Kapıda dikilip bağırıyor; "Ayşe geeeelll!" Sabahtan beri bir oraya bir buraya gidip geliyorum zaten. Hipnotize olmuş gibiyim. Gönüllü köleyim. Deli gibi aşık oldum sanki, gözüm başka kimseleri görmüyor. Sadece o ikisi var; iki tane aşkım var. Onlar ne derse o! Çünkü bugün bayram. Onlar ne isterse o olacak, bayram olmasa da onlar ne isterse o olacak ya, neyse. Kim bu ikili? 6 yaşındaki Ceren ve 4 yaşındaki Defne. Kuzenim Ebru'nun kızları. Sanırsınız ablamla benim küçüklüğümüz. Abla Ceren Zeynep gibi, Defne de ben.
ÇOCUK MASASI DURUMU
Esmer güzeli Ceren minik bedeninde abla ruhu taşıyor. Kibar, zeki, akıllı, duygusal, sakin. Beyaz kız Defne de tam fırlama. Yaramaz, yaygaracı, müthiş sevimli, kendine ait bir lisanı var, anlasa anlasa annesi anlayabiliyor. Dans ediyor, şarkılar söylüyor, ilgi hep onda olsun istiyor. Bayramın birinci günü dayımın evine gidiyoruz, kapı açılır açılmaz Ceren'i fark ediyorum. Bir kenarda durmuş, gözlerini bana dikmiş, "Hadi herkese merhaba de de sonra bana kal" bakışını atıyor. Ben de sadece onlarla olmak istiyorum zaten. Hani şu geniş aile sofralarında 'çocuk masası' vardır ya. Çocukken oturmak istemezsin, sinir olursun, senin de aklın vardır, sen de sohbet edebilirsin, üstelik onlar seni çocuk zannetseler de sen içinde kocaman adamsındır. Hiç sevmezsin o 'çocuk masasını', gitsin komşunun salak çocuğu otursundur oraya. İşte yine çocuk masası vardı sofranın. Aslında Defne ve Ceren'in daha rahat yemek yiyebilmesi için hazırlanmıştı. "Ben de çocuğum" dedim, oturdum çocuk masasına.
PARK, RESİM, BALE
Ama görür o büyükler. Bizim masamıza dokunmak yasak! Bizim yemeklerimizden almak yasak! Kahkahalar içinde, Defne'ye yemek yedirerek, Ceren'le göz göze gelip kıkır kıkır gülerek yedik yemeğimizi. Masamızın başında Necla Teyzemiz vardı. Emine yengemin annesi... Elleriyle meşhur köftesini yapmıştı. Yengem yine nefis bir sofra kurmuştu. Annem, kankam Yaso, dayım, yengem, Betty, Eloş, Ebru, Bartu, kızlar ve ben... Necla Teyze'ye bakıp bakıp teşekkür ettim. İyi ki vardı... Ailemizin kalan tek büyüğüydü o. Babaannemi, dedelerimi ve çok sevdiğim anneannemi teker teker kaybettik. O zaman anlayamadım kıymetlerini, şimdi hepsini öyle özlüyorum ki. Anneannem olsa da koşup gitsem yanına, saatlerce konuşsak, gülsek yine... Neyse, gelelim afacanlara. Bu iki minik cadı var ya... Beni bitirdiler. "Ayşe hadi 'Güzel ve Çirkin'i izleyelim." "Ayşe bizi parka götür." "Ayşe bizi salıncakta salla." "Ayşe resim yapalım." "Ayşe bale yapalım." İstersen yapma! Kıyabilirsen onları kır. Mümkün değil tabii. Hem öyle eğlenceli ki. Biraz da panik hali. Yahu bu anneler babalar çocuklarını korkmadan nasıl salıncakta sallıyorlar ya da kaydıraktan kaydırıyorlar? Aklım çıktı valla. Yok hazır değilim, valla hazır değilim çocuk işine. Kalp çarpıntısından giderim ben. Deliririm. Bu performansa, gün sonunda kolumu kaldıracak halim kalmadı tabii.
ÇOK ÇALIŞMAM LAZIM
Ama o mutluluk... Ceren'in o derin derin bakan gözleri, Defne kucağımda sokakta yürürken hissettiklerim... İşte o duyguların asla bir karşılığı yok. Onların kahkahalarının yerine geçebilecek hiçbir başarı yok. Ben bu bayram yemeğinden eve dönerken karar verdim. Daha iyi bir Ayşe olmalıyım. Daha eğlenceli bir Ayşe olmalıyım. Daha ilgili bir Ayşe olmalıyım. Daha güzel şarkılar yazan Ayşe olmalıyım. Resim yapmayı öğrenmeliyim. Bütün çizgi filmleri bilmeliyim, öğrenmeliyim, çok öğrenmeliyim. Ceren ve Defne'nin en sevdiği Ayşe'leri olmalıyım. Onlar büyüdükçe, gözlerinde sönen bir Ayşe değil, daha çok hayran oldukları, vazgeçemedikleri Ayşe olmalıyım. Çünkü ben aşığım. Çünkü ben farkındayım, onlardan daha önemli bir şey yok hayatımızda. Çok çalışmam lazım, çoook.