Kavgası, tasası, savaşı, aşkı, derdi, ah be kardeşim seni ne gerdi? Tabii ki de endişe! Korkarım sorun çalışmakta değil; endişede, deli gibi atan kalpte, insanın kendi kendini panikletmesinde. Günümüzün en değer gören, en şakşaklanan, en erdem sayılanı nedir? Tebrikler, "başarı" dediniz ve bildiniz. Peki kuzum başarı nedir? Hımm kafayı toplayıp camı gerçeğe açarsak, görünüşte şudur; çok çalışmak, ajandayı tıka basa doldurmak, geceyi gündüze katmak, çoğunluğun onayını toplamak (o çoğunluğu yakalarsam, ah bi yakalarsam), alkışlanmak ve kasayı doldurmak.
FERMAN HASTANEDE
Artık sadece 'iyi insan' olmak yetmiyor; sevilmek, onaylanmak, takdir edilmek, diğerlerinden sıyrılmak, farkımızı fark ettirmek için. İlle de 'başarılı' olmak gerekiyor. Hele ki şov dünyasında tepişiyorsanız, yandınız demektir. Hep iyi görünmek, bir önceki eyleminin üstüne çıkmak, daha iyi performans sergilemek, kitleni büyütmek, manşetlerin kralı-kraliçesi olmak zorundasın. Sonra bir sabah bakmışsın ki severek yaptığın işin, panik atağına dönüşmüş. Alkış ve onaylanma kanına öyle bir girmiş ki, uyuşturucudan beter etmiş seni. "Daha fazla kızım, daha fazla oğlum; hadi yaparsın daha fazla daha fazla..." Sonra Allah'ın izni, çalışmanın bereketiyle sen o 'fazla'lara ulaştıkça gözünün içine bakıp senden bir şeyler bekleyenler de fazlalaşır. Artık geri dönüş imkansızdır. Hedefsiz olmak, azla mutlu olmak sana yasaktır, haramdır. "Heyy ne için bu koşturma? Ne yapıyorsun sen? Derdin ne?" diye soramaz hale gelirsin kendine. Bir çay koyup soluklanamazsın. Ve bir gece ansızın bedenin-ruhun el ele verip isyan eder işte. Şimdi bunlar nereden çıktı? Dün sabah gazetde maNga'nın solisti Ferman'ın Eurovision stresi sonucu rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldığını okumamla hemen koştum hastaneye. "Ferman Akgül hangi odada?" diye sordum danışmadaki görevliye. "Yoğun bakımda" cevabını alınca, aklım çıktı; o merdivenleri nasıl indim bilmiyorum. Yoğun bakım kapısında incecik, kızıl saçlı, gözleri yorgun ve üzgün bir genç kadın kollarını bağlamış duruyordu. Baktım Ferman'ın eşi Esra. Sarıldık, gözlerimiz doldu. Merak etmeyin Ferman daha iyiydi ve iyi olacaktı, kalbinde ritim bozukluğu varmış, aşırı yorgunluk ve stresten fenalaşmış...
HADİSE, SERTAB VE BEN
Ah Ferman ah! Programını öyle doldurmuşlar ki, can buna nasıl dayansın... Hastaneden çıktıktan sonra İstiklal Caddesi'ne vurdum kendimi. Ne yapıyorduk biz? Ne gerek var genç yaşımızda bu kadar strese, bu kadar koşturmaya, hayatımızı iş üzerine kurmaya? Hepsi başarı endişesinden, hepsi! Bir kere koşmaya başladık mı, yürürsek düşeceğiz zannediyoruz çünkü. Herkes bizden bir şey istiyor, daha iyisini bekliyor çünkü. Başarı dedikleri, ün dedikleri, en kötü zehir çünkü. 'Ya başaramazsam' endişesi de en büyük düşman! Şu Eurovision uğruna geçen sene Hadise bağışıklık sistemini çökertti, Sertab Erener Amerika turnesinden dönünce uykusuzluk hastalığına yakalanıp sağlığını bozdu. Dönüp baktım kendime. Üç gündür toplam iki saat uyumuşum. Her an çarpıntı geçiriyorum. Kafamda sürekli işlerim var. Yazılacak şarkılar yetişmeli, bugünkü yazım daha bomba olmalı, kiminle röportaj yapayım, daha güzel görünmem lazım spor yapayım, gelen talepleri karşılamalıyım, yeni albümü düşümeliyim, klipte ne yapsak, yeni fotoğraflar nasıl olsa, mali işleri peş peşe dizmeliyim... Derken derken gecenin ikisinde kafadaki planlarla cin kesiliyorum. Olması gereken, yapılması gereken o kadar çok şey, bulunulması gereken o kadar yer var ki. Üstelik işime aşık olmama rağmen bulunduğum ortama kendimi ait hissetmememin ağırlığı var üstümde.
STRESE BAĞLI DELİRME
Dedikodulardan, sahte yüzlerden, menfaatçilerden, benden nemalanmaya çalışanlardan, sevgisizlikten tükenmiş durumdayım. İstiklal'de yürürken ağlamaya başlıyorum, dur ağlama çok işin var! Ağlaya ağlaya görevleri tamamlıyorum, eve geliyorum. Evde ağlamamı durduramıyorum. Bütün gece ağlıyorum, çok yorgunum, nefes alamıyorum. Sonra yüzümü yıkayıp masa başı çalışmalarına ve telefonlara devam ediyorum. Gece yatağa gidince olan oluyor. Her şeyi iki tane görmeye başlıyorum, duvarda, yatağın üstünde saçma sapan şekiller, yüzler görüyorum. O sırada Yasemin arıyor, tuhaf konuşmalarımdan şüphelenip eve geliyor. Sonrası hastane... Strese ve yorgunluğa bağlı kafayı yemiş bulunuyorum yani. Eee? Ee'si ne zaman yaparım bilmiyorum ama biraz ara vermeye karar veriyorum. Çalışmak güzel de endişe ruhlarımızın sonu olacak.