Bir zamanlar, ileride büyüğü yazar, küçüğü oyuncu olacak iki erkek çocuğu, onlara İstanbul Boğazı gibi haşmetli ve güzel görünen bir sulama kanalında akıntıya karşı yüzerdi, hatırlıyorum. Henüz İstanbul'un müstakbel bir kanalının, çılgın projesinin olmadığı çağlarda, Adana'da çılgınca yaşıyor ve hayal ediyorlardı. Yaşıyor ve de hayal ediyorduk. Evimiz 'Adana Boğazı'na bakıyordu. Seninle birlikte evin balkonundan saatlerce suyu izler, dalıp giderdik. Sen suya gerçek anlamda dalma hayalleri kurardın. Bense Çukurova'nın bir ucundan öbür ucuna kıvrılıp giden kilometrelerce uzunluktaki 'insan yapımı boğaz'ın buz tuttuğunu hayal ederdim. İleride Michelangelo'nun Davut heykelinin kaslı kollarına benzeyecek kollarınla kulaç atarken sağ elin havada donup kalmıştı. Yüzünü, nefes almak için suyun yüzeyinden ağır ağır çıkarırken donmuştun. Çenende buz sarkıtları vardı. Kardan, buzdan sakal uzatmıştın adeta, sakal sarkıtmıştın. Yüzüklerin Efendisi'nin muhayyel Gandalf'ının ve adamların efendisi merhum Nusret abinin sakalları gibiydi buzdan sakalların. Tayyip Erdoğan'ın, henüz başbakan olmadığı ve çılgın kanal projeleri açıklamadığı bir devirde, gülümseyerek, "Yaşlanmışsın Nusret," dediği beyaz sakallı Nusret Özcan... Hey gidi Nusret Özcan... Ortak hikayemizin tarih öncesindeki o zamanlarda neden kanalın buz tuttuğunu hayal ederdim, biliyorum. Muhtemelen, karın hemen hiç yağmadığı sıcak, cehennemi bir kentte büyüdüğümüz ve çocukluğumuzda kar özlemiyle yanıp tutuştuğumuz içindir. Bu yüzden o kanalda akıntıya karşı yüzdükten iki yıl sonra, 1993'te İstanbul'a gelince niye Boğaz'ın buz tuttuğunu hayal ettiğimi de anlayabiliyor, yani kendimle empati kurabiliyorum. Köklerini seninle ilgili anılarımda bulduğum bu hayal, "Hamile bir kadının karnı gibi şişmiş mezarlar. Her kabir kendi ölüsünü doğuruyor," epigrafıyla başlayan, iki ay sonra yayımlanacak, sana ithaf edilmiş bir romanın -Kötü Roman'ın- sahnelerine ilham verecek bir imgeyi bana miras olarak bıraktı. Romanın başkahramanı, üzeri bir NBA basketbolcusunun boyundaki kalın buz tabakasıyla kaplı Boğaziçi'nin, namütenahi bir kalabalıkla dolup taştığını görmüştü rüyasında. Bütün İstanbul Boğazı buza kesmiş, Asya'dan Avrupa'ya uçan martılar gökyüzünde donmuş, çatılardan mızrak gibi sivri, dev buzlar sarkmış ve daha iskele verilmeden vapurlardan atlayan, hep bir yerlere yetişme telaşındaki yorgun adamlar havada donup kalmıştı. Bana ilham verdiğin için kanalın buz tuttuğunu hayal ettiğim seneden, 1991'den kalma bir Château Cheval Blanc açıp, şerefine içsem yeridir. Ve itiraf edeyim, "Ölmeden önce yeniden yaşamak istediğin son anlar hangileridir?" diye sorsalar, işte o kanal zamanlarıdır, derim. Belki sen ölmeden önce zaten istemişsindir bunu. Bütün bir hayatını baştan sona, yeniden yaşamak için değil ama. Çünkü trajedi, sürekli tekrar eden bir şey değildir. Bir kere yaşanır, eşsiz ve devamsızdır. Bununla birlikte iz bırakan da yalnızca trajik olandır. Atilla Ünlü ölümüyle iz bırakan insanlardandı.