Analitik psikolojinin kurucusu Carl Jung, hayatı iki evreye böler: İlki,
egonuzu şekillendirdiğiniz, bu dünyada bir yeriniz olduğunu ispata çalıştığınız evre. İkincisi ise, tüm bu gösterdiğiniz çabaya
daha büyük bir anlam bulabilmek... Jung; insanların yaşadıkları bir kayıp sonucu ilk evreden ikinci evreye geçtiğini savunur. Mesela fiziksel gücü veya bir ilişkiyi kaybetmek gibi... Yani kaybınızı, hayatınıza
yeni bir boyut kazandıran bir sinyal olarak görmeye başlarsınız. Ama eğer yeni şartlarınızı
inkar ediyorsanız veya yenilgi olarak görüyorsanız, o zaman gelişiminizde bir tıkanıklık olur.
ONUNKİ ZOR BİR TECRÜBE
Dün doktorda randevumu beklerken masada gözüme ilişen Newsweek dergisini okumaya başladım. Geçen yıl Emperors Club adlı lüks
eskort servisinin sıkı müşterisi olduğu ortaya çıkınca New York valiliğinden istifa etmek zorunda kalan Eliot Spitzer'in, bir yıl sonra nasıl bir hayat yaşadığı ile ilgili güzel bir yazı yazmışlar. Yazıya o kadar kendimi kaptırmışım ki, içeri çağrıldığımı bile duymamışım. 48 yaşındaki Spitzer, üç çocuklu güzel ailesini ve hatta
Amerika'nın bir sonraki başkanı olabilecek parlaklıktaki politik kariyerini riske atan bir aptallık yapmıştı... Manhattan'da nüfuzunuzun olması ne kadar büyük bir tatmin ise, bu şehirde rezil olup, gözden düşmek de o kadar katlanması zor bir tecrübedir. Spitzer, güçlü ve nüfuzlu bir politikacı rolünden,
normal bir insan rolüne geçişi yaşıyor. Politik hayatı bitti ama nasıl olduysa evliliğini sürdürebildi. Valiyken 'Bichon Frise' cinsi köpeğini parkta dolaştırmayı, 'süs köpeği' diye güçlü imajına yakıştıramayan Spitzer, şimdi köpeğini gezdirirken "Ne kaybedebilirim ki?" diyor.
Herkesin bu olgunluğa geçiş tecrübesi farklı. Mesela genç bir köşeyazarının kariyerine yeni başlarken ideali; en iyi yazarlardan bile daha iyi olmaktır. Tecrübesi olan bir yazarın ise,
bu standartı elinde tutmaya çalışmanın bir yerden sonra getirdiği ıstırabı çok iyi bildiği için, daha farklı bir perspektifi vardır. Çünkü kazanmaya çalıştıklarının yanında kaybettiklerinin de farkındadır.
STRES ZORLAR
Bir kişide daha iyi olmak ve daha çok kazanmak fikri saplantı halindeyse, kapasitesinin yüzde 90'ını, hatta tamamını kullanmaya başlar. Bu düzeyde hayatınızdaki stres sizi ciddi olarak zorlar. Kapasitenizi bu kadar zorladığınızda, kazandığınız kadar da kaybetmeye başlarsınız. Bu durum
en iyi olmaya çalıştığınız her şey için geçerli. (İş hayatında, hatta kilo vermek, genç görünebilmek için verdiğiniz uğraşta bile...) Alkol, sigara, ağrı kesiciler gibi semptom gidericiler sizi ayakta tutuyordur. Okuduğum 'Ambition' (Hırs) adlı bir kitapta yazar, yıllar süren araştırmaları sonucu,
hayattaki tatminin; aslında çoğumuzun düşündüğü gibi genç kalmaya, sekse, paraya ve sağlığa bağlı olmadığını yazıyordu. İnsanların hayatta aradığı,
'hareket ve rekabet'miş. Oyunun bir parçası olabilmek... İçgüdüsel olarak aranan,
'idare edilebilecek kadar zorluk.' Üstüne gittiğiniz konu her ne ise, kapasitenizin aşağı yukarı yüzde 80'ini kullanarak başardığınızı hissetmeniz... Bu düzeyin üstünde kendini zorlamak,
çok fazla stres ve mutsuzluk getiriyor. Bu düzeyin altında kalmak ise insana, 'sıradanlık' hissi veriyor ve sıkıyor. Bu denge ancak yaşınız ilerledikçe oturuyor. Hayatın ilk evresinde bu dengeyi henüz oturtamadığınız için, ilişkileriniz de muhtemelen harcanmıştır. Ama ikinci evrede arayışınız bir noktaya gelmiştir;
sevginin önemini daha iyi kavramışsınızdır, paylaşmak sizin için zayıflık değildir artık... Bu olgunluk yeni bir başlangıçtır. Onun için yaşlanmaktan korkanlar, orta yaşın sıkıcı olduğunu düşünenler aslında
hayatlarının belki de en önemli başlangıcını kaçırıyorlar!