İKSV tarafından 20 yıldır büyük bir özenle hazırlanan, bu sene 3 Mayıs'ta başlayan ve 28 Mayıs'ta kapanışı yapılacak olan İstanbul Tiyatro Festivali; her yıl sahneye taşıdığı oyunlarla adından söz ettiriyor. Öte yandan festival, bu oyunlarda rol alan oyuncular için de ayrı fırsatlar yaratıyor. Bu yıl festival kapsamında rol aldıkları oyunlardaki performanslarıyla dikkat çeken Ece Dizdar, Ahu Türkpençe, Deniz Celiloğlu ve Yiğit Özşener'e; "20 yılda İstanbul Tiyatro Festivali'nden ne öğrendiniz?", "Bu festival sizin için ne ifade ediyor?", "Festivalle ilgili unutamadığınız bir anınız var mı?' diye sordum; ilginç yanıtlar aldım... Sedef Ecer'in yazıp yönettiği, Üsküdar Stüdyo Sahne'de seyirciyle buluşan 'E-mülteci.com' adlı oyunda rol alan Ece Dizdar, festivalle ilgili şunları söyledi: "Biz öğrenciyken böyle kapsamlı bir tiyatro festivalinin olması; izlemek, öğrenmek, mesleğimizi ve kendimizi tanımak açısından en büyük yol göstericilerimizden biriydi. O çok toy ve hevesli olduğumuz yıllarda, merak ettiğimiz çok oyun olurdu ama imkanımız olmadığı için gidip göremezdik. Bu festival o yıllarda Pina Bausch'dan Shaubühne'nin oyunlarına kadar birçok yabancı yapımı ayağımıza getirdi. Bu oyunları heyecanla bekler, izlemek için para biriktirirdik. Bir sene Ostermeier'in o muhteşem 'Bebek Evi' yorumunu seyrettikten sonra konservatuvara giriş parçamın 'Nora' olmasına karar vermiştim. O gecenin biletini hâlâ saklarım. İstanbul Tiyatro Festivali hayatımızda hep olsun.
'DÜNYAMA DÜNYALAR KATTI'
Festivalin açılış oyunu olan 'Godot'yu Beklerken'de rol alan Yiğit Özşener de festival sayesinde çok şey öğrendiğini anlattı. 'Godot'yu Beklerken'in festivalin 28 Mayıs'taki kapanış oyunu olarak programa eklendiğini açıklayan Özşener şunları söyledi:
"İstanbul Tiyatro Festivali, İstanbul ve özellikle ülkemiz için çok kıymetli bir festivaldir. Günümüzde ülkelerin yenilikçiliğe, teknolojiye, AR-GE'ye verdikleri önem, gelişmişlik derecelerinin ve gelecekte varlıklarını devam ettirebilmeleri için çok önemlidir. Aynı şekilde sanat da, soyut ve fikirsel anlamda toplumda aynı işlevi görür. Bireylere erişebildiği ölçüde; gelecekte toplumun varlığını devam ettirebilmesinde, birikim ve fikirsel üretim açısından daha yukarılara taşınmasında etkilidir. Sahne sanatları canlıdır, her sergilendiğinde yeniden başlar. Bu gerçek benim için tiyatroyu daha da özel kılar. Sahne, dünyanın her yerinde sahnedir. İnsan da dünyanın her yerinde insan... Aynı şekilde hasta olur, aynı olanaklarla iyileşiriz. Renk, dil, din, ırk vb. gözetmeksizin, sınırları olmaksızın kapısı herkese açıktır. İstanbul Tiyatro Festivali de böyledir. Benim festivallerden gördüğüm en büyük fayda; dünyanın benim yaşadığım dünya kadar olmadığını, fikrin benim fikrim kadar olmadığını göstermesidir. Bunun özellikle yeni nesil için çok önemli olduğunu düşünüyorum. 20 yılda İstanbul Tiyatro Festivali, sınırları ortadan kaldırarak yerli veya yabancı oyuncuları ve festivalin asıl sahibi seyirciyi, farklı yapımlarla temasa geçirerek görgümüze katkıda bulunmuştur. Bu festival sayesinde ben hep yeni bir şeyler öğrendim, kendi dünyama dünyalar kattım. Sanattan yoksun bir özgürlük, sanattan yoksun gelişme ve hayat mümkün görünmüyor. Şehirlerimizi, kırlarımızı, denizlerimizi, sularımızı, topraklarımızı, dünyamızı yok edercesine sorumsuzca, hoyratça kullanırken, evrende başka bir dünyanın yakınımızda mümkün olmadığı gibi...
'FESTİVAL SEYİRCİSİ BAŞKADIR'
İlhami Algör'ün 'Albayım Beni Nezahat ile Evlendir' ve 'Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku' isimli romanlarından uyarlanan, Şule Ateş'in yönettiği 'Kahramanın El Kitabı' adlı oyunda tek kişilik performans sergileyen Deniz Celiloğlu, festivalde yer almanın gurur kaynağı olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti:
"Festival benim için birleşmek, bir araya gelmek demek. Adında festival geçen her buluşma; benim için çoğalmak demek; ister müzik, ister tiyatro, ister film olsun. Bir oyuncu olarak festival seyircisi karşısında oynamak, her zaman beni çok heyecanlandırmıştır. Festival seyircisi; alkışıyla, gülüşüyle, bakışıyla bir başkadır. Kendim de bir seyirci olarak festival kültürünü ve onun o kısa zaman dilimi içinde yarattığı enerjiyi çok sevmişimdir. Orada hem seyirci, hem katılımcı olarak bu işe gerçekten gönül veren insanlar toplanır ve çoğalır. Festival takipçisi olmak bir adanmışlık işidir. Ortada her iki tarafın da harcadığı bir emek vardır ve bunun için özeldir, değerlidir. Seyirci haftalar öncesinden programı bekler, heyecanlanır, kendi programını festivale göre düzenler, biletler alınır vs... Bu çok özenli, heyecanlı ve değerli bir süreçtir. Bir festivalin parçası olmak her zaman gurur verici olmuştur benim için. Katılımcılar ve festivali düzenleyenler her sene, geçen seneden daha güzel, daha özenli, daha yenilikçi olmak ister. Bu anlamda aslında festival seni, kendinle yarıştıran tatlı bir yarış haline de sokar. Festival; içinden, kıyısından, köşesinden geçen herkese can verir.
'ÖĞRENCİYKEN OYUNLARA KAÇAK GİRERDİM'
Ece Dizdar'la birlikte 'E-müteci.com' da rol alan Ahu Türkpençe ise soruları şöyle yanıtladı: "Her festivalde hissettiğim şey; öğrenecek ve keşfedecek daha çok şeyin olduğu. İnsan kimi zaman, yolun neresinde olduğunu bilmediğinde korkup panik yapabilir ama özellikle de başka ülkelerden oyun seyretme fırsatı bulduğumda tekrar fark ediyorum ki; hepimiz aynıyız ve hepimiz o yoldayız. Ortak dilin duygu olduğu bu festival, benim için hep çok özel. Tiyatro öğrencisiyken biletler çok pahalı olduğu için kaçak girip oyun seyretmeye çalışan bir ekiptik ve tek derdimiz bütün oyunları görebilmekti. Tek derdi oyun seyretmek olan gençleri unutmayalım. Fazladan bir bilet alıp kapıda bekleyen öğrencilerden birinin meleği olabiliriz."