Geçtiğimiz cumartesi '5 No'lu Cezaevi' ve üstüne 'Biutiful'u izledim ve iki gündür kendime gelemedim... 12 Eylül döneminde Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar hakkında bayağı bir bilgim vardı ama belgeselde insanlık tarihinin en ağır işkencelerini bizzat yaşayanlardan dinleyince, üzerinizden kamyon geçmiş gibi oluyorsunuz... Hangisini anlatsam ki... İnsanlara bok, fare yedirilmesini mi? Tutukluların bir buçuk yıl yıkanamamasını mı? Bir buçuk yıldan sonra kış soğunda, avluda üzerlerine dökülen soğuk suyun ardından, "Çok temizlendiniz, hadi yerde sürünün" denmesini mi? Ya da tutukluların cezaevi komutanının köpeğini gördüklerinde esas duruşa geçmelerini mi? Yapılan işkencelerin hangisini anlatsam ki? Kendilerini tinerle yakan tutuklular her şeyin özeti aslında. Beni bu belgeselde en çok etkileyen; bir tutuklunun iki-üç yaşındaki çocuğuna ilk kez et yedirmesiydi... Tutuklular cezaevi komutanının köpeğine verilen etin ucundan kestikleri bir parçayı kavurarak, çocuğa yedirmişler! Benim şu anda asıl kafamı kurcalayan ise tüm bu acılar yaşanırken ve ben sekiz yaşında bir çocukken Kenan Evren'i kahraman olarak görmem! Evren askerliği bırakıp Cumhurbaşkanı olduğunda da çok üzülmüştüm! Sadece ben değildim çocuk; 12 Eylül rejiminin halkoyuna sunduğu anayasaya yüzde 90 oranında 'evet' oyu veren milyonlarca çocuk vardı. Gerçekler bir şekilde ortaya çıkıyor ama yine 'tık' yok! 12 Eylül'den hesap sorulacaktı ama Kenan Evren hâlâ resim yapıyor! Bu arada '5 No'lu Cezaevi' filmini, İstanbul'un en köhne salonlarından birinde, Yeşilçam Sineması'nda izledim. Salonda benimle beraber altı kişi vardı. Galiba bu filmin gösterildiği salon sayısı da iki-üçü geçmiyor. Ee Türk halkının hesap sorması da böyle olur!
ÇOK DEPRESİF BİR FİLM
Gelelim diğer izlediğim filme... Adı 'Biutiful' ama filmde tek bir güzellik yok! Hayatımda izlediğim en depresif yapımlardan biriydi. Alejandro Gonzalez Inarritu belli ki, filme bu ismi, gıcıklığına vermiş. Yaşadığımız hayatın ne kadar sefil olduğuyla dalgasını geçmek istemiş... 'Biutiful'; '21 Gram' ve 'Babil' kadar müthiş değil ama yine de bir Inarritu filmi ve bende daha derin yaralar açtı. Belki de filme dair yaşadığım duygu yoğunluğunda babamı yeni kaybetmiş olmamın da etkisi var... Peki, filmde ne anlatılıyor? Inarritu gibi bir dahinin filmini özetlemek çok komik kaçacak ama Javier Bardem'in harikalar yarattığı 'Uxbal' adlı karakterin etrafında dönüyor film... 'Uxbal', Barselona'da kaçak çalışan Çinli ve Afrikalı göçmenlere iş bulup komisyon alarak iki çocuğunu tek başına yetiştirmeye çalışıyor. Çocukların annesi manik-depresif... Depresif olduğunda çocuklarını ve kocasını hatırlıyor. Manik moda geçtiğinde ise önüne gelenle yatıyor. Yattıklarının arasında kocasının abisi de var... Ve bir gün 'Uxbal' kanser olduğunu ve iki ay sonra öleceğini öğreniyor. Film de asıl burada başlıyor...
"BU MU OSCAR ALACAK?"
En iyisi filmi daha fazla deşifre etmeyeyim. Filmin her karesi, özellikle de babayla olan buluşma sahnesi müthiş, mutlaka izleyin. 'Biutiful'a dair en çarpıcı eleştiriyi ise Haşmet Babaoğlu'nun dünkü yazısında okudum. Babaoğlu, 'sosyete salonu' olarak tabir ettiği, muhtemelen biletlerin pahalı satıldığı bir alışveriş merkezi salonundan iki izleyicinin aralarında geçen diyalogları okuyucularıyla yorumsuz paylaşmış: 1.Seyirci: "Ayy, bu ne iğrenç bir film. Hep pis yerlerde, pis insanlar arasında geçiyor." 2.Seyirci: "Valla mikrop kapacağız." 1.Seyirci: "Buna mı Oscar verecekler şimdi? Sırf biz halimize şükredelim diye çekmiş adamlar filmi! Bari kadın oyuncu güzel olsaydı!" Keşke bu konuşma videoya kaydedilseydi de; Inarritu, filmin sonuna ekleseydi... Müthiş bir final olurdu! Evet, herkesin dünya görüşü ve yaşam standartları farklı ama bu filmi izleyip mikrop kapacağını düşünmek çok garip. Vallahi tüylerim diken diken oldu. Babaoğlu tek bir örnekle her şeyi özetlemiş. 'Biutiful' filminden ve Babaoğlu'nun bahsettiği izleyicilerin yorumlarından sonra öğrendiğim tek şey, hayatın acımasızlığının hiçbir şekilde değişmeyeceği... Tek bir kurtuluş var, o da; insanoğlunun genleriyle oynanıp mükemmel bir yeni ırk yaratmak. Tabii o zaman da hayatın bir anlamı kalmıyor!