Hiçbir kediyle ya da herhangi bir hayvanla ev arkadaşlığı yaptınız mı? Yaptıysanız bir süre sonra onun da sizin gibi hanede söz hakkı olduğunu fark edersiniz. Bazı kararlar alırken, onunla konuşursunuz. Dışarıdan bakan, sizin kendi kendinize konuştuğunuzu sanabilir ama siz aslında onunla durumu mütalaa ettiğinizden eminsinizdir.
Ünlü yazar Haruki Murakami de böyle bir yazar. Gerek romanlarına seçtiği isimler gerekse eserlerinde yer verdiği kedilerle bu hassasiyetini diri tutuyor. Doğan Kitap'tan çıkan elimizdeki son kitabı 'Bir Kediyi Terk Etmek/Babam Hakkında' bunlardan biri. Kitap tatsız bir hatıra ile başlıyor. Babası, Murakami ile birlikte evin kedisini bırakmak için sahile gidiyor. Eve döndüklerinde kedinin onlardan önce döndüğünü gören babasının o anki yüzünü ömür boyu unutamadığını söylüyor Murakami... Kedi muhtemelen geziye çıktıklarını düşünüp "Onları dönüşte geçmeliyim" demiştir zannımca. Ev arkadaşlarının onlardan kurtulmak isteyeceklerini aklına bile getirmiştir. Oysa baba da çocukluğunda aynı olayı yaşamış.
Ailesi, ev kalabalık olduğu için -adet öyleymiş- onu Budist tapınağına kesiş eğitimi için yollamış. Ancak ortama uyum sağlayamadığı için sağlık sorunları gerekçe gösterilerek geri yollanmış. Murakami bu kadar ünlü bir yazar olmasına, onlarca karaktere can vermesine rağmen, babasının evden yolladığında hissettiklerini anlayamayacağını itiraf ediyor.
Murakami'nin kitap boyu babasıyla ilgili acı tatlı hatıralarına Japonya'nın girdiği savaşlar eşlik ediyor. Babası, bir savaşı bitirip eve dönerken yeni çıkan sıradaki savaş sebebiyle yeniden orduya katılıyor. "Hayaller beklesin" diyor kader, şimdi vatanı kurtarmak gerek! Böyle yarım kalmış, tatsız bir ömürde babanın arzusu oğlunun okuyup adam olması. Ancak Murakami de haylaz bir öğrenci olduğunu söylüyor.
Murakami kitapta kimi zaman babasının anlattıklarını ya da hatıralarını resmi kayıtlardan teyit etmekte zorlanıyor. "Belki de hafızam sisli" diyerek babasını temize çıkarmaya çalışırken, "Hikayeyi annemden duydum, belki de yanlış hatırlıyor" diyerek yine de babacığına toz kondurmuyor.
Üç ayrı dönemde askere alınan babası, Japonya'nın büyük bozgunlara uğradığı, ordusunun neredeyse yok edildiği muharebelerden sağ çıkmış. Annesi de bombalanan şehrinde şans eseri sağ kalırken, müzik öğretmeni ölmüş. Savaş sonrası yaptıkları evliliğin ardından dünyaya gelen Murakami'nin Japonya'nın dünyaca ünlü yazarı olması tam anlamıyla şans eseri ya da mucize diyelim.
Tayvanlı Gao Yan'ın illüstrasyonlarının süslediği kitabın sonunda Murakami "Tarih, geçmişe ait bir şey değildir. Bilinçli ya da bilinçsizse sıcak, canlı, kan gibi akar ve bir sonraki kuşağa olduğu gibi taşınır" diyerek babasıyla hesaplaşmalarını noktalıyor. Belki de şimdilik...