MEHMET BARLAS
Ben gazeteciliğe başladığım 1960'ların başında Hürriyet Erol Simavi'nin, Milliyet Ercüment Karacan'ın, Günaydın Haldun Simavi'nin, Akşam Malik Yolaç'ın, Tercüman Kemal Ilıcak'ındı. Cumhuriyet Nadir Nadi ve Doğan Nadi kardeşlerin, Dünya Falih Rıfkı Atay'la Bedii Faik'indi. Vatan ise Ahmet Emin Yalman'ındı. Daha sonraları Dinç Bilgin SABAH'ı, Cem Uzan Star'ı yayın hayatına soktular. Kozanoğlu-Çavuşoğlu ikilisinin kurdukları Güneş daha sonra Mehmet Ali Yılmaz'ın arkasından da Asil Nadir'in olmuştu. Zaman'ın Gülen Örgütü'ne, Turgay Ciner ile Mehmet Ali Ilıcak'ın Tercüman'ının Akın İpek patronajında "Bugün"e dönüştüğünü de hatırlayalım.
Bugün bu basın patronlarının isimlerinin medyadan nasıl buharlaştığını irdelerken Osmanlı'nın "Romanya'da karın, Karadeniz'de gemin, Türkiye'de malın olmasın" deyişini de hatırlamalıyız. Ama basın sermayesindeki yapısal değişiklikler daha derin analizleri gerektirir.
Eski basın patronlarının ana mal varlıkları ve zenginlikleri gazeteleriydi. Bunların siyasetle ve derin devletle içli dışlı olarak kamu ihalelerinden pay almaları, banka sahibi olmaları falan söz konusu değildi. Devletten ve siyasetten parasal beklentileri yokluk zamanlarında kağıt tahsisinden ve resmi ilanlardan pay almaktan ibaretti.
1980'li yılların sonunda Turgut Özal Başbakanken Davos Ekonomik Zirevesi'ne gitmiştik. Özal'ın da kaldığı Belvedere Oteli'nin barında Hürriyet'in sahibi Erol Simavi'yi görünce yanına gittim.
"Erol Bey, siz pek gelmezdiniz böyle toplantılara, yeni bir durum mu var?" diye sordum. Erol Bey "Arkadaşım Kemal Ilıcak zor durumda... Özal'la konuşup ona yardım etmesini isteyeceğim" diye cevap verdi. Biraz sonra Özal'ın basın danışmanı Can Pulak geldi ve Özal'ın kendisini beklediğini Simavi'ye söyledi...
Simavi Özal'ın yanına çıkarken, otelin barına SABAH grubunun yöneticisi Zafer Mutlu girdi ve bir koltuğa oturup beklemeye başladı. Erol Simavi Özal'la görüştükten sonra bana veda edip otelden ayrıldı. Bu sırada Can Pulak gelip, Zafer Mutlu'yu da Özal'ın yanına götürdü. Daha sonra Mutlu da aşağıya indi ve otelden ayrıldı.
Ben yukarıya Turgut Özal'ın yanına çıktım ve "Erol Simavi ile Zafer Mutlu sizden ne istediler?" diye sordum. Özal da "Erol Bey'in Tam Sigorta diye problemli bir şirketi varmış, onu kurtarmam için yardım istedi. Zafer Mutlu da Emlak Bankası'nın yapacağı konut projesinin reklamlarını SABAH'a verilmesini istedi" diye yaptığı konuşmaları anlattı.
Yani basının devletten beklentileri bu çaptaydı henüz... Bu çapın hacmini milyar dolarlık çıkarlara dönüştürmeyi başaran ilk basın patronu 1980'de Milliyet'i satın alan Aydın Doğan oldu... Daha sonra Hürriyet'i de aldı ve medya gücünü siyasi bir silaha dönüştürerek kamu pastasındaki payını artırdı. Hemen her alandaki büyük yatırımlarla, bir süper zengin oldu.
İzmir'den gelen Dinç Bilgin SABAH'ı tamamen "ileri teknoloji"ye dayalı altyapısı ile 22 Nisan 1985'te yayın hayatına sokmuştu. Merkezi Mecidiyeköy'de bulunan gazete elektronik ortamda hazırlanıyor, bölge matbaalarına sayfalar "page fax" adı verilen sistemle, telefon hatları kullanılarak ulaştırılıyordu. Baskı bilgisayar kontrollü makinelerde yapılıyor ve en küçük bir renk kaymasına bile izin verilmiyordu.
Özal Dönemi'nin teknoloji devrimi SABAH ile elektronik yayıncılık şeklinde basına böylece girmişti. Ben 1989'da SABAH'a önce haftalık röportajlar sonra da günlük yazılar yazmak için girdiğimde, Dinç Bilgin sadece gazetesinin başarısını ve rekabette üstün gelmeyi amaçlayan ideal bir basın patronuydu.
SABAH'la yollarımız ilk kez 1991 seçimleri öncesinde ayrıldı. Özal benden o zamanlar tek özel televizyon kanalı olan Star'da haberlerden sonra yorum yapmamı istemişti. SABAH yönetimi bana "Ya televizyon yorumculuğu ya da SABAH" tercihini koyunca gazeteden ayrıldım. SABAH'a ikinci kez Hürriyet'teki köşe yazarlığını bırakarak 1993'te döndüm.
SABAH artık İkitelli'deki yeni binasındaydı. Ve Dinç Bilgin hedeflerine ulaşmış büyük basın patronu görünümündeydi. Özel jeti, yatı ve Londra'da katı vardı artık.
Ne yazık ki, Dinç Bilgin Aydın Doğan'la giriştiği rekabette kendisini zayıf ve kuşatılmış hissetti ve basına ağırlık vermek yerine rakibinin izlediği yola girmeyi seçti. Rekabeti bırakıp Hürriyet ve Milliyet'le birlikte "Medya Karteli"ni kurdular.
Dinç Bilgin o sırada gerçekleştirilen 28 Şubat postmodern darbesinin rüzgarında sivilliği bırakarak, darbenin yanında yer aldı. Problemli Etibank'ı satın alarak gazete ve televizyonu ikinci plana itti. SABAH'ın yöneticileri artık "Gazete"den değil "Şirket"ten söz etmekteydiler. Bu ortamda benim ve eşimin yazılarımız aynı anda kesildi ve SABAH'tan bir kez daha ayrıldım.
Dinç Bilgin'in serüveninin sonrasını biliyoruz. Etibank yüzünden tutuklanıp cezaevine düştü. Tüm malvarlığına ve medyasına BDDK tarafından el koyulması, yönetiminin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilmesi de var. Sonuçta medya dünyasına veda etti.
Bugünkü SABAH'a uzanan yolda ayrıntılara girersek, bu yazının sonu gelmez. Ama gazeteciliği sadece gazetecilik için yapmanın en doğru yol olduğu, yaşanılan deneylerden çıkartılabilecek en sağlıklı sonuçtur.