Yeni bir kitabı alıp okumaya yönelten, aydınlanmak, gerçeği öğrenmek, merak etmek gibi pek çok güdüden söz edilebilir. Ama hepsinin bağlandığı 'esas güdü' insanın 'değişme' arzusudur. Okuduğumuz kitabın bizi kendimiz hakkındaki bilmediğimiz o 'muğlak tasavvurumuza' doğru değiştirmesini umarız. Bu kitap anlattıkça sırrı açıklamıyor ama var ediyor. Sırrı aktarmıyor ama bulaştırıyor. Sırrı bildirmiyor ama hissettiriyor. Kalbinin sırrına 'vakıf' olamayanlar kalbe seslenemezler, yazar kesinlikle onlardan biri değil. Yazar gördüğünü görmenizi, hissettiği şeyleri hissetmenizi böylece hakikate doğru yol almanızı candan istiyor, bunun için çırpınıyor, hikmetle yazıyor. Belli ki söz konusu kitap aşkla yazılmış, belli ki yazmak kutsanarak yazılmış . Deccaliyet'e karşı Mehdiyet'e tüm varlığıyla taraf olarak yazılmış. Şiirsel bir üslupla, kalbi bir anlamayla, 'içerden' bir dille yazılmış. Adeta kelimeleri nurlandırarak, Kur'ani 'bir' imanla, nefes nefese 'bir' canla, manayla ruhu 'bir' kıla kıla yazılmış. Nefes nefese diyorum, çünkü yazar zamanın daraldığı kaygısını taşıyor. Kalplerin bir an önce uyandırılmasının 'elzem' olduğunu düşünüyor. Düşünmekten de öte, bunu ilahi bir görev kabul ediyor. "Rabbim istedi yazdım" diyor. Kendini bir 'kalem', yazmayı bir 'alem' olarak görüyor. Hem entelektüel hem ümmi bir seziş gücü, hem dünyevi hem Kur'an'dan beslenen marifet bilgisi, hem ilim hem irfan biraradılığıyla yazılıp nihayetlendirilmiş kitap, insanı saran, sarsan, uyandıran 'vahiy temelli' bütüncül bir 'mesaj' niteliğini 237 sayfa boyunca sürdürmeyi başarıyor.
ANAHTAR KELİME AŞK
Bir defa, şu önemli 'hakikat', zihninize adeta kazınıyor: Şeytana ve onun hizmetkarlarına karşı insanı 'kalbi' korur, kalbiyse vahiy korur, vahiyiyse, 'oku'mak korur, tabi aşkla. Bu yüzden, Allah'ın İpine Aşkla Sarıl'a rahatlıkla, 'kalbin kitabı' diyebiliriz. "Kalbinize güvenin ey müminler!" denilerek, 'vahyin yurdu' kalbin bu deccaliyet ortamında güvenilecek tek yer olduğu vurgulanıyor. Kur'anı kalpten okumak, kalbi okumak gibi sözlerle epey karşılaşıyoruz. Yüzeysel bir okuma yapılırsa, yazarın tekrara düştüğü sanılabilir. Ama dikkatlice bakıldığında bunun bir gereklilik ve bağlam farklılığı içinde olup bittiği görülüyor. Dahası kalbii bir yazmanın, farklı anlarda, aynı cümlelerle farklı duygu ve mana zenginliği tecellilerine mazhar olduğuna hayretle tanıklık ediyorsunuz. Kitabın anahtar kavramlarından birisi de aşk. Dolayısıyla yanlış ya da eksik anlaşıldığında, doğru bir okuma yapmayı zorlaştıracağı çok açık. Yazarın aklından da bu geçmiş olmalı ki aşktan ne anladığını bir yerde apaçık bir şekilde okura aktarıyor. "Aşk diyoruz ya! Anlamıyorlar! Aşkı kendi aşklarıyla karıştırıyorlar! Nefsin aşkıyla! Yok öyle değildir! İnsanın ilk yaratılışındaki aşk! O anın içindeki 'bir' hal! O 'bir' halin içinde işte bizim yazmaya çalıştığımız aşk! Tevhit aşkı bu elbette." Kitabı okurken, İslamiyet'in, ülkemizin nasıl bir kuşatma altında olduğunu, içerden ve dışarıdan önünün kesilerek nasıl başka bir şeye dönüştürülmeye çalışıldığını gözler önüne seriyor. Hedef: Kuantum teoloji! Kabalaya en yakın olan nano teoloji! Ters zikir! Ters Esma!" "Televizyon televizyon gezen 'kabalist sufiler'in, 'sahte şeyhler'in, 'içimizdeki tapınakçılar'ın da bu şer cephesinin amaçlarına hizmet ettiğini, görevlerinin dinimizi içerden dönüştürmek olduğunu anlıyorsunuz. Üstelik yazar bunu gözlerden kaçmış, kimsenin fark etmediği, birbiriyle ilgisiz gibi görülen olaylardan, ayrıntılardan hareketle çok özgün ve sağlam biçimde ortaya koyuyor.
MANEVİ BAŞKENT İSTANBUL
Kitapta Müslümanların 'manevi başkenti' olarak adlandırılan İstanbul'a ayrı bir önem atfediliyor diyebiliriz. "Kıyam yaklaşıyor! Medeniyet şehri İstanbul'da tüm evliyalar birlikte... Nar kardeşliğine karşı Nur kardeşliği..." Gene başka bir yerde İstanbul'a şöyle sesleniliyor ki içlenmemek mümkün değil: "Ey evliyalar şehri İstanbul! Son sözüm sanadır! Diren ne olur! Sen direndikçe şeytan kalbe giremez! Mescid-i Aksa korunur! Muallak kayası gerçek sahibini bekler!" Ayrıca, lirik bir hissedişle yazıldığından olsa gerek, okumaya başladığınızda sayfalar akıp gidiyor. "Ah süslü cinler! Cinlerle o ateşten ekranların içinden irtibat kuranlar! Sizin diliniz çok eskide kaldı... Hakk'a yolculuğun yeni bir dille anlatımına ihtiyaç var artık" diyen yazar bunun üstesinden geliyor. Her şey bir yana, bu kitabı neden okumalısınız biliyor musunuz, çünkü dürüst bir kitap, çünkü hakikatle yazılmış bir kitap, çünkü 'hakikaten' bir kitap.