Ben onunla yaşamayı öğrenmeliyim!
Başka türlüsünün mümkünü yok çünkü.
İnsanların anlamadığı; artık yaylalarda ıssız, göçebe hayatı yaşadığımız devirlerin yüzlerce yıl öncesinde kaldığı.
Artık evlerimiz dip dibe...
Birbirimizin sesinden de, kedisinden, köpeğinden de rahatsız olsak bile, şikayetçi olmamayı öğrenmeliyiz.
Benim burada bildiğin zır deli bir komşum var mesela...
Yıllardır biraz sesli gülsek, eğlensek; çok rahatsız olup, hemen bağrıp çağırmaya ve "Susun artııııık" diye tepinmeye başlıyor.
YAZI ZEHİR EDİYOR
Olmadı, pencereden ruhunun bütün irinini akıttığı abuk sabuk mektuplar atıyor. Her sene, kaldıkları süre boyunca, yani yazın üç ayını bize zehir ediyor.
Rahatsız işte, ne yapacaksın!
Deliyle deli mi olacaksın?
Bir diğer komşum daha var ki, onlar dünya tatlısı. Birbirimize tahammülümüz sonsuz.
Ne biz o iyi komşumuzun partilerinden, ne de onlar bizim curcunalı, kalabalık sofralarımızdan yükselen kahkahalardan, müzik sesinden bu zamana kadar şikayetçi olduk.
Mesela ben her sabah evlerindeki iki köpeğin havlamaya başlamasıyla yataktan bir karış havalanarak güne başlıyorum.
Evet, çok rahatsız oluyorum ama ağzımı açıp tek kelime şikayet etmem, çünkü buna hakkım yok.
Ya da rahatsız olmuşsak bile "Ne yapalım canım, bu gece de biraz az uyuruz" demişizdir.
Toplama kampında yaşamıyoruz sonuçta.
YAZIK ONLARA...
Askeri okul da değil burası...
Ama işte bazı insanlar kendi hayatlarının tatsızlığının, renksizliğinin, gülmeyi, eğlenmeyi unutmuşluğunun acısını; bunun tam tersi yaşam süren komşularından çıkarabiliyorlar.
Yazık onlara.
Ha tabii ayrıca bu fenalıkla beter olsunlar tabii.
Yazık derken şefkatli bir acıma tınısı yoktu orada.
Bu dünya hepimizin.
Kedinin, köpeğin, hatta benim manyak komşunun...
Evlerimiz artık iç içe...
Ve yapacak bir şey yok; katlanacağız birbirimize.