Everest Yayınları 2006'dan beri, 'gizli romancılara' şans tanımak ve Türk edebiyatına yeni isimler kazandırmak amacıyla bir yarışma düzenliyor: Everest İlk Roman Yarışması. Türk romancılığı adına atılan önemli bir adım olan bu yarışmaya başvuran dosya sayısı her yıl katlanarak artıyor. Geçen yıl jürinin ödüle layık eser görmemesiyle, bu yılki yarışmasının sonuçları, edebiyat çevrelerinde daha büyük bir merakla beklenmişti. İşte bu yıl, Cemil Kavukçu, Semih Gümüş, Müge İplikçi, Erendiz Atasü ve İnci Aral'dan oluşan seçici kurul, ödüle layık buldukları eseri açıkladı: Bora Aşık'ın
Geceyi Atlatabilmek 'i.
TAKMA ADI SAKİ
Karakterleri son derece sağlam oluşturulmuş, neredeyse elinizle dokunabileceğiniz kadar gerçek betimlenmiş, ilginç kurgusuyla doygun bir yapıttan söz ediyoruz. Tam da bu nedenlerle bir ilk roman için dikkat çekici. Karakterler kadar roman da, romanın sonu da 'beklenmeyen'lere açık. Anti-kahramanların hayatları ve kendi hayatlarına dair söyledikleri ile yaptıkları, -klişeden uzak- bir sistem eleştirisi. 'Sürprizli köpüklerine' dokunmadan romanı birazcık tarif etmek gerekirse, ancak şöyle olabilir: Adı bilinmeyen bir kahraman sürüklüyor
Geceyi Atlatabilmek'i. Genellikle kendisini "Hişşt, Hop, Hey!" diye çağırıyorlar. Takma adı Saki. Günün birinde insanlara tanrısal güçler verilirse kendisi Şarap Tanrısı olmak istiyor çünkü. Evsiz; sokaklarda yaşıyor, bulduğu yerde uyuyor, bulduğunu yiyor, bulduğunu giyiyor: "Bu şehirde insanlar çöpe hayat kırıntıları atıyorlardı; oralardan buralardan karnımı doyurabiliyor, giyinebiliyordum. Doğru zamanda doğru çöpü karıştırırsam bütün ihtiyaçlarımı karşılayabilirdim." Polisten kaçıyor, kendi deyişiyle 'rozetliler'den! Çünkü o bir katil! Bulunmamak, ardında iz bırakmamak için bu şekilde yaşıyor ve içine girmediği hayatı dışarıdan gözlüyor. İnsanları, günümüz insanını, onların korkularına nasıl hapsolduğunu ve sisteme nasıl teslim olduğunu izliyor. Tamamıyla suskun, bu onun tercihi. Ama karşısına çıkan ve konuşmak zorunda kaldığı kişiler de en az kendisi kadar ilginç. Saçlarının uçları mavi olduğu için Okyanus Saçlı Kız adını taktığı bir kadın var örneğin. İşin ilginci, kadın da adını söylemiyor. Onun da nerede kaldığı belirsiz. Okyanus da gündelik hayatın sıradan akışına şuursuzca kapılıp giden insanlara bakıp eğleniyor, onları provoke edecek küçük oyunlar oynuyor: Sözgelimi, bir bankamatik kuyruğuna giriyor ve sıra kendine geldiğinde de uzun uzun oyalanıyor; oysa bir kartı hatta banka hesabı bile yok, rastgele tuşlara basıyor! Kuyruk uzuyor, insanlar söyleniyor, kimi cayıp gidiyor. Yükselen homurtulardan sonra 'işini ancak bitirmiş gibi' yaparak oradan ayrılıyor. Kendisini hayretle izleyen kahramanımıza "Hayatın kuyruklarda harcanamayacak kadar değerli olduğunu" göstermeye çalıştığını söylüyor, gülerek. Böyle tanışıyorlar... Bu ve benzeri örneklerle, romanda toplumsal yaşama ilişkin eleştirilerin bir kısmı da ondan geliyor. Bir görünüp bir kayboluyor Okyanus. 'Çalarak' yaşamını sürdürüyor, diyor ki: "Dünyaya gelmeyi ben istemedim. Benden önce gelen herkes bir elma ağacını sahiplendiyse ve bana sahiplenecek ağaç kalmadıysa ben de hakkım olanı, karnımı doyuracak elmayı alırım." Yani bu bir 'çalmak' edimi değil. Tam da burada aklımıza Proudhon geliyor, "Mülkiyetin hırsızlık olduğunu" düşününce, her iki karakterin de siyahlar içinde olmasına şaşırmıyoruz.
HER ŞEYDEN İKİ TANE
Kendisine Saki diyen kahraman bir de Ruttuk ile karşılaşıyor. O da bu adamın takma adı ve gerçek adını söylemeyi o da istemiyor. Hepsi de isimlerin önemsiz olduğu konusunda hemfikir. Her şeyi paylaşan, evinde de her şeyden iki tane olan -duvarda bile yan yana iki saat!-, kendisine ikram edilen sigarayı bile alıp paketi tam ortadan yırtıp sigaraları kırarak öbür yarısını iade eden 'paylaşımcı' birisi. O ise ideolojilerin adamı; 'izm'lerle konuşuyor: "'Ben eski bir komünistim, sosyalistim, hümanistim, kolektivistim...' neredeyse -ist ekiyle biten her ideolojiyi saymıştı. 'Tanrıya inanmam...' bu cümleyi kurduktan sonra yüzümde hafif bir tebessüm belirmişti." Yazar, okura böyle böyle küçük paslar atıyor. Esas kahraman, Okyanus'a karşı önlenemez bir ilgi duyuyor. Aralarındaki, karşılaşma ve ayrılma anları da hep rüya gibi. O aklına geldiğinde hayatını ve seçimlerini sorguluyor; "Her şey böyle olmasaydı, bir yuva kurardık hatta saçlarının uçları mavi olan çocuklarımız olurdu" diyecek kadar... Birlikteyken yardıma ihtiyaç duyan bir hanımefendiyle karşılaşıyorlar. Dünyanın en anlamlı bakışlarına sahip bir kör: Eliz. Ancak bir kör bu kadar derin bakabilir çünkü! Daha sonra ilişkiler biraz girift bir hal alıyor; Eliz'in evinde Ruttuk'un fotoğrafını görüyor kahramanımız, vs. Romandaki olaylar ve esprili betimlemeler, beklenmedik virajlar alarak nihayete kavuşuyor.
ÇOK YÖNLÜ BİR SANATÇI
Hasat adlı öyküsüyle, geçen yıl FABİSAD 2014 GİO Başarı Ödülü'nü alan Aşık, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü'nden mezun. Halen, 'kendi kitabını' her şeyiyle tasarlayabilmek için çift anadal yapma kararı aldığı grafik bölümünde öğrenimini sürdürüyor. Sanatın çeşitli dallarıyla iç içe bulunmasına rağmen, kendisini en iyi ifade edebildiği yöntemi yazmak olarak belirlemiş. Everest İlk Roman Yarışması'nın ödül töreni 7 Kasım'da TÜYAP Kitap Fuarı'nda.
SEVİNÇ YEŞİLYURT