Çocukluğu
Prag'da şairlerin, yazarların, bilim adamlarının ziyaret ettiği, müzikli sohbetlerin yapıldığı bir evde geçer. Babası zengin bir işadamı, annesi ise arkadaşlarının arasında Gustav Mahler, Rainer Maria Rilke, Thomas Mann, Stefan Zweig, Kafka gibi yazar ve sanatçıların da olduğu yüksek tahsilli biridir. Böylece o da en büyük eğlencenin kitap okumak ve konserlere gitmek olduğu bir ortamda büyür. Annesinin müziğe olan sevgisiyle piyanonun tuşlarıyla çok küçük yaşta tanışır. Kendini tamamen müziğe adayıp başarılı bir piyanist olarak dünya çapında isim yapmak üzereyken 2. Dünya Savaşı patlak verir. Nazi vahşeti onun ailesini de hedef almıştır. Önce annesi,s sonra da altı yaşındaki oğlu ve eşiyle birlikte kendisi Theresienstadt Nazi kampına gönderilir.
KURTULUNCA İSRAİL'DE GİTTİ
Annesi ve eşi ölür ama o, içinde bulundukları insanlık dışı ortama rağmen kurtulacaklarına dair umudunu hiç kaybetmez. Oğluna güç verebilmek için bir tiyatro sahnesinde olduklarını, eğer uslu durursa bazı oyunlarda rol alabileceğini anlatıp durur. Mucizelere olan inancı Alice Herz-Sommer'i ve oğlunu hayata bağlar. Nihayet iki yıl sonra Sovyet ordusu kampa el koyunca Sommer ve oğlu Raphael de kurtulur ve Prag'a döner. Evlerine başkalarının yerleştiğini görünce de 1949'da İsrail'e göç etmeye karar verir. Kudüs Müzik Akademisi Konservatuvarı'nda ders vermeye başlar. Oğlu Raphael başarılı bir çellist olur. Sommer oğluna daha yakın olabilmek için 83 yaşında Londra'ya gider. Geçtiğimiz hafta Londra'da bir hastane odasında 110 yaşında hayata veda eden Alice Herz- Sommer'in yaşamı, bir roman ya da film kahramanı için bile fazla gelebilecek olağanüstü deneyimlerle dolu. Sommer aynı zamanda hayatta kalmayı başaran en yaşlı soykırım tanığıydı. Onun soykırım yılları boyunca yaşadığı zorlukları aşma konusundaki formülü ise basit: "Her yeni gün bir mucizedir. Kötü olanı zaten biliyoruz, ben daima iyiye doğru baktım. Her şeye rağmen gülümsemekten ve şükretmekten vazgeçmedim!" "Öğrenilecek ne kadar çok şey var" diyerek üniversitelerde edebiyat, tarih derslerine giren, seminerler veren, 110 yaşına kadar her sabah piyano çalan Sommer'in hayatı, kadere karşı duruşun ve hayata daima gülerek bakmayı başarınca karşımıza mucizelerin çıkabileceğinin örneği...
Kitabı Türkçe'ye de çevrildi
Kendisiyle sohbet etme fırsatı bulan yaşam gurusu Anthony Robbins, onu anlatırken "Alice Herz-Sommer hayatıyla ve eserleriyle, düşünce biçimlerimizin hayatımızı değiştirdiğinin canlı kanıtı" diyor. Bu sözün ne kadar doğru olduğu piyanist ve yazar Caroline Stoessinger'in kaleme aldığı ve geçtiğimiz yıl İnkılap Kitabevi tarafından Türkçeye de çevrilen
Alice'in Dünyası adlı kitapta da ayrıntılarıyla yer alıyor. Kitapta Alice Herz- Sommer'in Prag'da zengin bir ailenin kızı olarak başlayan hayatı, daha sonra oğluyla birlikte Nazi kamplarında yaşadıkları zorluklar, hayat felsefesi, müziğe duyduğu aşk, detaylarıyla anlatılıyor. Sommer, oğluyla beraber iki yıl boyunca soğuk taşların üzerinde uyur, açlıkla boğuşur. Binlerce kişinin açlıktan öldüğü toplama kampında yiyecek soran oğluna gülümseyerek "Karnımızı doyurmak için yemek yemek şart mı, bak dışarıdan müzik sesi geliyor, doymuyor musun?" diye yanıt verir.
Beni müzik kurtardı
1983'ten beri Londra'da yaşayan Alice Herz- Sommer'in hayatını konu alan
The Lady in Number 6 / How Music Saved My Life adlı (Müzik Hayatımı Nasıl Kurtardı) adlı kısa metrajlı belgesel, bu akşam Oscar için yarışacak. Malcolm Clarke'ın 2013'te hazırladığı belgeselde Sommer, müzik ve hayat üzerine düşüncelerini anlatıyor, hatta piyanosunun başına oturup Bach'ın bir eserini bile çalıyor. Ölmeden birkaç ay öncesine kadar piyano çalmaya devam eden Sommer, belgeselde müziğin onun için ne ifade ettiği sorusuna "Müzik benim hayatım. Müzik bütün sanat dalları arasında ilk sırada olandır. Müzik bir rüyadır" yanıtını veriyor.