8 EYLÜL CUMARTESİ
BABY SHOWER SEKTÖRÜ PASTASIZ OLUR MU HİÇ!
Bu kadar alengirli pastaları olduğunu bilmiyordum doğrusu. Ama her türlü kutlamada ayrı yaratıcılık sergileyen; her çeşit hobiyi, fanteziyi şeker hamurlarına uyarlayan yeni pastacılık sektörü, böyle imkanlı, böyle heveskar bir alanı niye boş bıraksın, öyle değil mi ya? Hem yerel, hem evrensel... Senteze hasta, şehirli orta sınıf, son 10 yıldır nasıl kınayla coşuyorsa, hamileliğin sonlarına doğru da baby shower'la sosyalleşiyor. Bütün kızlar toplaşıyor, hediyeler alınıyor. Hızlı kariyer yapmışlarla çoluk çocuğa karışmışların, apayrı ideolojik uçlara savrulmuşların arasındaki elektriğin bayağı çatır çutur ettiği sahneler, Sex and the City'nin örnek bölümlerini aratmıyor. Dolma, börek, kısır, zaten olur. Asıl şıklık olarak, büyük zincir pastanelerin de, küçük pasta butiklerinin de böyle hamileli, bebekli, zıbınlı, pusetli, envaiçeşit komiklik ihtiva eden süslü püslü pastaları var günün manasına dair. Kentli kadınlarımız bunu pek önemsiyor. 'Hayatta bir kere' diyor, sonra ikinci-üçüncü evlilikte tekrar tekrar hep beyaz gelinlik giyenler gibi, ikinci-üçüncü hamilelikte yine hediyeilgi- sevgi sağanağına tutulmak istiyor. Kız arkadaşlar, kuzinler, görümceler, eltiler, hepsi teşne olunca da, altıncı ay zor beklenip şenlikler başlıyor. Hadi bakalım, hayırlı olsun.
9 EYLÜL PAZAR
BOĞAZ BALIKÇILARINDA KAZIK NEREYE KADAR?
Etrafımdaki herkese söylüyorum: Amma kazıklanıyormuşuz. Midilli tecrübesinden sonra apaçık gördüm: Bizi hunharca kazıklıyorlarmış. Tamam, Boğaz'da balık yemenin tadı başka... Hiçbir yerle mukayese edilemez bir manzaranın karşısında, kucağında, suya ayak sokacak pozisyondasınız. Bunun hesaba bir yansıması oluyor, bu anlaşılmaz değil. Ama ne kadar? Sadece mutfaktaki bütün yeşilliklerin ince kıyıldığı bir salataya 40 TL yazacak kadar mı? Palamudun en bol ve ucuz olduğu mevsimde, ana yemekte birer porsiyon palamut takoz yenen (sıfır ara sıcak, önden paylaşılan bir patlıcan salatası, bir karides söğüş, bir deniz börülcesi), az içilen dört kişilik bir yemeğe 530 TL yazacak kadar mı? Rigel, Orion'daki bir yıldızmış. Büyük Avcı dikdörtgeninin alt sağ köşesindeki parlak mavi-beyaz görünümlü yıldız, yaklaşık 1000 ışık yılı uzaklıktaymış. Işıması çok güçlüymüş. Güneş'ten her saniye başına 50 bin kat daha fazla ışınım yapıyormuş. Sıcak ve genç bir yıldızmış, dış tabakalarında sıcaklık Güneş'in yaklaşık üç katıymış. Evet, yakıyor!
10 EYLÜL PAZARTESİ
DİŞİNİN ARASINDA MAYDANOZ KALMIŞ CANIM!
İngiltere'de bir araştırma yapılmış ve insanları en utandıran 10 hareket belirlenmiş: 1. Birinin adını unutmak. 2. Uluorta düşmek. 3. Üstüne yemek dökmek. 4. El sallanan kişi tarafından tanınmamak. 5. Dişin arasında yemek artığı kalması. 6. Geç kalmak. 7. Geğirmek. 8. Kıyafette ter izi oluşması. 9. Kaybolmak. 10. Fermuarın açık kalması... 10 en utandırıcı hareketin üçü yemekle ilgili ama bunların üçüne de itiraz edebiliriz: Üstüne yemek dökmek, evet nahoş bir şey ama en utanılacak şey mi emin değilim, ayrıca da artık bütün restoranlarda anında leke çıkarıcı getirip duruma hızla el koyuyorlar. Dişin arasında yemek artığı kalması, çantalardaki küçük aynalarla, tuvalet molasıyla, mekan aynasıyla, güneş gözlüğü camıyla bile kolayca çözülür. Geğirmek ise insanın kendi kontrolünde olan bir şey; istemeyen geğirmez. Halbuki daha utandırıcı şöyle durumlar olabilir: En fecisi mesela, zarif adıyla istifra. Geçmiş olsun. Diş protezinin, geçici dolgunun, yemek esnasında ağızdan fırlaması ya da! Ve de geğirme yerine, mide guruldaması. Yalan Dünya'nın Rıza'sını getirin akla. Hiç ister miydi Deniz'le çıktığı ilk akşam yemeğinde suşi yiyemediği için aç kalıp, sonra da Açılay'ın tiyatro oyununda guruldayarak ortalığı ayağa kaldırmayı? Dişte maydanoz da neymiş... Sağlıklı olduğu için onu orada bilhassa tutuyorum bile denebilir!
11 EYLÜL SALI
İHSAN OKTAY ANAR: ÇİKOLATA USTASINDAN BADEM EZMESİNE...
Üç haftalık bir zorunlu restoran orucuna girmiş bulunuyoruz! Küçük bir ev kazası: Ayak parmağımı masanın ayağına takıp kırmak suretiyle, üç hafta sürecek üstüne basma yasağı getirilmiş durumdayım! İyi tarafından bakalım: Bir numaraya şüphesiz ki annemin şahane yemekleri oturur. Şimdi iki ev arası heyecanlı bir transfer trafiği yaşanacak ki, yaşasın! Sonra sevdiğimiz lokantalardan sulu yemekler de alınacaktır muhakkak: Kadıköy Çarşısı'ndaki Fehmi'den ve Çiya'dan, Üsküdar'daki Kanaat'ten, Plajyolu'ndaki yeni keşfimiz Antakya Mutfağı'ndan... Mahallemizin dönercisi Flamingo ve mahallemizin kebapçısı Palmiye aranacaktır mutlaka... Reyhan bazı tencere yemekleri yapmaya mecbur kalacaktır, ki çok iyidir elinin ayarı... Ve evde kalmanın en verimli yanı: Sokakta vakit kaybetmeyince daha fazla okuyup seyretme imkanı olur belki. Korkutan bazı zor okumalara bile kalkışılır. Kürşad Oğuz'un İhsan Oktay Anar'la yaptığı 'Nobel yerine badem ezmesi versinler' başlıklı söyleşide (HT Pazar), 'mahremiyeti gitti diye' çöpe attığı bir kitabında, 18. yüzyılda İstanbul'da çikolata imal eden bir usta olduğu yazılıydı. Başlığın uzun hali de 'Nobel yerine 10 kilo badem ezmesi versinler' şeklindeymiş. Böyle diyen bir adamı, anlayabilirim zannediyorum!
12
EYLÜL ÇARŞAMBA
KUZEY, KEŞKE GÜRCİSTAN'DA HAÇAPURİ YESEYDİ!
"Bunca kötü dizi içinde vuracak bunu mu buldun," diyen olabilir ama insan sevdiğine vurur! Çarşamba günkü yaşama sebebim Kuzey Güney'in başlayacak olmasıydı! Ama Gürcistan - Batum'daki karanlık adamların konuştuğu turist Türkçesi de ne öyle? En son geçen sene Son'da Simon aynen bu aksanla konuşmamış mıydı? Amerikalısından Gürcüsüne, en özenli yapımından müsameresine, sonsuza kadar böyle mi konuşacak yabancı biri Türkçeyi? Fakat hakkını teslim edelim, Batum sokakları çok albenili görünüyordu. Gürcistan'da çekilen sahnelerde, Kıvanç Tatlıtuğ'la başrolde öyle göz doldurdu ki Batum sokakları, oralarda yürümek ve tam da Kuzey bir sokak tezgahından böreğimsi, pidemsi bir şey alıp ısırdığında, "Haaayııır! Kuzey duuur! Haçapuri! Haçapuri!" diye bağırasım geldi. Batum'a geçen sene, tam da bu vakitler gitmiştik (Türk Hava Yolları'yla iki saatte uçuluyor, vize yok). Bir yanda Sovyet etkili köhnemiş ama fotojenik binalar, bir yanda bölgenin Las Vegas'ı olma projesi dahilinde afili inşaatlar vardı. Deniz pırıl pırıldı. Gürcistan'ın en tavlayıcı yanlarından biri mutfağıydı. Lazuri&Megruli'de tattıklarımız damağımızda hakikaten iz bırakmıştı. Şımartan hamur işleri, kuvvetli etler, kayda değer şaraplar vardı. Chateau Mukhrani Khvanckara'dan bahsetmiş, Kıvanç Tatlıtuğ'dan kalsın aklınızda demiştim hatta! Kuzey, sokak tezgahından o börek pide arası şeyden alınca işte orada olup hem ona hem kendime birer haçapuri ısmarlamak istedim! Haçapuri, bunların çok acayip bir peynirli pidesi. Kenarları çıtır ve köpüksü, ortasında bizim burada 10 pideyi çıkartacak kadar peynir var ve onun da ortasına yumurta kırılıyor. Haçapuri yiyen Kuzey, Cemre'ye aşkını telefonda değil, bir koşu canlı gidip ilan eder, sonra da geri gelip Ferhat'tan öcünü kaldığı yerden alırdı. Öyle bomba bir şey!
13 EYLÜL PERŞEMBE
VINTAGE RAKI VE SOSYOLOJİK SİMİT
Bugünkü gazetelerde tam sayfalık iki ilan göz alıyordu:
1.Yeni Rakı: 1950'lerden kalma Yeni Rakı şişesinden, özel numaralı olaraktan sınırlı sayıda tekrar üretilmiş. Çok tatlı bir koleksiyon parçası bu... Yeme-içme kültürünün müzayedelerde iyi para ettiğini düşünürsek, marketten alınabilecek bir yatırım aracı üstelik de!
2.Simit Sarayı: Türkiye'deki 200 küsur tane dükkanına, bu defa yurtdışı mağazalarını ekliyormuş Simit Sarayı. Zincirin ilk dört halkası, Mekke, Lahey, Girne ve Rotterdam'mış. Yeme içmenin yakın tarihinde sosyolojik tahlile değer iki şey varsa, biri kahveciler öbürü de simit saraylarıdır herhalde. Mühimler.
14 EYLÜL CUMA
PALAMUT MEVSİMİNDE KAREKİN DEVECİYAN'I ANALIM
"Palamut ve toriğin iki ayrı tür olduğunu iddia edenlerin düşüncesi mutlak surette yanlıştır," diyor Karekin Deveciyan: "Palamut, torik, sivri, altıparmak ve pişotanın hepsi aynı tür balıklardır ve isimleri büyüdükçe değişir." Elimde, Türkiye'de Balık ve Balıkçılık adında bir kitap var. Aras Yayınları'ndan çıkmış. (Yeni değil, 2006 basımı.) Yazarı, Karekin Deveciyan. Kim bu Karekin Deveciyan? Çok mu anlıyor balıktan? Evet, ÇOK. İstanbul Balıkhanesi eski Müdürü, Balıkçılık Başmüfettişi zira kendisi! Deveciyan, 1868'de Harput'ta doğmuş. İlköğrenimini kentteki Fransız okulunda aldıktan sonra, İstanbul'daki Lusavoriçyan Katolik okulunda okumuş. 1891'de Düyun-u Umumiye İdaresi'nde memuriyete başlamış. Bursa, Bandırma, Selanik, Sivas ve Beyrut'ta çeşitli görevlerde bulunmuş. 1910'da İstanbul Balıkhanesi Merkez Müdürlüğü'ne, 1917'de balık işleri başmüfettişliğine, 1922'de balıkçılık başkontrolörlüğüne atanmış. 1927'de, 36 yıl boyunca çalıştığı Düyun-u Umumiye'den emekli olmuş. Sonraki senelerde sık sık, evinin de bulunduğu Ortaköy sahilinde, küçük taburesi üstünde, elinde oltasıyla balık avlarken görülmüş. Evliymiş, dört çocuğu varmış. 1964'te hayatını kaybetmiş. Müstear adlarla bilimsel konularda pek çok makale yayımlayan, çeviriler yapan biriymiş. Balıkçılık terimleriyle ilgili sözlük çalışmalarında bulunmuş. Bu elimizdeki kitap, 1915'te yayımladığı Balık ve Balıkçılık adlı eserinin, 1926'da Pêche et Pêcheries en Turquie adı altında yayımlanmış geliştirilmiş Fransızca baskısının, Erol Üyepazarcı tarafından Türkçe'ye çevrilmiş hali. Belki hayatta adını dahi duymadığınız ne balıklarla ilgili ne detaylar var içinde. Ördekbalığı, Günbalığı, Kikla, Çırçır... Horosbina, Üzgünbalığı, Çamoka, Çotira... Sonsuz bir dünya... Haftaya kaldığımız yerden devam edelim...