyu içeriyor. Ama biz en çok vizesiz Avrupa'yı konuşuyoruz. Tur operatörleri yaz için Avrupa seyahatini cazip kılacak kampanyalara dahi başladı. Yıllardır özellikle iş dünyası için vizesiz bir Avrupa olması gerektiğini savunuyorduk bu anlamda eğer gerçekleşirse ticari faaliyetler noktasında olumlu bir gelişme olacak. Madalyonun öbür yüzünde ise bazı riskler var. Çünkü vize serbestisini almak için bazı şartları da kabul etmemiz gerekiyor. Örneğin; Türkiye, AB'nin vize uyguladığı ülkelere vize uygulayacak. Bu da Ortadoğu, Türk cumhuriyetleri, Çin gibi ülkelere vatandaşlarının Türkiye'ye gelirken tıpkı şimdi bizim Avrupa'ya giderken uğraştığımız gibi vize süreciyle uğraşması demek. Bunun da ekonomik yükünü hesaplamak gerek. Öte yandan görüşmeler çerçevesinde dile getirilen tüm bu 3 + 3 milyar eurolar, göçmenlerin geri kabulü, müzakere başlıklarının açılması, üyelik sürecinin hızlanması gibi konuların ardında bana kalırsa çaresizlik içindeki AB'nin son çırpınışları var. Bir tarafta ekonomisi zayıflayan, İngiltere gibi güçlü üyelerini kaybetme tehlikesi içinde olan, nüfusu yaşlanan bir AB var.
Diğer tarafta hala genç nüfus potansiyeline sahip, üreten, tüketim eğilimi düşen Avrupa'nın ürettiklerini satabileceği Ortadoğu'ya açılan kapı olmak gibi, enerji koridorların kilit noktası olmak gibi stratejik konumda bir Türkiye var. Bir başka ifadeyle AB, hem içsel durumunu hem de küresel siyasi ve ekonomik gelişmeleri değerlendirerek uzun vadeli bir strateji ortaya koyarken Türkiye'yi göz ardı edemez. Başbakan Davutoğlu da bunun farkında ve pazarlığı o nedenle Kayseri usulü yapıyor.