Brezilyalı Sebastiao Salgado'yu ABD eski başkanı Ronald Reagan'ın suikastını fotoğraflayan fotoğrafçı olarak anabilirdik. Ama o böyle anılmak istemedi. Bunun için bugün Salgado deyince en son hatırlanan işlerinden biridir o suikastın fotoğraflarını çekmesi.
73 yaşında artık. Toprak, İşçiler, Göçler, Diğer Amerikalılar, Çocuklar, Afrika, Genesis gibi anıtsal bir sürü foto-röportajlar yaparak yaşadığı çağın tanıklığını yaptı. Güney ülkesi Brezilya'dan geldiği, iyi bir iktisat eğitimi aldığı ve ekonomik işleyişi iyi bildiği, ülkesinden kaçıp uzun yıllar sürgünde yaşamak zorunda kaldığı için olsa gerek sistemin dışındakilere odaklandı hep. Ve bilinen dünyanın görülmek istenmeyen yüzünü gösterdi bize hep.
Onunla ilgili belgeseller de çekildi, kitaplar da yazıldı. Yani onu bize başkaları anlattı. Ama Everest Yayınları'ndan çıkan Toprağımdan Yeryüzüne kitabında bu sefer kendi anlatıyor yaşadıklarını. Ve anlattıklarıyla da aslında onunla ilgili merak edilen pek çok şeye ilk elden cevap veriyor.
Aslında kolay bir hayat sürdüğü söylenemez. Çiftlik sahibi bir babanın oğlu olarak çocukluk dönemi devasa ormanların içinde geçse de 1964'te Brezilya'daki askeri darbe sonrası siyasi görüşleri nedeniyle istihbarat örgütünün mimlediği adamlardan biri oluyor. 21 yaşında evlendiği eşi Leila ile Avrupa'da sürgün hayatı yaşamak zorunda kalıyor. İşte bu sürgün günlerinde fotoğraf hayatına giriyor.
İktisatçı olarak hayatına devam mı etmeli, yoksa fotoğrafçı mı olmalı kararını uzun sürede veriyor. Nihayet 29 yaşında ümit vaat eden bir kariyeri bırakıp serbest fotoğrafçı oluyor. Mütevazı ama çok şey görüp yaşayacağı bir hayat sürüyor ve tarihe geçecek anıtsal foto-röportajlar yapıyor.
Bu anıtsal işleri üst üste koyunca aslında 20. yüzyılda insanlığın ve dünyadaki değişimin esaslı fotoğraflarını çektiği rahatlıkla söylenebilir. Ruanda katliamına da tanıklık etti, Arfika'da mültecilerin dramına da... İşçilerin ağır koşullarda nasıl çalıştıklarını defalarca gözlemledi, göçmenlerin trajedilerini de... Psikolojik olarak yorulduğu, gördüklerini taşıyamayacağını düşündüğü zamanlar da oldu. Ama yılmadı, eşi Leila'nın desteğiyle de ayakta kaldı.
İnsanlığın vicdanı olarak kamerasıyla hep ötekilerin arasında dolaştı.
"Bütün fotoğraflarım yoğun bir şekilde tecrübe ettiğim anlara karşılık geliyor.
Bütün bu fotoğraflar varlar, çünkü hayat, benim hayatım beni bunları çekmeye sevk etti. Çünkü içimde beni oraya götüren bir öfke vardı.
Bazen beni bir ideoloji, bazen de sadece merak ya da orada olma isteğim harekete geçiriyor. Benim fotoğraflarım hiç ama hiç nesnel değildir.
Bütün fotoğrafçılar gibi kendimden, o an aklımdan geçen şeylerden, düşündüğüm ve tecrübe ettiğim şeylerden yola çıkarak fotoğraf çekerim. Ve bunu yapmaya devam ediyorum" diyen Salgado'nun fotoğrafa tek başına aşırı anlamlar yüklediğini söylemek zor.
Hani dünyayı fotoğraflar değiştirir gustosuyla hareket eden fotoğrafçılardan değil o. Ama elbet çektiği fotoğrafların ne işe yarabileceğini de biliyor: "Hiçbir fotoğraf tek başına dünyadaki yoksulluğa çare olamaz. Ama metinlerle, filmlerle, insani yardım ve çevre örgütlerinin çabalarıyla birleşince benim fotoğraflarım şiddeti, ayrımcılığı kınayan ve ekolojiye hassasiyet gösteren geniş bir hareketin parçası haline geliyor. Bu bilgi kanalları insanların farkındalığının artmasına, insanlığın kaderini değiştirme yetimize katkıda bulunuyor." Toprağımdan Yeryüzüne, bir insanın isterse neler yapabileceğinin anıtsal öyküsü. Anıtsal çünkü Salgado'nun hayat öyküsü her şeye rağmen bir insanın potansiyelinin vicdanlı bir bakışla, insan sevgisiyle yan yana gelince ne kadar görkemli olduğu gösteriyor bize...