Artık bütün ilişkilerimizi internette yaşıyoruz. İş, arkadaşlık, sevgili; hepsi online... İletişim teknolojisinin bu kadar ilerlemesinde beni en depresif hissettiren şey; istediğimiz kişiye, istediğimiz zaman ulaşma imkanımızın olup söyleyecek doğru dürüst bir şeyimizin olmaması.
Kabul edin ki çoğunlukla söyleyecek önemli bir şeyimiz olduğu için değil, sadece ne kadar beğeni ve yorum alacağımızı görmek için bir şeyler paylaşıyoruz.
Bir kelime, bir işaret bile olsa; o anlık ilgi dozumuzu alalım yeter. Başkaları ile her yerde, her zaman iletişim kurmamızı sağlayan teknoloji, kendimizle iletişimimizi zayıflatıyor.
Eskiden canımız sıkıldığında hayal kurardık. O can sıkıntısı, bizleri yapmaya değer bir şeyler bulmak için motive ederdi. Artık neredeyse böyle bir ihtiyacımız kalmadı. Yapacak bir şeyimiz olmadığında; Twitter, Facebook ve Instagram can sıkıntımızı yok ediyor.
Yoksa tam tersi mi acaba?
Belki de yaptığımız şeylerde bir anlam bulamadığımız için canımız daha çok sıkılıyor.
TATMİNSİZLİK ARTIYOR
Şöyle düşünün; Facebook, Twitter, Instagram'da iki saat geçirdiniz diyelim. Kendinizi gerçekten daha mı iyi hissediyorsunuz? Yoksa içinizdeki tatminsiz delik, giderek büyüyor mu?
Belki insanların görünürdeki şahane hayatlarını izlemek, gereksiz kalori alıyormuşuz gibi birçoğumuz için bir çeşit obeziteye dönüştü.
Belki kendimizi sürekli başkalarının görünürde nasıl yaşadığı ile karşılaştırdıkça; hayatımız bir başkası olma arzusuyla özgüvenimizi sarsan, kendimizi sürekli eksik hissettiğimiz bir tecrübeye dönüşüyor.
Belki de gerçekten kim olduğumuzla değer görmeye ihtiyacımız varken, bu hissi nasıl görünmek istediğimiz ile kapatmaya çalışıyoruz.
Eğer böyle hissediyorsanız, belki de can sıkıntısı ve iç huzursuzluğu; hayatınızı nasıl yaşadığınız hakkında size bir şeyler söylemeye çalışıyordur.
Bu noktada kendinize sormanız gereken sorular şunlar:
Duygusal enerjinizi ve kendinize olan inancınızı en çok ne tüketiyor?
Vaktinizi nasıl geçirdiğiniz konusunda ne hissediyorsunuz?
Sizi hayata bağlayan değerler neler?
İZLEMEYİN, YAŞAYIN
Duygusal enerjiniz; yaşınız ilerledikçe, ruhunuza neyin iyi geldiğini anladıkça artar. Başkası olmaya çalışmak yerine kendimiz olabilsek, sürekli yaşayanları seyretmektense biraz da kendimiz yaşasak, bu hayattan ne kadar farklı bir tat alabileceğimizi bir düşünün.
Gerçek hayatın küçük zevklerinden ne kadar uzaklaşmaya başladığınızın farkında mısınız?
Gün içinde yaşadığınız en basit, en sıradan ama kendinizi gerçekten iyi hissettiğiniz anlar...
Bir şeyin üstesinden geldiğiniz, sevildiğinizi, değer gördüğünüzü, insanlığınızı hissettiğiniz anlar... Gerçekten paylaşabildiğiniz, umutlandıran, heyecanlandıran, duygulandıran, huzurlu anlar... Doğayı takdir ettiğiniz, sevdiklerinizle çay keyfi yaptığınız anlar… Hayatın zorluğunu yumuşatabilen asıl gerçekler bunlar…