Yapımcılığını NTC Medya'nın üstlendiği 'Rengarenk' isimli dizi, bugün atv ekranlarında başlıyor. Julia Roberts ve Hugh Grant'ın başrollerini paylaştığı 1999 yapımı 'Aşk Engel Tanımaz' (Notting Hill) filminin senaryosunu çağrıştıran konusuyla dikkat çeken dizi, izleyiciyi ekrana bağlayacak. Dizi; kadınlardan nefret eden ve hayatında hiç dizi izlemeyen 'Can' ve ünlü bir oyuncu olan 'Renk'in tanışmasıyla birlikte yaşanan olayları konu alıyor. Dizinin İzmir'deki setini ziyaret ettik ve iki başrol oyuncusuyla sohbet ettik...
Dizi çekimleri sebebiyle İstanbul'dan uzak olmak ne hissettiriyor?
SELİN ŞEKERCİ: İzmir, benim memleketim zaten, o yüzden ben bir şey fark etmedim. Eski hayatıma döndüm diyebilirim. Ailem, erkek arkadaşım, kedim; herkes yanımda.
KAAN TAŞANER: İstanbul'u kendi memleketim gibi hissetmediğim için uzakta olmak da beni çok etkilemedi... (Gülüyor) Ama bir süre için buradayız. Selin'in de burada olması beni cesaretlendirdi.
HİKAYE YETİŞKİNLERE ÖZEL
'Rengarenk'in başrollerinde yer alarak ekranların yeni ikilisi olacaksınız. İzleyiciyi nasıl bir dizi bekliyor?
K.T.: Doğası çok çok farklı olan iki insanın ortak paydada buluşması mümkün mü, değil mi? Ünlü birini var eden, etrafındaki kalabalık değildir ama o kalabalık olmadan da var olamaz hale gelir. Bu ikisi birbirinden çok farklıdır. 'Sizi biz var ettik' sözü yanlış bir şeydir ama o kalabalıklar hayatınızın rutini haline geldiyse, onlar olmadığında kendini var olmuyormuş gibi hissedebilirsiniz. 'Renk' karakterinin hayatındaki dönüm noktasının kritiği budur. Sıradan birinin ünlü olması ne kadar zorsa, ünlü birinin de sıradan bir hayat seçmesi çok zordur. Biz de dizide bunları anlatacağız.
S.Ş.: Ben 'Kaçak Gelinler' dizisinde oynarken; romantik komedinin öncülerinden olduk ve sonrasında da aynı türde işler yapılmaya başladı, içlerinde sevilenler de oldu. Bu işin farkı birazcık daha yetişkinlere yönelik bir hikaye olması diyebilirim. Romantik komedinin özü her ne kadar aşk ve sevgi olarak gösterilse de, bizim hikayemizde dert de var. Kızın tükenmişlik, adamın insanlara güvensizlik halini anlatıyoruz.
OYUNCULARIN HAYATI ZOR
Biraz da canlandırdığınız karakterlerden bahsedelim. 'Rengarenk'te biriniz 'Can'a, diğeriniz 'Renk'e hayat veriyorsunuz. Nasıl tipler bunlar?
K.T.: Dizide televizyon izlemeyen, medya ve magazin âlemine uzak, kendi halinde yaşayan 'Can' isminde bir karakteri canlandırıyorum. Gerçekte de böyle insanlar var diyebilirim, mesela ben... Canlandırdığım karakteri kendime çok yakın hissediyorum. Tanıdığım insanların ya da meslektaşlarımın projelerine bakmaya gayret etsem de sürekli bir televizyon izleyicisi değilim. Bu arada romantik komedilerdeki jönleri sürekli soydukları için çok endişeleniyorum. Benden de baklava göstermemi bekleyebilirler ama benim vereceğim başka cevaplar var.
S.Ş.: Benim karakterimin adı da 'Renk' ve resmen ikizim gibi... Şöhretli bir oyuncuyu canlandırıyorum. 'Renk' kadar yüksek bir şöhretim var mı bilmiyorum ama benimki de fena değil. (Gülüyor) Şöhret 'Renk'i sıkıyor ve kendi dünyasından uzaklaşmak istiyor, karşısına da şöhretler âlemini tanımayan 'Can' çıkıyor. Performans olarak ne sergilerim ve ne kadar beğenilir bilmiyorum ama benim işim kolay. Çünkü her oyuncunun anlayabileceği bir karakter. Bir oyuncu olarak, bir oyuncuyu canlandırıyorum ve inanın oyuncuların hayatı zor.
MESAFELİ İNSANLARIZ
Oyuncu kimliklerinizi ve kamera önü hallerinizi biliyoruz ama gerçekte nasıl insanlarsınız?
K.T.:. Kendime özel bir dünyam var ve bunu bir strateji olarak geliştirmedim. Çocukken de çok az arkadaşım vardı, şimdi de öyle... Soğukkanlı olmak ve mesafeli durmak iyidir.
S.Ş.: Ben de dışarıdan tatlı ve sevecen görünürüm ama aslında çok domuzumdur. Hatta Kaan'dan daha domuz olduğum zamanlar da olur. İki domuz olarak biz çok mutluyuz. İnsanlara dokunmayı sevmem, samimi duramam; birini ne kadar sevdiğimi sözle ifade ederim.
Aslında gerçek hayatta iki sevgilisiniz. Özel hayatta ve iş ortamında da sürekli birbirinizi görmekten sıkılmıyor musunuz?
S.Ş.: Bizim adımıza üzülmüş gibisin... (Gülüyor) Projeye başlamadan önce 'Acaba nasıl yaparız?' diye meraklanmıştım ama çok enteresan ki sette birbirimize yabancılaşıyoruz. Yönetmen, 'Kestik' dediği anda, yeniden Selin ve Kaan oluyoruz.
K.T.: Hiçbir şey değişmedi. Selin, benim oyuncu partnerim. İşte tanışıp aşk yaşayanlar oluyor ya; bizde tam tersi oldu.
Sette dinlenirken dipdibe oturan iki sevgiliyken, biraz sonra kavga eden bir çifti oynamanız gerekebilir. Bu zor olmuyor mu?
K.T.: Yok, hiç zorlanmıyorum. Rolün arkasına saklanıp bazen gerçek duyguları ifşa ettiğimiz de olabiliyor. (Gülüyor) Selin'e rolün içinde bazen kızabiliyorum. Şaka tabii bunlar.
S.Ş.: Bana zor değil, eğlenceli geliyor. Biz domuz çiftiz. Duygularımızı işe yansıtmıyoruz. Doğruyu bulmak adına birbirimizi çok eleştiririz.
SADECE OYUNCU DEPRESYONA GİRMEZ
Oyuncuların dilinde 'Tükenmişlik sendromu' diye bir durum var. Oyuncuları tükenmişliğe iten nedir?
K.T.: Sadece bir kişi, bu sendroma
yakalandı diye, bu onu moda
yapmaz. O, kişiye özel bir durumdu.
Bir devlet memuru da, devlet
başkanı da tükenmişlik sendromu
içerisinde olabilir; her rutin mesleğin
arızalarında biri bu. Yorgunluk
duygusunun temeli aslında bu
duygudur. Sadece oyuncular bunu
dile getirecek noktada olduğu için
insanlar bunun nasıl bir şey olduğunu
öyle anladılar.
S.Ş.: Tükenmişlik sendromu
diye bir ad konduğu için popüler
hale geldi ama bu olay, hepimizin
yaşadığı bir şey. Ben de yaşadım,
birçok oyuncu arkadaşım da bunu
yaşıyor. Sadece tanınmış olmakla
ilgili değil; yoğunluk içerisinde
insanın psikolojisi bozulabiliyor.
KAAN'I ANTİPATİK BULMUŞTUM
İkiniz de tanınan oyuncularsınız; sevgili olmadan önce birbiriniz hakkında ne düşünüyordunuz?
K.T.: Biliyorsunuz; annem Sacide Taşaner de oyuncudur ve Selin, annem ile çalışmıştı. Ben de o dönemde 'Kayıp' dizisinde oynuyordum ve televizyon seyretmiyordum. Selin de annemin ısrarıyla beni izlemek zorunda kalmış. Bütün aşklar nefretle başlar denir ya, bizde de öyle oldu.
S.Ş.: Kaan beni bilmiyormuş, o yüzden şu an 'Can'ı oynuyor. (Gülüyor) Kaan'ın annesi bir projede kayınvalidemi oynuyordu. Sacide'ciğim zorla "Oğlumun dizisini de izle" dediği ve oyuncu olduğum için o diziye de bakıyordum ve Kaan'ı öyle tanımış oldum ama kendisini antipatik buluyordum. Sacide'ye "Tamam, anladık; oğlun çok iyi..." falan diyordum ama gördüğüm anda fikrim değişti.
ŞÖHRET İKİ UCU SİVRİ DEĞNEK!
Sizler bir gün şöhreti kaybetseniz ne hissedersiniz?
K.T.: Bana çok bir şey hissettireceğini zannetmiyorum ama mesleğimi iyi yapamamak kötü hissettirir. Yani peşime düşen kalabalıkların sayısı önemli değil; nitelik daha önemli nicelikten... Belki 20 kişilik bir salonda tiyatro yaparak da çok olan bir çift olabiliriz. Popülerlik başarının karşılığı olarak algılanıyor ya, popülerliğini kaybeden biri başarılı olmadığını düşünüyor. Korkularımızın, kariyerlerimizi yönetmesine izin vermeyeceğiz.
S.Ş.: Aslında bu o kadar bilinmez bir durum ki; ilk etapta hayatına bir rahatlama getirebilir ama sonrasında alışkanlık yapan şeyleri sorgulatabilir. O kadar bilinmez ki; ne onlu, ne onsuz... İki ucu sivri değnek diyebilirim. 'Yaptığım şeyi eskisi kadar iyi yapamıyor muyum?' diye kendimi sorgular ve belki bocalayabilirim. Bir de ben çok büyük laflar edip "Dizilerde oynamayacağım; tiyatro yapacağım, belki sinema filminde oynarım" diyordum ama hayat, beni bir şekilde buralara getirdi ve bir süre sonra bundan vazgeçemez hale gelebiliyorsunuz.