Ortalıkta ne çok yalnız insan var. Gittikçe ıssızlaşıyor hayatlarımız. Tek kişilik artık bütün oyunlarımız. Neden peki? Erkek tarafını bilmem. Ben kadın tarafını biraz tarif edeyim size: Efendim bizler, sevdasına düştükleri adamları parmağının ucuyla değil, avucunun içiyle sımsıkı kavrayan kadınlar ordusuyuz. Çok tutkulu, çok şefkatli, çok delikanlı, çok sıcak, çok içten, hem çok bıçkın, aynı zaman da da çok 'kadın kadınız'. Duygularımızı saklamaz, aşkımızı sunmakta pintilik etmeyiz. Sevdiceğimizi gönlümüzün sırça köşküne, hem de taa baş köşeye, gururla yerleştiririz. "Sen kurul buraya paşammmm, ben sana bakarım da, sever, öper taparım da! Her şartta başımın üzerinde taşır, üzerine bol bol da şımartırım, en ufak bir başarında sırtını sıvazlarım, kendini evrenin hakimi, dünyanın en dayanılmaz erkeği hissettiririm" vs. çekeriz. Kısacası bildiğin saftirik enayileriz.
ORTA YOL BİLMEYİZ
Bu taşkın sevgi gösterilerinde bir art niyet ya da beklentimiz de yoktur hani... Sadece cömertçe açtığımız kucağın sıcaklığına ve samimiyetine halel getirilmesin isteriz. İçimizden gelir coşkumuz. Bizim rüzgarımız lodos, denizimiz okyanus! Biz, 'orta yolda' yaşama becerisinden yoksunuz. İçimizdeki nehir taşınca, aşkımızı tüm dünyaya duyurmak için naif girişimlerde bulunabiliriz.
AMAAA...
Ama sonra o ağalar, paşalar çıktıkları kabuğu beğenmeyen civcivler gibi günün birinde kazığı gırtlağımıza kadar sokup ittiriverirler. Öyle ışık görmüş tavşanlar gibi kalakalırız. Peki akıllanır da bir dahaki adamdan paşalığı sakınır mıyız? Aslaaa! Bizim hamurumuz coşku katkılı. Sevdik mi, böyle! Denizimiz okyanus, rüzgarımız lodostur bizim.. Oysa 'lodosun gözü yaşlıdır' ya... İşte bunu hep görmezden geliriz. O yüzden 'bir buldum bir kaybettim'i oynar dururuz. Sonuçta hepimiz, sevgili durumundan birer 'kara dul'uz.