Türkiye'nin
en çok okunan yazarı kim? Bu soruya birçok farklı şekilde cevap verilebilir. Ay bazında, yıl bazında, kitap bazında... Ama ortada, dikkat edin, her gün ortalama 1500 kitabı satılan bir İskender Pala gerçeği var. Barbaros Hayrettin'i anlattığı
Efsane romanıyla da raflardaki yerini almasıyla birlikte en çok satanların zirvesine tırmandı. İskender Pala'yla en son iki yıl önce görüşmüştük.
Şah Sultan kitabı çıktıktan hemen sonra. O günlerde bir fantastik edebiyat furyası vardı. Pala da bize, kökleri Türk edebiyatında olan bir fantastik roman yazmayı düşlediğini söylemişti. Tekrar buluşunca sordum: "Şeyh Galib'in 'ateş denizinde yüzen mumdan gemiler' metaforundan söz etmiş ve bir fantastik roman yazmayı düşündüğünüzü söylemiştiniz. Araya Yunus girdi ve son olarak bu Barbaros da nereden çıktı?" Pala'nın ofisi, Beşiktaş İskelesi'nin üst katında. Barbaros Hayrettin Paşa türbesinin karşısında. Gayriihtiyari o tarafa bakarak söze başlıyor: "16. yüzyıl... Akdeniz'in etrafı savrulmuş hayatlarla dolu. Hiçkimsenin can emniyeti yok. Avrupa, Ortaçağ karanlığından yeni yeni çıkıyor. Akdeniz'in altıyla üstü, yani Roma'yla Kartaca arasındaki savaş yerini doğusuyla batısı arasındaki savaşa bırakıyor. Doğuda hilali temsil eden Kanuni, batıda sekiz ayrı devlete hükmeden Şarlken var." Sözün burasında durup ekliyor: "Barbaros, Kral Karlos diyor ona." "Dünyanın yeniden şekillendiği bir dönemden geçiyoruz. Kanuni uzakta, İstanbul'da. Akdeniz'deki bu mücadelenin merkezinde Barbaros Hayrettin Paşa var. Bu yüzden adı bir efsanedir."
SULTANLIĞI BIRAKIP KUL OLDU
Belli ki Barbaros'un nitelikleri İskender Pala'yı derinden etkilemiş: "Bir adam düşünün. Midilli adasından çıkıyor, bütün basamakları tek başına tırmanıyor ve Cezayir'e sultan oluyor. Bilek ve akıl gücüyle, iyi yönetimle... Aynı adam, kendisi de bir sultan olduğu halde, bir başka sultana kul oluyor. Kanuni'den 'Sen benim yarar kulumsun, gel!' yazan bir mektup alıyor ve kalkıp İstanbul'a gidiyor. Bugün hangi çılgın böyle bir şeyi kabul eder." Pala, bunu Barbaros'un idealist olmasına bağlıyor. "Allah'ın adını yayma gayesidir, Barbaros'a bunu kabul ettiren." "İyi ama Barbaros neticede bir korsan değil miydi?" diye itiraz edecek oluyoruz. Sitem ediyor: "Biz bugün korsan deyince yağmacı, her yere saldıran, her şeyi talan eden, serserice bir hayat süren, kanunsuz adamlardan söz ediliyor sanıyoruz. Halbuki erken dönemde Osmanlı akıncıları Balkanlar'da ne yapmışsa, Barbaros da Akdeniz'de aynısını yapmıştı." Bize, Barbaros'un dini özgürlüklere verdiği önemden, tayfasında her din ve milletten insan bulunduğundan, Engizisyon'un zulmünden gemilerle kurtardığı Yahudilerden söz ediyor. Barbaros, Seferadları kaçırıp Akdeniz'de bulunan bazı adalara yerleştirmiş.
'O ROMAN BİR GÜN BİTECEK'
Geldik girişte sorduğumuz sorunun cevabına... Pala sözünü ettiği fantastik romana başlamış. Ama yarısına geldikten sonra içine bir kurt düşmüş. Sadık okurlarının "Hoca artık yazacak bir şey bulamıyor da mı bunlarla uğraşıyor?" demesinden endişe etmiş. Bir önceki romanı
Od'u yazıp bitirdikten sonra bir çeyrek daha ilerlemiş. Hatta üçüncü çeyreğin sonuna bundan sonra olacakları bile yazmış. "Yazılmaya devam ediyor. Ne zaman bilmiyorum ama bitecek bir gün. Benim ömrüm vefa etmezse taslağın sonuna koyduğum notları okuyan bir başkası da tamamlayabilir."
EFSANE AYNI ZAMANDA 'AŞK'I ANLATAN BİR ROMAN
Yazar İskender Pala'nın, kahramanı Barbaros'la hukuku çok eskilere dayanıyor. Yıllarca türbesinin anahtarlarını taşıdı. Genç bir subayken
Gazavat-ı Hayrettin Paşa'yı Deniz Kuvvetleri adına o yayımladı. Bir de A Haber'deki
Bi Sormak Lazım programında anlattığı rüyalar var; oralara hiç girmeyeceğiz. Ama şunu söyleyeceğiz.
Efsane'de sadece bir denizcilik efsanesi değil, Billure isimli bir kız çocuğuyla Alkala isimli bir delikanlının efsanevi aşkı da anlatılıyor. Tarihi olanla, kültürel olanı; akla dair olanla kalbe dair olanı iç içe geçiriyor Pala. Ki okuyucularının en çok sevdiği şeydir onun aşkı anlatması. Buradan yola çıkarak Pala'yla uzun süredir tartışılagelen 'tarihi roman ve gerçekçilik' mevzuuna giriyoruz. Pala bir tarihi romanda bulunması gereken başlıca üç unsuru 'macera, doğru tarih bilgisi ve aşk' olarak sıralıyor. "Kuru tarih anlatmak romancının değil tarihçinin işidir. Romancı sadece tarih anlatmamalıdır ama tarihi doğru anlatmalıdır. Macera, romanın sürükleyiciliğini sağlar. Aşk romanı derinleştirir." Pala, hayat hikayeleri bilinen gerçek şahsiyetlerin romanlarda tarihi kimliklerine uygun olarak yer alması gerektiğini savunuyor. "Araya başka karakterler ekleyebilirsin, tabii ki kurgu yapacaksın ama bunu tarihi kişilikleri olduklarından farklı göstererek yapmaman lazım." Buna özen göstermedikleri gerekçesiyle televizyonda yayınlanan tarihi dizileri eleştiriyor.
BİR GÖNÜL BORCU DAHA VAR
Divan edebiyatını tanıtmayı kendisine misyon edindiği günlerde Pala'nın belki daha sadık ama daha sınırlı bir okuyucu kitlesi vardı. Acaba kitapları çok satan popüler bir yazar haline gelmekten rahatsız mı? "Neden rahatsız olayım? Neticede kötü şeyler anlatmıyorum." Ama eklemeden de duramıyor: "Bazen 15 sayfalık bir makale için dört ay harcamayı özlüyorum. Üç gün uğraşıp bir cümle yazarsın. O cümleyi de üç ya da dört kişi okur. Yine de ayrı bir hazzı ve heyecanı vardır. Gerçi ben o dönemde de bilimin soğuk yüzünü, kültürün gülümseyen yüzüyle yumuşatarak sunmaya çalışıyordum. Kitaplarımın ortaokul ve lise öğrencilerine ulaşması bu sayede oldu sanırım." İskender Pala geçtiğimiz yıl hacca gitti. Orada bir karar almış. Bundan sonraki romanı 'İstanbul'un manevi sahibi' olarak gördüğü Eyyüb El- Ensari hakkında olacakmış. Neden aynı: "Gönül borcu."
DİVAN EDEBİYATININ MİSYONERİYDİM
Yeni okuyucuları bilmeyebilir ama İskender Pala'nın yazarlık yolculuğu divan edebiyatıyla başladı. 10 yıllar boyunca çalıştı, akademik çevreler dışında kimsenin ilgilenmediği bu külliyatı anlaşılmaz ve karmaşık bir yığın olmaktan çıkarmak için 50'den fazla eser verdi, konferanslara katıldı, televizyon programları yaptı. "O zamanlar kendimi divan edebiyatının misyoneri olarak görüyordum. Bu edebiyatı insanlara tanıtmak için fıkralar, denemeler, hikayeler, bir roman, hatta bir müzikal yazdım. Yıllar içinde bu alanda çalışan başkaları da çıktı, çıta iyice yükseldi, insanlar divan edebiyatını bir öcü gibi görmemeye başladı. Bana göre görev tamamlandı."
ROL MODELLERİNİ ANLATIYORUM
Bir görev biter, diğeri başlar: "Şu anda öyle bir yeni dünya düzeni kuruluyor ki kültürel zenginliğinin farkında olan kişi ve milletler ön plana çıkacak. Kültürel çatışmalar gibi kültürel diyaloglar da önem kazanıyor. Öyle ki kültür diplomasisi adı verilen uluslararası bir alan oluşmaya başladı. Bu çağın gereği, her milletin kendi insanına güçlü ve zengin bir kültürel kimlik kazandırmasıyla yerine getirilebilir." Pala'ya göre her aydın bu durumdan kendisine vazife çıkarmalı ve elini taşın altına koymalıdır. Nitekim kendisi öyle yapmıştır: "Benim de bu mücadeleye katkı sağlamam gerekiyordu. Bu niyetle yola çıkıp romancı olmaya karar verdim. İnsanlar eğlenmek için zaman ve para harcıyor ama öğrenmek o kadar da umurlarında değil. Şu halde bizim bilgiyi eğlenceli hale getirip sunmamız gerekir." Karakterlerini seçerken ve oluştururken de buna dikkat ediyor: "Dikkat ederseniz hayatları hakkında roman yazdığım insanların hepsi birer rol modeldir. Fuzuli, Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail, Yunus Emre ve son olarak da Barbaros Hayrettin. Bunları okuyan bir Türk gencinin kendisine olan güveni yerine gelecektir. Onlar gibi olmayacaktır belki ama ilham alacaktır."
AHKAM KESMEK BANA GÖRE DEĞİL
Sanatçının kendisine böyle bir misyon belirlemesinin sanatın tabiatıyla ne kadar uyumlu olduğu konusunda tartışıyoruz. Bazı eleştirmenlerin bu konudaki yakınmalarını ele alıyoruz. "Sanatçı kendi çağının sözcüsü olmalıdır," diyor. "Biz sözleri geçmişe ya da geleceğe değil, yine bu çağa söyleyeceğiz. Evet, sanatçının rolü konusunda çeşitli görüşler var ama bana sorarsanız bunların da ötesinde bir sanatçı durmadan çalışmalıdır." Durmadan çalışmak, çalışkan olmak... İskender Pala gerçekten de durmadan çalışıyor. Hemen her yılbaşında yeni bir kitabı yayımlanıyor. Bu da haliyle "Her yıl bir roman yazılır mıymış canım?" nevinden itirazlara yol açıyor. İskender Pala bu tartışmayı manasız buluyor. "Bana yönelik eleştirilerin çoğu şu iki grup insandan geliyor: Nefretle bakan düşmanlarım ve hasetle bakan dostlarım. Ben bilmez miyim, günde bir-iki saat çalışmanın, sonra da bir yerde oturup nargile içerken ahkam kesmenin daha kolay olduğunu?" Haftanın bir günü bir özel üniversitede ders veriyor. Üniversiteyle olan bağını koparmaması bir 'prensip ve disiplin meselesi.' Kalan günlerde evkafta çalışan bir memur gibi her sabah kalkıp işe gidiyor ve günde 10 saat çalışıyor. Okuyor ve yazıyor; yıllardır bu böyle devam ediyor. "Efsane'nin yazımını bitirdikten sonra üç ay işçilik yaptım üzerinde. Önce demlenmeye bıraktım, sonra tekrar elime alıp yedi kez daha okudum. Her okuyuşumda üsluba ilave edilecek şeylerin olduğunu gördüm. Son okumamı da Akdeniz'de Barbaros'un rotasını takip ederek yaptım."