Biz hep 'olmuş'ların dünyasında yaşıyoruz. Herkes tam, herkes eşsiz, herkes biricik.
Tuttuklarını altın ediyorlar... Şöhretin olduğu yerde müthiş bir ego çarpışması yaşanıyor. İnsan hem kendiyle, hem çevresiyle savaşıyor.
Zor iş.
Kendini hep 'en iyi' görmeye götüren yol uzundur, çilekeştir.
En güzel onlardır.
En iyi besteci onlardır.
En çok onların albümleri satmıştır.
En güzel filmi onlar çekmiştir.
Herkes bir yaradılış harikasıdır.
Kimse olduğu yerden iki adım geri gitmeyi göze alamaz.
Hep bir 'tutunma' hali vardır.
KOCA BİR 30 YIL GEÇMİŞ
Oysa hayat uzun bir yolculuk.
Kariyer de öyle...
Bazen yalnız ölürsünüz bu kalabalık yolculuğun finalinde...
Bazen paranız kalmaz...
Bazen bir bakmışsınız birçok şeyin esiri olmuşsunuz.
Geçen akşam Power Türk TV'de 'Retrospektif' adlı programı izliyordum.
Muhteşem görüntüler eşliğinde müzikte 70'li yılları anlatıyordu.
Kimler gelmiş, kimler geçmiş, kimler unutulmuş.
Herkes gençmiş, herkes güzelmiş, herkes ünlüymüş ve fakat aradan koca bir 30-40 yıl geçmiş. Peki kim gelmiş o günden bugüne kadar aynı şöhretle, aynı adanmışlıkla? Sadece birkaç kişi...
Değmiş mi peki?
Onu hiçbirimiz bilemeyiz.
Şimdi, bir adam çıktı ve "Ben gidiyorum" diyor.
KAYBOL GİTSİN TEOMAN
Teoman'dan söz ediyorum.
Onun gidişinde hiç müzikal anlamlar falan aramıyorum.
Evet, şarkılar sizi müzik listelerinde hep liste başı yapabilir ama şu gündelik hayatta ortalama bir oyuncu olmak da iyidir. Nefes aldırır, iyi gelir insana.
Ben Teoman'a şimdi bir kahraman gözüyle bakıyorum. Kendi hayatının kahramanı! Sana iyi dinlenmeler Teoman... Kaybol gitsin. Bir bakmışsın, ruhunda bir kalabalık...
Kaybol gitsin Teoman.
Kaybol bitsin!