Ben annemin deyişiyle ayağı kırık köpek gibi sokaklarda dolaşmaya başladığımda çok küçüktüm. 16-17 falandım herhalde. 'Ayağı kırık köpek gibi dolaşmak' ne demek hâlâ bilmem ama ben de kullanırım günlük hayatta. Dur durak bilmez, laf dinlemez, arayışı son bulmaz insanlar için... İşte herhalde benim de yaşım erken kemale ermişti ki, bir an önce hayatı öğrenmek istedim. Çünkü ben tam bir sokak çocuğuydum. Zamanında anamı babamı çok üzdüm. Onlar benden bir halt olmaz diye düşündükleri sırada ise ben kararımı çoktan vermiştim. Ayağı kırık köpeciğin aklı başına erkenden gelmişti çünkü. Cam fanus içine girmeyi reddetmiştim ve göreceğim varsa kendim görmeliydim. Gördüm. Ebe mebe ne varsa... Ve tıpkı küçük süs biberleri gibi çabuk kavruldum erken 'adam' oldum. Üniversiteye girer girmez, kimsenin ama kimsenin haberi olmadan, bir gazetenin (üstelik spor gazetesiydi) sadece yemek fişi ve yol parasına eleman aradığını öğrendim, başvurdum, kabul edildim ve çalışma hayatına başladım.
TORPİLİN ESAMESİ OKUNMAZ
İyi ki... Sarışınım falan ama olmadık zamanlarda kafam iyi işler benim. 'Bu hayat çok acayip kızım' dedim; ancak çalışırsan, para kazanırsan ve üretirsen var olursun. O zaman hiç vakit kaybetme ve yürü! Yürüdüm. Beyaz atlı prensin kendim olduğunu çabuk fark ettim. Ve bu mesleği o kadar sevdim ki, kendi isteğimle girip çıkmadığım delik kalmadı. İlk haberim manşet, hem de birinci sayfadan dokuz sütuna manşet olduğunda 23 yaşındaydım... Haa, bu arada şunu da söyleyeyim; 18 yaşında yarızamanlı bir işe başlayıp 23 yaşına geldiysen artık tamamsın demektir. Şimdiki genç arkadaşları görüyorum... Gazeteci olmak istiyorlar, çok hevesliler, gelip başvuruyorlar tüm gençlik ateşleriyle. Ama sonradan anlıyoruz ki, hepsi daha ilk günden Pulitzer ödülüne layık haberler yapacaklarını zannediyorlar. Yok öyle şey işte! İzmir'den çıkan gazetecilerin neden en önemli köşe başlarını tuttuklarını zannediyorsunuz? Burada torpilin, kayırmanın esamesi okunmaz. Ama adamın canına okunur. Ayrı bir disiplin vardır... O kışla ortamından İstanbul'a giden İzmirliler, belki de bu yüzden en önemli mevkilerde can buldular. Eskinin demir perde ülkelerinden Brezilya'ya samba yapmaya gitmiş gibi oldular. Neyse durun, ne diyordum, kendimden söz ediyordum. İşte ben de baktım ki o gençlik ateşiyle bulunduğum ortam bana dar geldi, attım kendimi Anadolu'ya. Taaa Van'a, Diyarbakır'a, Kuzey Irak'a vs... Tanıdım memleketimi, toprağımı ve dahi kendimi. Şimdi ne mi oldu? Her karış toprak benim evim oldu. Efendim, bakınız şimdi ben bu yazıyı ülkenin ennnn doğu ucundan yazıyorum. Ama hiç mi hiç yabancılık çekmiyorum.
BATI'DAKİ 'GOY GOY'A İNAT
İlk günden taksiciyle kankayım, lokantam belli, otelim ikinci evim. Belediyesi AKP'li yere de gidiyorum, BDP'li yere de... Gönül lisanımız hep aynı, makaramız, güldüğümüz, kızdığımız şeyler de. Memleketin batısında abuk sabuk gündemler tartışılıyor ya hani... Koca koca adamlar, kadınlar tarafından... Burada yok öyle bir şey... Tek dert hayatta kalmak... Tüm bu kavgaya, çok renkliliğin keşmekeşine, coğrafi-siyasi zorlamaya ve de saf yoksulluğa rağmen... Yaşayıp gidiyorlar... Batı'daki tüm 'goy goy'a inat!