"Bu çağda denizde insanların ölmesine inanamıyorum" diyor Altın Ayı ödüllü 'Denizdeki Ateş' belgeselinin İtalyan yönetmeni Gianfranco Rosi. Kimse de inanamıyor ama mülteci meselesi insanlığın önünde hâlâ duruyor. 35. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde de, mülteci sorunu en sıcak konulardan biri. Bunun da sebebi, festivaldeki iki filmin bu konuya eğilmesi.
Kuzey Afrika'dan Avrupa'ya gitmek isteyen mültecilerin uğrak noktalarından olan, İtalya'ya bağlı Lampedusa Adası'nı konu alan 'Denizdeki Ateş' ile 'Lampedusa'da Kış' adlı iki film, festivalde arka arkaya gösterildi. Filmlerin yönetmenleri Gianfranco Rosi ve Jakob Brossmann da festivalin konukları arasındaydı. Hal böyle olunca, bu sıcak konu festivalin gündemine oturdu.
İki film de 21 kilometrekarelik Lampedusa Adası'nda yaşayan insanların mültecilerle olan ilişkisi(zliği)ni anlatıyor. Bu nedenle bu iki yapımın, mülteci meselesine karşı Avrupa'nın duyarsız yaklaşımını anlamak adına önemli olduğunu söyleyebilirim. SABAH'ın tema sponsoru olduğu 'Dünya Festivallerinden' bölümünde gösterilen 'Denizdeki Ateş'in yönetmeni Rosi, şöyle diyor: "Avrupa, bu sorunla yüzleşmek istemiyor. Bu sorun, ben filmi çekmeye başladığımda Avrupa Birliği'nin gündeminde bile değildi. AB, mülteci meselesini; İtalya, Yunanistan ve Türkiye'nin sorunu olarak görüyordu. Ama ne zaman ki mülteciler, Atina'dan Almanya'ya yürümeye başladı; o zaman mültecilerin durumu AB genelinde gündeme geldi." Rosi'nin, bu tespitinde haksız olduğunu kim söyleyebilir?
'Denizdeki Ateş'in, sorunun ne kadar uzun yıllara yayıldığını anlatma derdi de var. Belgeselin başında önemli bir bilgi veriliyor: Son 20 yılda bu adaya gelen mülteci sayısı 400 bini geçmiş. Yaklaşık 15 bin mülteci ise yolculuk sırasında yaşamını yitirmiş. Rosi, şöyle devam ediyor: "İnsanlar, ölümler sayılara indirgeniyor. Avrupa, mültecileri bir acil durum meselesi olarak görüyor. Oysa savaşlar ve yoksulluk olduğu sürece bu göç sürecek. Farklı bir çözüm üretilmeli. Maalesef şimdi üretilenler çözüm değil. Filmin de bu konuda bir farkındalık yaratacağını düşünüyorum."
İtalyan yönetmen; filmin 64 ülkeye satıldığını, Almanya, İtalya, Yunanistan'dan sonra Türkiye'de gösterildiğini ve önümüzdeki günlerde AB'nin merkezi Brüksel'de de gösterileceğini söylüyor. Avrupa'nın mülteci konusunda görme tembelliği yaşadığını, görmeye başladığı andan itibaren de mültecileri bir düşman gibi algılamaya başladıklarını ortaya koyan belgesel, festivalin iyileri arasında. AB'nin, meselenin özüne inmediğini anlatan yapımın Brüksel'de gösterilecek olması, galiba AB'li politikacılara atılmış muazzam bir gol olacak!
TAM MEYDAN OKUMA!
Atv'nin tema sponsoru olduğu 'Yıllara Meydan Okuyanlar' bölümünde yer alan Jerzy Skolimowski'nin '11 Dakika', bölümün adına uygun olarak tam bir meydan okuma filmi. 77 yaşındaki Polonyalı yönetmen, birbirleriyle ilişkisi olmayan bir grup insanın 11 dakikada yaşadıklarını anlattığı filmde, sinematografik bir meydan okumaya girişmiş ve bunun da altından ziyadesiyle kalkmış. Son derece dinamik bir anlatımı olan filmde, yönetmenin kullanmadığı kamera hareketi kalmış mı merak ediyor insan! Anlatımı, kurgusu ama özellikle ses kurgusu, kaç genç yönetmeni cebinden çıkarır! Bu yaşta bu enerji ve kamerayı kullanma yeteneği... Skolimowski'nin önünde saygıyla eğiliyor insan. Bu yönetmenleri görünce de sinema yapmanın yaşla bir ilişkisi olmadığını anlıyorsunuz. Ne diyelim, sinemada böyle 'genç'lere hep yer var...
AH BE COEN KARDEŞLER!
Steven Spielberg'in son dönemdeki başyapıtlarından 'Casuslar Köprüsü' filminin senaristleri Coen Kardeşler'di. Spielberg gibi iflah olmaz bir ABD'li bile bu filmde, 1950'ler ABD'sindeki körü körüne komünizm düşmanlığını eleştiriyordu.
'Yüce Sezar'da, Coen Kardeşler'in 1950'lerin Hollywood dünyasını ve o dönem sinemadaki komünizm korkusunu anlatacağını duyunca, galiba ABD'de bir şeyler değişiyor demiştim. Çünkü vakti zamanında Hollywood'da komünizm bahane edilerek yapılan cadı avı, bir utanç tablosu olarak duruyor ABD sinemasının önünde. Festivalde gösterilen 'Yüce Sezar'da Coen'ler, Hollywood'daki stüdyoların çalışma biçimlerini ve kapitalizmle kurdukları ilişkileri anlatma konusunda iyiler. Ama gelin görün ki iş, o dönemki sosyalist sinemacılara yönelik yaklaşıma gelince şunu söyleyebilirim: Spielberg kadar bile cesur değiller!
Neyse ki elde, Hollywood'da başarılı bir senarist olan Dalton Trumbo'nun cadı avıyla ilgili yaşadıklarını anlatan, lakin bizde gösterime girmeyen 'Trumbo' filmi var. Şimdilik onunla yetinelim.