Devletleşen
bireyin ve bireyi yok eden devletin ortak trajedisinin iyi bir örneği olan
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanın başkarakteri Winston Smith'in çarpıcı özelliklerinden biri, parçası olduğu sistemin giderek muhalifi haline gelmesi ve nihayetinde onun gazabına uğramasıdır. Smith, totaliter devletin 'bekçi Murtaza'larından O'Brien'ın akıl almaz işkencelerine maruz kalırken "Büyük Birader'i seviyorum," der. Ne var ki cevap içten olmadığı için tatmin edici bulunmaz ve Smith söylediğine gerçekten inanana kadar aynı cümle tekrar ettirilir. Devlet-istihbarat odaklı güncel sorunları daha iyi yorumlamak ve George Orwell'ın, klişeleşmiş 'Büyük Birader' (Big Brother) imgesini anlamak için bütün zamanların en iyi korku ütopyası olarak kabul edilen
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört yeniden okunmalı. Romanda tasvir edilen sistemde asıl sorun; izlenmek-dinlenmek değil, izleme ve dinlemeyle paralel olarak uygulanan ürkütücü asayiş politikalarıydı. İşte istihbaratla asayişin ilişkisi, bir devletin totaliter mi yoksa demokratik mi olacağını da belirliyor. İstihbarat, asayişin ya da toplumu dizayn etmeye çalışan bir gücün hizmetine girdiği zaman bir korku atmosferi oluşuyor. Bunun Avrupa'daki son örneklerinden biri 1970'li yıllarda İtalya'da yaşandı. Mason biraderler, 'Büyük Birader'e dönüştü ve P2 Mason Locası, gizli servisi ulusal çıkarlar doğrultusunda değil, locanın çıkarları doğrultusunda yönetmeye başladı. Locanın, istihbarat servisini (SISMI) ele geçirmesi, tıpkı Hürrem Sultan'ın ya da Hitler'in yükselişi gibi engellenmiş olanın iktidarının iyi bir örneğiydi. Aşırı güçlenen eski mağdurun bir ülkeyi felaketin eşiğine kadar götürebileceğinin de... On yedi yıldır istihbarat üzerine okuyanyazan biri olarak istihbaratın, 'iktidarın olmazsa olmazı' olduğunu söyleyebilirim. Ama istihbarat,
The Ring filminde ekranda karıncalı görüntü izleyenin ölmesi gibi isteyerek veya istemeyerek, temas edeni yok eden bir yapıya bürünürse oradan gerçek iktidar çıkmaz.
CIA-FBI SİSTEMİ
Siyasetin, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması krizine müdahalesi bu çerçevede alınmış bir önlem olarak değerlendirilebilir. Bu kriz en azından şimdilik aşıldığına göre Türk istihbarat sisteminin totaliter değil, Batılı demokrasilere uygun bir çehreye kavuşturulma süreci devam edecek. Bu hafta
Üç Boyutlu Portre'de ilk evresi atlatılmış görünen krizin de kaynağı olan Türkiye'deki yeni istihbarat konseptinin 'üç boyutlu fotoğrafını' çekmeye çalışacağız. Bunu MİT Müsteşarı Fidan'ın -Mayıs 1999 gibi erken sayılabilecek bir dönemde- Bilkent Üniversitesi'nde İngilizce kaleme aldığı yüksek lisans tezini temel alarak yapacağız. Tezi, Nisan 2010'da Bilkent Üniversitesi kütüphanesinden almıştım. Tezde işlenen konulara geçmeden önce yeni istihbarat yapılanmasının nasıl olabileceğine ilişkin tahminlerimizi sıralayalım. Tahmin diyorum, zira bu konuda herhangi bir bilgiye, duyuma sahip değilim. HTS raporlarından da anlaşılacağı üzere son dönemde bu konuları bilen biriyle de görüşmedim. Sadece emniyet istihbarat çevrelerinde "Bizi lağvedip MİT'e bağlayacaklar," mealinde cümleler kurulduğunu işittim. Türkiye'nin yeni istihbarat yapılanmasını, Hakan Fidan'ın göreve getirilmesinden sonra aktifleştirilen Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu'nu (MİKK) hesaba katmaksızın anlamak zor. Bu kurulun, bir anlamda ABD istihbaratının 'çatı yapılanması' National Security Agency'nin (NSA) muadili olarak bütün istihbarat kuruluşlarını yönetmesi bekleniyor. Başında Fidan'ın bulunduğu kurul, bundan sonra CIA gibi çalışacak olan MİT'i ve FBI gibi yeniden organize edilecek olan Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı'nı yönetecek.
FIRTINANIN ASIL NEDENİ
Hatta kim bilir belki de Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı binası da MİT'in Yenimahalle'deki karargahına taşınır. Zira Teşkilat, Yenimahalle Karargahı'nı boşaltıp yeni bir yere taşınacak. Bu yeni karargah da CIA'in Virginia Langley'deki üssü gibi devasa bir araziye konuşlanacak. CIA-FBI benzeri sistem kurulursa, polis ve jandarma yalnızca asayiş ve dolayısıyla suç istihbaratına bakacak. Şimdi yeni sistemin yapısını, Hakan Fidan'ın tezini inceleyerek anlamaya çalışalım. Tezin tam adı 'İstihbarat ve Dış Politika: İngiliz, Amerikan ve Türk İstihbarat Sistemlerinin Mukayesesi'. Altı bölümden oluşan tezin bölüm başlıkları şunlar: İstihbarat Nedir, Dış Politika ve İstihbarat, İngiliz Sistemi, Amerikan Sistemi, Türk Sistemi, Sistemlerin Karşılaştırması. Fidan'ın tezdeki temel argümanlarından biri başarılı bir dış politika için güçlü istihbarat sistemine sahip olmanın şart olduğu. Tezin ilk bölümü şöyle başlıyor: "Soğuk Savaş boyunca Türk dış politikası içe dönük ve pasifti. Türkiye, enerjisini dâhili gelişmelere harcıyordu. Bu yüzden bahse konu dönemde dış istihbarat toplama ihtiyacı duymadı. Bunun yerine NATO müttefiklerinden gelen istihbarata bağımlı kaldı." Aslında bu cümleler şimdilerde kopan fırtınanın esas nedenini ele veriyor. Bugün Fidan'ın hedef seçilmesinin bir numaralı sebebi, Türkiye'nin istihbaratta bağımsızlaşmaya ve dışa açılmaya başlamış olması. Ankara'nın, geçmişte istihbarat anlamında bağımlı olduğu ülkelerin arasına NATO üyesi olmayan bir ülkeyi, İsrail'i de ekleyin. Böylece puzzle tamamlanıyor.
ULUSAL İSTİHBARAT KURULUYOR
Hakan Fidan, master tezinde mevcut istihbarat sisteminin Türk dış politikasını taşıyamayacağını belirtiyor. Bunun sebeplerini açıklamak için Türk istihbarat yapılanmasındaki sorunları saptamaya çalışıyor ve Türk sistemini Amerikan ve İngiliz sistemi ile karşılaştırıyor. Tezde mukayese için neden Amerikan ve İngiliz sistemlerinin seçildiğini açıklayan şöyle bir cümle var: "ABD ve İngiliz istihbarat sistemleri dünyada pek çok ülke tarafından taklit ediliyor ya da örnek alınıyor." Bu cümleye dikkat. Çünkü Türkiye'de şimdilerde kurulmaya başlanan istihbarat yapılanması, Amerikan-İngiliz sisteminin bir sentezi, bir başka deyişle Anglosakson modelin alaturka bir uyarlaması olacak. Bu uyarlamada yalnızca Türkiye'nin 16. yüzyıldan beri yüzünü Batı'ya dönmüş bir ülke olmasının etkisi yok. Ya da bu, basit bir mimetik arzuyla alınmış bir karar değil. Türkiye'nin Ortadoğu'da giderek artan politik etkinliği, dışa dönük siyasette ve dolayısıyla istihbaratta deneyimli olan Anglosakson ülkelerinin uyguladığı modelin bir benzerinin benimsenmesini zorunlu kılıyor. Böyle bir modeli hayata geçiriken İngiliz sistemindeki parlamenter denetim esası da yerleştirilebilir. Bu gerçekleşirse MİT'in denetimiyle ilgili tartışmalar da son bulmuş olacaktır. Hakan Fidan'ın da 'parlamenter denetime' itiraz etmemesi beklenebilir. Çünkü tezinin sonunda kendisi de İngiliz sisteminden farklı olarak MİT'in üzerinde bağımsız veya parlamenter denetimin olmadığını belirtmiş. Yerimiz sınırlı olduğu için hepsinden söz edemiyoruz ama Fidan'ın tezi, müstakbel Türk istihbarat yapılanması hakkında pek çok ipucu içeriyor. İstihbaratla asayişin belirgin çizgilerle ayrılması yeni yapının nirengi noktalarından biri. Hakan Fidan, yıllardır teorik olarak üzerinde çalıştığı sistemi, siyasetin güçlü desteği ile kurabilirse Anglosakson-alaturka sentezin, 'Anglo-turka' diye adlandırabileceğimiz yeni bir istihbarat modelinin kurucusu olarak tarihe geçebilir.
'PKK'YI DIŞ GÜÇLER KULLANDI'
Hakan Fidan, tezinde esas olarak istihbaratın ortaya çıkışının 18. yüzyılda milliyetçiliğin yükselişi, düzenli orduların ve diplomasinin gelişmesiyle alakalı olduğunu söylüyor. Tezin ilerleyen bölümlerinde istihbaratın türlerini detaylı bir biçimde açıklıyor. Buna göre istihbarat türlerinden biri güvenlik istihbaratı. Tezde ABD ve İngiltere'de güvenlik istihbaratı işini gören kuruluşların FBI ve MI5 olduğu belirtiliyor. Fidan, tezinde istihbaratta örtülü operasyonlar (covert action) adı verilen operasyonları da uzun uzadıya anlatıyor. Bu operasyonlara örnek olarak da PKK gibi terör örgütlerini destekleme (Bir dönem Irak ve Suriye'nin yaptığı gibi) ve basın yoluyla kara propaganda yapmayı (Bkz. Hakan Fidan'la ilgili bazı yayınlar) gösteriyor. Fidan, tezinde ABD ve İngiltere'nin teorik ve pratik manada dünyada istihbaratın standartlarını yerleştiren ülkeler olduğunu belirtiyor. Bu görüş, Türkiye'nin neden bu iki ülkenin modelini adapte etmeye çalıştığı sorusunun cevabını da içeriyor.
YENİ TÜRKİYE'NİN ECHELON'U: GES KOMUTANLIĞI
İstihbarat sisteminin yenilenmesini zorunlu kılan şey, Türkiye'nin bölgesel etkinliğinin artması. Yeni devletin güvenlik/ istihbarat politikasının çerçevesini emniyet değil, MİT çiziyor. Bütün gelişmiş ülkelerdeki gibi olması gereken de bu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) son dönemlerde tarihinin en başarılı PKK operasyonlarını gerçekleştiriyor olmasında da MİT'ten gelen nokta istihbaratların önemi büyük. Bu başarının asıl sebebi kurumlar arası koordinasyon. Bir diğer sebep de MİT'in teknik kapasitesinin, özellikle GES Komutanlığı'ndaki izleme-dinleme sistemlerinin devriyle yükseltilmiş olması. GES sistemi Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'da elektronik takip yapabilecek donanıma sahip bir sistem. Yani bölgenin Echelon'u olmaya aday. Echelon ise merkezi ABD'de bulunan büyük bir gözetleme ve dinleme sistemi. NSA tarafından yönetilen Echelon'un Ortadoğu'da da üsleri var. Echelon, rakipsiz bir biçimde dünyanın en gelişmiş teknik istihbarat sistemi.