Bundan
tam 15 yıl önce, Amerika'nın ulusal dizi fabrikası HBO kanalında yayına başlayan
Sex and the City o dönemde ABD ve Avrupa'da dahi pek çok tabuyu yıktı, şehirli kadınların hayatına sayısız moda markasıyla birlikte yaşama sanatı ve cinsellik konularında birçok yenilik getirdi. Bu yazıyla ilgilenip de okumaya başlayan herkesin bildiğine eminim ama meslek kuralları gereği yüzeysel de olsa Candace Bushnell'in aynı isimli romanından uyarlanan diziye bir tanım yapma ihtiyacı duyuyorum: Adını dizinin baş kahramanı Carrie Bradshaw'un (Sarah Jessica Parker) New York Star gazetesinde haftalık olarak yazdığı köşesinden alan
Sex and the City, New York'ta yaşayan ve ortak noktaları Bradshaw olan dört kadının ilişki, seks, kariyer, sosyal hayat ve tabii ki moda etrafında dönen mizah yönü kuvvetli hikayelerini anlatıyor. Bu denklemi oluştururken aile kavramını unuttuğum düşünülmesin.
Sex and the City'nin altı sezonluk yayın hayatı boyunca ana karakterlerden herhangi birinin ailesine bir kere bile denk gelmememiz ve 'Aile nedir ki?' ekseninde dönen pek çok bölümün ardından, bu konuyu bilerek geçiyorum. Zaten, dizinin mutluluklar, evlilikler, ayrılıklar, hüsranlarla örülerek geldiği son bölümlerinden birinde verilen alt metni okuduğunuzda; "Aile olmak için kan bağına gerek yok, aile aslında arkadaşlardır," mesajı çıkıyor ve bu dört kadın gözümüzde kardeş oluyordu.
SORUNLARINI ÇÖZDÜLER
Bugün 30'larını yaşayan ve o dönemde henüz kariyerinde soru işaretlerini çözemeyen pek çok 20'li yaşlardaki kadınının idolü olan Carrie Bradshaw, anlamayı bilene pek çok konuda değerli bilgiler veriyordu. Mesela kıvırcık saçlarıyla barışıp 'kuaföre gitmeyin,' mesajı veriyor, eklektik giyim tarzıyla 'Ayakkabıya maaşınızı yatırabilirsiniz ama üstünüzdekileri ucuzcudan alın,' diyor, hayati sorunlara kesin çözümler yaratıyordu. Sigara içiyor ama o yaşına rağmen taş gibi görünüyordu, en güzel değildi ama hep istediği erkekleri kapıyordu ve en önemlisi ofise gitmeden, kafeden restorandan değerli hayatıyla ilgili yazı yazıp bilgeliğini paylaşarak para kazanıyordu. Hatta bir dönem her genç kızın hayali olan Vogue dergisine yazı vermişliği bile vardı. Yaşı itibarıyle hayatlarının dümenini bir yöne çeviren 30'lu yaşlarındaki kadınlar için ise
Sex and the City, Carrie'den başka alternatifler sunuyordu. Evlenme hayali kuranlar için, zaman zaman sanat danışmanı, çoğu zaman da ev hanımı olan Charlotte York (Kristin Davis), kimseye tamah etmeme derdindekiler için seks düşkünü PR danışmanı Samantha Jones (Kim Cattrall), hayata fiziksel olarak şanslı başlamayanlar için ise iddialı avukat Miranda Hobbes (Cynthia Nixon) emre amadeydi.
TELEVİZYONDAN SİNEMAYA TRANSFER OLDU
Bu karakterlerden bugün 30'larını yaşayanlar da, 40'larındakiler, hatta 50'lerinin keyfini sürenler de pek çok şey öğrendi. Carrie'nin büyük aşkı Mr. Big'in duyarsızlığına ağlamayanlar, Miranda'nın babasız büyüttüğü bebeği için illa gözyaşı döktü. Charlotte iktidarsız kocasının travmasını kel ve kısa bir adamla atlattığında pek çok kadın için de bir ışık yandı, Samantha'nın göğüs kanserine yakalanmasıyla her dağın yıkılabileceğini ama her karanlığın ışığa çıktığını bilmeyenler de öğrendi. Ve nihayet her güzel şey gibi,
Sex and the City'nin de sonu geldi ve dizi Paris'te haute couture'ün dibine vurduğu son sezonuyla 2008 yılında sevenlerine beyaz camda veda edip beyaz perdeye transfer oldu. Televizyondaki kadar başarılı olmadı, hatta serinin ikinci ve son olmasını ümit ettiğimiz filminde işin cılkı iyice çıktı ama detaylara gerek yok. Çünkü bu yazı, geçmişte yapılmış değerli bir işi güzel hatırlamak için. İyi ki vardın
Sex and the City, bize çok şey öğrettin...
SEX AND THE CİTY 'NİN VARİSİ GİRLS
2000'li yılların ruhunu çok iyi yansıtan
Sex and the City'nin tahtına illa bir aday bulacaksak bu kesinlike
Girls olur. Gerçi
Sex and the City'nin stil danışmanı Patricia Fields'in yarattığı moda cenneti ve dizinin dünya çapında markalar haline getirdiği Manolo Blahnik, Jimmy Choo gibi devler açısından bakıldığında, geçen sene sona eren
Gossip Girl ile de
Sex and the City arasında benzerlikler bulunabilir. Fakat,
Gossip Girl, ne zeka, ne kitleleri temsil etmek, ne de kostümler açısından
Sex and the City etkisi yarattı. Bu diziden akıllarda bir tek Serena van der Woodsen karakterini canlandıran Blake Lively kaldı. Halbuki Türkiye'de Dizimax Comedy kanalında yayınlanan ve son yılların en başarılı dizisi
Girls ile
Sex and the City arasında da yadsınamayacak bağlar var. Her iki dizi de New York'ta yaşayan dört kadının hayatına çoğu zaman cinsellik üzerinden bakıyor. Gel gelelim, dizinin A'dan Z'ye yaratıcısı ve yeni zamanın ikonu Lena Dunham, kendisine örnek teşkil eden Carrie Bradshaw karakterine temelde benzer, detaylarda ise taban tabana zıt bir çizgide ilerliyor.
Sex and the City dizisinin yıllar öncesinden beynimize kazıdığı cilalı ve kariyer basamaklarını tırmanmış başarılı kadın imajını kökten yıkan Dunham, kilo, marka, estetik anlayışı ve ilişkilere yeni nesillere özgü bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Bu anlamda
Girls,
Sex and the City'nin kendi zamanında 30'lu yaşlarındaki kadınlara konuştuğu gibi kendi 20 yaşındaki izleyicisiyle sıkı bir bağ kuruyor. Bugün 20'li yaşlarını yaşayan ve hayata yeni atılan her şehirli genç kadın,
Girls'deki Hannah Horvath (Lena Dunham), Marnie Michaels (Allison Williams), Jessa Johansson (Jemima Kirkle) ve Shoshanna Shapiro (Zosia Mamet) ile aynı veya benzer şeyler yaşıyor ve ilk kez kendini anlatan birini buluyor. Tıpkı 15 yıl önce
Sex and the City kadınlarının hissettiği gibi.