Reisicumhurluktan çekilip, yerine Nuri Conker'i aday göstermeye karar veren Atatürk, nasıl bir cevap aldı? Masasından hangi kadını, neden kovdu? Kendi sesi için, neden seslerin en berbatı dedi? En yakın arkadaşlarının organize ettiği hileli poker partisini kazanabildi mi?
maaşın yarısına yaparım, devlet de kazanır... *
Yorgo'nun Meyhanesi'nde...
- Yaz hesaba Yorgo. Aybaşında öderim! Yorgo hiç şaşırmadı, duraksamadan karşılığını verdi.
- Güle güle Mustafa Kemal!..
Atatürk o karşılıktan çok hoşlandı. Kapıdan çıkıp arabasına
binerken:
– Vatandaş olmak başka bir güzellik yahu, dedi.
Sayfa 169
Yorgo'nun Meyhanesi, İstanbul Çemberlitaş'taki Tavuk Pazarı'ndaydı...
Atatürk Harbiye öğrencisi iken buraya arkadaşlarıyla birlikte gider, içki içer, yemek yer, sohbet ederdi. Yorgo'nun müşterisi olduğu için orada hesabı vardı; aybaşında maaşı alınca hesabı kapatır, yenisi açılırdı. Meyhanenin sahibi Yorgo ile de böylece bir ahbaplık kurulmuştu. Bir yaz günü akşamı Atatürk'ün aklına Yorgo'nun Meyhanesi düştü. Hemen aralarında Nuri Conker'in de bulunduğu arkadaşlarına, "Hadi, var mısınız bu akşam Yorgo'ya gidelim?" dedi. Hepsi , "Aman Paşam, olur," dediler. - Ama sakın haber maber vermeyin, ansızın bastıralım, şaşırsın Yorgo! Ama polisler çoktan Yorgo'nun Meyhanesi'nin sokağında güvenliği sağlamıştı.
Atatürk: - Şimdi, Yorgo'nun müşterileri ayrılsın, dedi. Yanında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, sonradan Milli Eğitim Bakanı olan Reşit Galip, Halk Partisi Genel Sekreteri Recep Peker, Kılıç Ali, Salih Bozok, Ankara valilerinden Asaf İlbay ve Nuri Conker vardı. Hemen hepsinin gitmeye hevesli olduğunu görünce:
- Yoo, dedi, olmaz! Yorgo'nun müşterisi olmayan bizimle gelemez!
Kimsenin gönül rızasıyla ayrılmaya niyeti yoktu. Bunu görünce kendisi tek tek ayırmaya başladı:
- Sen gel Nuri, Salih, sen Asaf, sen doktor (Tevfik Rüştü Aras)... Başka? Eski kadrodan başka kimse yok. İşte bu kadar...
Şükrü Kaya ile Kılıç Ali direndi. Şükrü Kaya:
- Olur mu Paşam, ben de Yorgo'nun müşterisiyim. Gittiğimiz zaman sorun isterseniz, sizinle geleceğim!
- Sen Yorgo'nun müşterisi olabilirsin, ama benim Yorgo'daki masamın müşterisi değilsin, olamaz!
Kılıç Ali:
- Ben bütün masalarınızın müşterisiyim Paşam, beni bırakmayın, mahzun olurum.
Atatürk, gülerek Kılıç Ali'yi süzdü:
- Bakın şu beyefendiye, mahzun olurmuş! Siz bu adamda mahzun olacak hal görüyor musunuz?
Şükrü Kaya:
- Aman Paşam, dedi. Ben İçişleri Bakan'ıyım, sizin korunmanızdan sorumluyum.
- Anlaşıldı, anlaşıldı, dedi. Eteğimi bırakmayacaksınız...
Ama, biz böyle beşimiz bir masaya oturacağız, siz de isterseniz bizden uzak bir masada kendi hesabınıza yer, içersiniz, ona karışmam!..
Yola çıkıldı, Yorgo'nun Meyhanesi'ne varıldı. Yorgo, Atatürk ve beraberindekileri kapıda karşıladı. Sokak bir anda şenlendi, mekânda oturacak yer kalmadı, halk kapının önünde toplandı. Atatürk, Nuri Conker, Tevfik Rüştü, Salih Bozok ve Asaf İlbay bir masaya oturdu, diğerlerine de kapıya yakın bir masa ayarlandı.
Atatürk çok neşeliydi. Harbiye günlerinde ihtilal yapmak suçuyla Harbiye Komutanı'nın karşısına çıktığı günleri anlattı. Soruşturma günlerinden söz etti. Mezelerin tadına bakarken keyif aldı. Bir ara mekândaki müşterilerden bazıları Atatürk'ün dikkatini çekmeye başlayınca onlara teşekkür etti ve:
- Benim Mustafa Kemal Paşa olduğumu unutun lütfen.
Çünkü birkaç zaman için ben de unuttum. Aranızda sizlerden biri olarak bulunmak istiyorum. Kapıya yakın masadan laf dokundurmalar başladı. Şükrü Kaya, Kılıç Ali'ye söz attı:
- Ne ağlıyorsun oğlum Kılıç, bu akşam yuvadan bir sen atılmadın ki!
- Ben yalnız yuvadan atıldığıma yanmıyorum, o Salih olacak alçağın, Paşa'mın sağ başına çeyreklik simit gibi kurulmasına deli oluyorum.
İki masadan da kahkahalar yükseldi.
Bir saat kadar yenildi, içildi ve sonra Atatürk ayağa kalktı. Kapıya doğru yürürken, Yorgo'ya okul günlerindeki gibi seslendi:
- Yaz hesaba Yorgo. Aybaşında öderim!
Yorgo hiç şaşırmadı, duraksamadan karşılığını verdi.
- Güle güle Mustafa Kemal!..
Atatürk o karşılıktan çok hoşlandı. Kapıdan çıkıp arabasına
binerken:
– Vatandaş olmak başka bir güzellik yahu, dedi.
Onlarla da yapılamaz, onlarsız da
Masasından hangi kadını, neden kovdu?
Atatürk'ün her zaman kalabalık olan masasında yenilip içilirken masada bulunan bir hanım, kâhya gibi davranıp Atatürk'ün emirlerine aykırı emirler vermeye kalkışmıştı.
Bir noktada Atatürk'ün bile sabrını zorlamış olacak ki tavır koydu:
- Hanımefendi siz bu masada rahat olamayacaksınız, dedi, kibarca kadını sofradan gönderdi.
Masada buz gibi bir soğukluk yaşandı. Atatürk dahil kimsenin ağzını bıçak açmadı. Neden sonra masada bulunan
Nuri Conker, şarkı söyleyecekmiş gibi boğazını temizledikten
sonra:
- La hayrefîhinne velâ büdde minhünne, deyiverdi.
(Kadınlar için, onlarla da onlarsız da yapılamaz.) Masada bulunan kadınlar da dahil herkes gülmüş ve ortalık yatışmıştı.*
Atatürk: "Anladım, anladım
seslerin en berbatı..."
Atatürk küçük bir orkestra kurdurmuştu. Uzun sohbet gecelerinde bazen o orkestra geceyi şenlendirir, kederleri dağıtırdı. Orkestranın şefi Enver Kapelman'dı. Bir gece neşelenmişti. Nuri Conker'le bir Selanik şarkısı tutturdu:
"Sarı köyün kazları, kırmızı topuklu kızları..."
Şarkı bitince Atatürk, Kapelman'a sordu:
- Söyle bakalım bizim seslerimiz nedir?
- Paşam sizinki tenor, Nuri Bey'in ise bas.
- Canım, tenoru biliyorum. Bu bas ne oluyor?
- Yani Paşam, seslerin en pesi.
Atatürk, Nuri Conker'e dönerek şöyle dedi:
- Anladım, anladım seslerin en berbatı...
Hileli poker partisi
Dört can dost trenle Samsun'dan geliyordu. Atatürk neşeliydi. "Haydi poker oynayalım. Fakat ciddi oynayalım. Size kazandığınızı vereceğim. Paraları alır, eğlenirsiniz," dedi. Salih Bozok, Kılıç Ali ve Nuri Conker aralarında anlaşarak Atatürk'ü yenmeye karar verdi. Hemen bir planı devreye soktular. Salih Bozok Atatürk'ün arkasında duracak, O'nun elindeki kâğıtları Nuri Conker'e işaretlerle bildirecekti... Oyun başladı. Atatürk rölanslarda ya da rest çekmelerinde Salih Bozok eline göz edecek, Nuri Conker'in görmesi gerektiğinde gözlerini kapayıp usulcacık başını öne indirecekti. O şekilde epeyce kazandılar... Tren Ankara'ya yaklaşırken Atatürk bir kez daha Nuri Conker'e rest çekti. Salih Bozok hemen Atatürk'ün eline göz attı, başını aşağıya doğru indirdi. Nuri Conker de resti gördü. O el kazanılsaydı kazançlarına
kazanç katacaklardı. Fakat Salih Bozok, Atatürk'ün elindeki iki ruayı görmüş, aldığını sandığı diğer ruayı da dame sanmış, işaretini ona göre vermişti. Oysa Atatürk üçkâğıt alarak kare yapmıştı.
Saatler süren uğraş sonucu kazandıklarını kaybeden üçlü ittifaktan Nuri Conker dayanamayıp söylendi: "Yahu be Salih, tam görmüşsün a birader..."
"7 Aralık 1913-Sofya
Aziz Corinne,
Son mektupların bana büyük bir memnuniyet verdi, beni daima hatırladığını öğrendiğime çok bahtiyarım, ben de her an seni düşünüyorum ve senin sevimli refakatinde geçirdiğim güzel anları zevkle hatırlıyorum. Sofya, boş zamanları doldurabilecek hiçbir eğlencesi olmayan tatsız bir şehirdir. Burada çok meşgulüm, günde en az sekiz saat çalışıyorum.
Nuri Bey'den, sizin evde birkaç saat geçirmek bahtiyarlığına nail olduğunu bana haber veren bir mektup aldım. Orada seninle konuştuklarına dair bazı imalar vardı. Anlaşılıyor ki bu, benden bahsettiğiniz uzun bir konuşma olmuş. İtiraf ederim ki, bana pek vazıh (besbelli) görünmeyen sözlerine nasıl bir mana atfedebileceğim bilmiyorum. Annene saygılarımı ve sevimli hemşirene en iyi dostluklarımı bildirmeni rica ederim. Güzel ellerini öper ve çok halis bir dostun olduğumu tekrar ederim. Kemal."
"Sana kefil olurum Nuri... "
Osmanlı Bankası Atatürk'ü kefil kabul etti mi?
Nuri Conker Milli Mücadele'ye katıldığı günlerde Anafartalar Caddesi'nde, üç katlı kâgir bir apartman almak istedi, ama parası çıkışmadı. Apartman Ankara'nın ilk kaloriferli apartmanıydı. Osmanlı Bankası'na başvurdu; kredi almak istedi. Ama yetkililer iki kefil olmadan kredi veremeyeceklerini söyledi. Durumu Gazi'ye açtığında tereddütsüz, "Ben sana kefil olurum Nuri..." yanıtını aldı. Ama ikinci kefili yoktu. Bankaya gitti evraklarını sundu, görevli, "İki kefil demiştik, burada tek kefilin imzası var," diye reddetti. Nuri Conker muzip bir gülümsemeyle, "Ama o kefil Gazi Mustafa Kemal Paşa'dır," dedi. Banka yetkilisinin gözleri fal taşı gibi açıldı ve ardından da krediyi çıkarıp verdi.
- Öyle bir şey yok. Aldığınız emri derhal yerine getiriniz...
KİTABIN ÖNSÖZÜ
Gazi Mustafa Kemal Atatürk... 'O', Türk insanını en acı günlerinden çekip almış, bir asker, bir kurtarıcı, bir önder... Dostları vardı. Sevinçlerini, hüzünlerini paylaştığı; kader birliği ettiği... 'Gerçek' dostu, dostları kimdi, kimlerdi?.. Yarı yolda bırakanlar oldu kimi zaman; ama yanı başından hiç ayrılmayanlar da...
"Devrim çocuklarını yer," derler. Öyle de oldu... Samimi görünen, cephe, siyaset, kader arkadaşı, ebediyete uğurlandığında yürekleri buruk veda etti ardından. Ali Fuat Cebesoy'dan Kâzım Karabekir'e, İsmet İnönü'den daha nicelerine... Ve yarenleri vardı. En güvendikleri. En samimi, en içten arkadaşları; Salih Bozok'u, Fuat Bulca'sı, Kılıç Ali'si, Cevat Abbas'ı... Ve bir de, Nuri Conker.
Atatürk'ün olduğu fotoğraf karelerinde bile nerede duracağını iyi bilen, nüktedan, ölçülü, haddini bilen, sözünü sakınmayan, gerektiği yerde politik, gerektiği zaman muzip, samimi, dost ve sağduyulu bir "dost"... Neşeliydi. Sofra adabına hâkim, gönüldeş, fikirdaş, sırdaş; vefakâr bir arkadaş... Ama en önemlisi cesurdu. Cepheden cepheye koştu Atatürk'le birlikte... Milli Mücadele'de, siyasal alanda; her yerdeydi... Adım adım takip etti çocukluk arkadaşını. Öyle ki; Nuri Conker'in hayatı, Atatürk'le birlikte; neredeyse aynı kronolojik sırayla ele alınsa yanlış olmaz dedirtecek türden... Atatürk'ün yaşadığı çok önemli anlarda, her an yanı başındaydı. Çocukluk yıllarının sokak oyunlarında, aşklarında, okul sıralarında, süngü hücumunda, vurulup Gazi olduklarında... Şakalaşmaları, samimiyetleri herkes tarafından bilinmektedir. Atatürk'e, "Kemal," diye hitap edebilen tek arkadaşıdır Nuri Conker.
Selanik'te mahalle arkadaşlığı, Askeri Rüştiye'de, Manastır İdadisi'nde, İstanbul'da Harbiye Mektebi'nde, Harp Akademisi'nde okul arkadaşlığı etmişlerdir. Sadece o anları mı? İki can dost, hayatlarının hemen her anında omuz omuza, gönül gönüle yaşamışlardır.Selanik'te Üçüncü Ordu'da, Hareket Ordusu'nda, Arnavutluk Harekâtı'nda, Afrika'da Trablusgarp'ta, Çanakkale'de Conkbayırı'nda, Doğu'da Muş Cephesi'nde, Kurtuluş Savaşı'nın her saniyesinde ve İnkılaplar'da... Atatürk, onun arkadaşlığını her zaman aramış ve ölene değin vefalı iki dost kalmışlardır. Yakup Kadri'nin dediği gibi: "izinden yürüyen, yanından ayrılmayan", Atatürk'ün kendisinin bizzat söylediği gibi de: "hatırası, kalp ve vicdanından çıkmayacak kardeşidir... "
İncelenilen yüzlerce belge ve bilgide; özellikle, birlikte fotoğrafları yok denecek kadar azdır. Olanları da bu kitapta resmedilecektir. Bunun nedeni; ailesinin de belirttiği gibi, Nuri Conker'in tabiatından kaynaklanan; "Önder'e yakın durup, adından söz ettirmek" cihetini tercih etmemesidir. Ama tüm bu davranışına rağmen, kendisiyle birlikte; özellikle Salih Bozok ile Kılıç Ali hakkında "Çankaya'nın Silahşorları" ya da "Mutad Zat" denilmekte; yadırganmaktadırlar. Hatta bazı çevreler Atatürk'ün içkiye olan düşkünlüğünü bu kişilerle bağdaştırmakta; "Onlar" olmasa Atatürk'ün çok daha başarılı çalışmalara imza atacağı söylenmektedir. Bunda gerçeklik payı var mıdır?.. Yanıtını bu kitapta toplanan anılarla anlayabilmek mümkün olabilecektir...
Nuri Conker'in, Atatürk ile Latife Hanım'ın boşanmalarında payı olduğu iddia edilmekte, hatta Atatürk ile İsmet İnönü'nün dahi ilişkilerinin bozulmasında onun düşüncelerinin etkili olduğu öne sürülmektedir. Bunlar ne derece doğrudur; bilinmez. Çünkü Nuri Conker ölene değin Atatürk ile birlikte geçirdiği hiçbir anısını kaleme almamış, aldıysa da o anılarını ailesine ya da akraba çevresine kesinlikle ileriki yıllara taşımaları için emanet etmemiştir. Bu nedenledir ki, Atatürk'ün yanında sadece sofra arkadaşı olarak bilinmekte; birçoklarınca, "çocukluk arkadaşıydı, sofrasından eksik etmezdi, iyi içerdi" söylemleriyle hatırlanmaktadır.