FENA EZBERCİ OLDUK, ÖZGÜNLÜĞÜMÜZÜ KAYBEDİYORUZ
- Filmin meselesi unutma üzerine... Siz de söylediniz hafızamız zayıf, siz şöyle bakınca Türkiye'de neler unutuluyor?
- Çok şeyi unutuyoruz. Annemin geçenlerde yaşadığı bir olayı anlatayım. Evde burnuna yanık kokusu geliyor. Sağa sola bakıyor, bizim evde bir şey yok. Acaba başka bir dairede mi yangın çıktı diye ilk refleks olarak karşı komşunun kapısını çalıyor, 'İyi misiniz?' diyor. Cevap 'Size ne!'" oluyor... Daha neyi unutmuş olabiliriz ki? Birçok değerimizi unutmuşuz. Ayrıca eskisi gibi çok fazla yenilik yapmak isteyenleri destekleyen bir toplum değiliz. Standardı muhafaza etmeye çalışan bir toplum haline geldik. Fena ezberci olduk, birileri bize bir şey ezberletiyor, biz de onu tekrarlıyoruz.
ROBERT DE NIRO'NUN ALKIŞ TUZAĞINA DÜŞMEMEK GEREK
- Araf filmiyle Venedik Film Festivali'ne katıldınız, nasıl bir his?
- Şahane bir his. Ama bir tehlike de söz konusu, özellikle benim gibi sinemaya yeni başlayanlar için ve yolu bu tür festivalle düşen arkadaşlar için.
- Nedir bu tehlike?
- Bu tür ortamlarda garip bir büyü var. Dünyanın en önemli starları, yazarları, yönetmenleri gelip elinizi sıkıyor. Popüler kültürün içindeyken böyle bir durumla karşılaşmıyorsunuz. Çünkü halka servis yapıyorsunuz. İşte o büyüye kapılıp halkla olan ilişkilerinizi unutma tehlikesi baş gösterebiliyor. Bir sinemacı, ya bir film daha yapayım Robert De Niro bir kez daha elimi sıksın, beni bir kere daha alkışlasın hevesine girerse dünyanın en büyük hatasını yapar. Filmlerinizle heyecanlandıracağınız kitleler de var, alkış alacağız festivaller de var. Bunun dengesini iyi kurmak, starların alkışının tuzağına düşmemek lazım.
ARTIK DAHA SEÇİCİ DAVRANIYORUM
- Hayatınızda, sinema öne çıkınca müzik geri plana mı düştü?
- Yok, ama müzik konusunda insanları şaşırtamıyorum, albüm yapıp konsere çıkıyorum. Müzik alanında da elimde de beni takip edenleri şaşırtacak bir proje yok. İnsanlara yeni gelen, sinema alanında sunduklarım. Bu daha dikkat çekiyor. Ama şunu da söyleyeyim, Ya Sonra'nın, Neredesin Firuze'nin soundtrack'leri hala en çok satan soundtrack'ler. Filmlerin müzikleri konusunda müzisyen şapkamı takıyorum. Yani müziği hayatımdan çıkartmadım. Ama eskiye göre seçici davranıyorum. Her konser teklifine kabul etmeyeceğim. Çünkü sinemacı Özcan Deniz ile müzisyen Özcan Deniz'in birbirine yaklaşması gerekiyor. Filmimi izleyip, akşam eve gidince beni at sırtında Osmanlı kahramanı olarak görüp, sonra da gece de bir kulüpte seyretsinler istemiyorum. Çünkü insanların algısı karışıyor.
20 korumayla gezdiğim de oldu, ki msenin yüzüme bakmadığıda
- İki filminizde de aşk konusu izledik. Peki, yönetmen Özcan Deniz politik bir film çeker mi?
- Bir tarafın propagandası yapan bir film yapmam. Ben politik görüşlerin samimi olmadığına inanıyorum. Çünkü dünyada yaşanan bütün kargaşaların altında ekonomik çıkarların yattığını düşünüyorum. Benim için politik sinema yapmak, ekonomik ya da daha büyük çıkarlar yüzünden mağdur olan insanların hikayelerini anlatmak demek. Benim bakacağım perspektif, en fazla bu çıkarlar yüzünden ezilen insanların yaşadıklarını anlatmak olur.
- Yani ezilenlerin ya da en alttakilerin hayatlarını takip ediyorsunuz?
- Ben para içine doğmadım ve Fransız da değilim. Bu ülkenin en doğusundan en batısına göç etmiş bir ailenin çocuğuyum. 12 Eylül'ü hatırlıyorum. Pencereden dışarı bakınca tankları görmüştüm. O dönem ailemizden birçok erkek sebepsiz ortadan kaybolmuştu. Sonra aylar sonra geri geldiklerinde kiminin tırnakları, kiminin dişleri yoktu. Dayatılan o yoksulluğu yaşayan, özgüveni elinden alınmış bir ailenin ferdiyim. Akademik olarak okuma şansım olmadı. Simit de sattım, ayakkabı da boyadım.
-Peki böyle bir ailede büyümenin kaybı elbet tarif edilemez ama ne kazandırdı size?
- Cebimde hiç para olmadan sokaklarda yürüdüğümü çok iyi hatırlıyorum. Açtım, sadece yemek yemek için bir dönercide işe girmiştim. Ücret almıyordum. Ama yeri geldiğinde yıl içinde iki-üç trilyon lira vergi ödediğim zamanları da yaşadım. 20 korumayla 10 metre yürüyemediğim zamanlar da oldu, kimsenin suratıma bakmadığı zamanlar da... Şimdi bütün bunları yaşadığınız zaman anlatacak bir şeyleriniz oluyor. O zaman da yazıyorsunuz, çekiyorsunuz, söylüyorsunuz.
VURULUNCA BELKİ BEŞ YIL KAYBETİM, AMA 20 YILIMI İNŞA ETTİM
- Toplum olarak sanatçının değişimine alışık değiliz. Nasıl kitlelerin önüne çıktıysa hep o şekilde kalmasını istenir. Siz kariyerinizde birçok değişiklik yaptınız. Sizin en önemli kırılma noktaları nelerdi?
- Birçok kırılma noktası yaşadım. Birçok önemli karar verdim. Ama bu kararlar, akşamdan sabaha verilen kararlar değil. Karakteriniz, yaşadığınız hayat, çevrenizdeki insanlar, zaman içerisinde periyodik olarak kırılma noktaları yaratıyor. Sanatçı sürekli aynı yerde duramaz. Öyle olursa yerinizde sayarsınız. Biraz bu düşünceler beni yönlendirdi. Ama Asmalı Konak benim kırılma noktalarından biridir. Oyunculuk yapabilir miyim diye korka korka kamera karşısına geçmiştim. Sonraları yapabilirim duygusuyla oynamaya başladım. Bir insana özgüvenini teslim etmek çok kıymetlidir. O zaman anlarsınız o insandan nelerin çıkıp çıkamayacağı. İnsanlar da bana özgüvenimi Asmalı Konak'ta teslim etti. Sonrasında işi akışına bıraktım. Sağdan soldan duyduklarımla, birilerinin akıl hocalığıyla yönlendirmedim kendimi.
- Peki vurulma olayı da bir kırılma noktası oldu mu sizin için? Çünkü kendinizi geri çektiniz, farklı bir yolda yürümeye başladınız sanki?
- Haklısınız. O kazayı yaşadığım dönem Ya Sonra'yı çekecektik. Ama vurulmam her şeyi beş yıl erteledi. İyi ki öyle olmuş, belki o zaman filmi böyle yönetemeyebilirdim ya da yönetmenliğimin devamı gelmeyebilirdi. Çünkü o kadar da kararlı değildim o zamanlar. Şöyle ki: 'Kazadan önce Asmalı Konak, Haziran Gecesi gibi yaratılan bir fenomenin ekmeğini yemek için mi, yoksa sinema yapmak, bu konuda emin adımlar atmak için mi Ya Sonra'yı çekiyorum?' sorusunun cevabını tam olarak veremiyordum. Bu konu benim için şaibeliydi. Ama hastanede geçirdiğim altı-yedi ay, hayatımda yeni kararlar almama sebep oldu. Geçmişime, geleceğime durup baktığım bir dönemdi o günler. Çok hikaye yazdım. Belki beş yıl kaybettim ama önümüzdeki 20 yılımı da inşa ettim.
ARAF'TA OYNAMA SEBEBİM GÜNEŞE YOLCULUK
- Özcan Deniz kimleri, hangi filmleri izliyor?
- En son izlediğimi iki film çok etkiledi beni. Biri Yeryüzündeki Son Aşk/Perfect Sense, diğeri de Another Earth. Mesela bu iki filmi izledikten sonra bizim yönetmen sinemamızdaki eksiklikleri düşündüm. Bizde genelde karamsar bir bakış var, üsluplar birbirine çok benzer. Biraz farklılığa ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Sanki aynı noktaya takılıp kalmış hissi veriyor filmler. Mesela Pan'ın Labirenti türü bir film neden yapılamasın? Ki bunun potansiyeli var bizim sinemamızda. Ama Avrupa, Amerika, Asya diye ayırt etmeden bütün filmleri izlemeye çalışıyorum.
-Peki Türk sinemasında eskilerden kimleri izlerdiniz?
- Ertem Eğilmez filmlerinin hayranıyım. Onun dolu dolu kadrajları etkiliyor beni. Atıf Yılmaz filmlerinin önemli bir yeri vardır. Handan İpekçi filmlerini seviyorum. Keza Yeşim Ustaoğlu'nu Güneşe Yolculuk filminden beri takip ederim. Araf'ta oynama nedenlerimden biri de Güneşe Yolculuk filmidir aslında.
BİZLER POPÜLER KÜLTÜRÜN YÜZLERİYİZ
- Sizin Araf'ta oynamanız da insanları şaşırttı.
- Bizler popüler kültürün yüzleriyiz. Defalarca belirgin özelliklerimizi kullanarak halkın karşısına çıktık. Ama Yeşim Ustaoğlu gibi yönetmenlere, bizim hiç kullanılmayan taraflarımızı ortaya çıkartma hali, kendi kurdukları dünyaya bizi farklı bir bakışla konumlandırmaları heyecan verici geliyor. Zaten dünyada da böyle değil mi? Bakıyorsunuz, karşınızdaki bir bağımsız film, ama oyuncu kadrosu popüler oyuncularla dolu. Bunun için Araf'ta oynamamda yadırganacak bir durum yok aslında.
- Ustaoğlu ile çalışmak size ne kattı?
- Kamera arkasıyla ilgilenen biri olarak çok şey öğrendim. Sinemayı başka açılardan kavramama neden oldu. Araf'ın festival yolculuğu sırasında, yapılan işin başka mecralarda kendini gösterebileceğini keşfettim.
MEDENİYETİ YAKIŞTIRAMIYORUZ
- Fahriye Evcen eski sevgiliniz. Filmde birlikte başrol oynuyorsunuz. Bu medeni olma durumunun arkasında da bir şeyler aranıyor. Kimi olumsuz yorumlar yapılıyor.
- Kişi kendinden bilir işi durumu var galiba bu yorumlarda. Ama şu detay unutuluyor: Biz Fahriye ile dört yıl bir ilişki yaşadık. Sonrasında ne o evlendi, ne de ben. İkimiz de yalnızdık. Yalnızken birlikte filmde rol aldık. Bunda yadırganacak bir durum yok. Ayrıca böyle bir durum yurtdışında yaşansa alkışlarız, ama biz de olunca yadırganıyor. Galiba medeniyeti kendimize yakıştırmıyoruz. Tabii medeni insan deyince, benim de bir sınırım var. Ben de bu topraklarda yetişmiş bir insanım. Ama bu yaşanan benim sınırımı aşan bir durum değil.