Bir ada vapuruna atlayıp baharın hazzını yaşayın
BUKET UZUNER (Yazar)
"İstanbul ve bahar, deyince akla ilk gelen Boğaziçi ve Adalar'dır. Bahar-İstanbul-mimoza bir üçgendir ve yan yana en yakışandır. Bu yüzden her bahar, İstanbul'un Adalar'ı daha elinize dokunur dokunmaz teninizi şımarıkça boyayan limonî- hardalımsı sarışın bir güzelliğe bürünür, gerisi de çorap söküğü gibi gelir, zira bahar bulaşıcı hastalıkların en güzelidir, ışığı ruhu esnetir, ferahlatır, baştan çıkartır. Adalar'a gitmeye vaktiniz, baharı hatırlamaya ruhunuz, vapur biletine de cüzdanınız elvermemişse, nasılsa bir köşede, bir sokakta cilveli sesiyle çiçek satan bir Roman güzeli burnunuza sarışın bir demet mimozayı mutlaka sokar ve anlarsınız ki, İstanbul'a bahar gelmiştir. Sonra işi gücü, eşi aileyi, geçim derdini ve/ya dersi-sınavı unutup bir ada vapuruyla Burgaz'a, Kınalı'ya, Heybeli'ye ya da Büyükada'ya kaçıp, bir çay-kahve içmeye iyice heves edersiniz. Ama ne heves! Zira hem bahar hem de hayat kısadır ve içinizdeki ses yetişmek gerektiğini fısıldar durur. Eğer şanslıysanız, bir ada vapurunda bir yandan simitle martıları besler, bir yandan da yeni doğmuş yavrularına neşeyle eşlik eden yunuslar yanınızda yüzerken Marmara'da baharın hazzını yaşarsınız. (Bu nedenle kapalı yeni vapur tasarımına karşıyız!) Baharın tazelenme sevinci, güzelliğe, aşka, adalete dair umut ateşidir gönlümüzü çelen aslında... Bu umuttur her aklımıza düştüğünde içimizi titreten, baharda yüzümüze küçük, utangaç bir gülümseme yerleştiren, hayatın devam ettiğini duyumsatan, aşka benzer bir heyecanla bedenimizi dinçleştiren. Bu bahar yüzümüzdeki gülüşün utangaçlığına gelince, tamamen baharın üzerine düşen gencecik ölümlerin ağırlığındandır. Bu baharda 15, 20 yaşlarını kutlayıp, âşık olacak yerde, yaşlı başlı insanlarının hırslarının kurban edilmiş çocukların bahar gelmeden bu dünyadan gitmelerinin acısı, bahar sevincimizi sise boğar. Bu nedenle baharın cıvıl cıvıl fışkırdığı İstanbul Adaları'nın, Moda çay bahçelerinin, Fenerbahçe, Çengelköy, Arnavutköy, Bebek, Kuzguncuk, Beşiktaş ve Ortaköy'ün tadı sislidir bu yıl... Sokak kedilerinin güzel enciklere gebe kaldığı bu bahar yoğun sislidir cânım İstanbul.. İstanbul âşığı şair Tevfik Fikret'in Sis şiirindeki gibi: "Sarmış ufuklarını senin gene inatçı bir duman, beyaz bir karanlık ki, gittikçe artan ağırlığının altında her şey silinmiş gibi, bütün tablolar tozlu bir yoğunlukla örtülü; tozlu ve heybetli bir yoğunluk ki, bakanlar onun derinliğine iyice sokulamaz, korkar!" Sonra büyük şair Mevlâna girer araya ve der ki: "Ey gönül sakın umutsuzluğa düşme, (...) Bazen can bahçesinde söğüt ağacının dalı bile hurma verir."
Boğaz'da erguvanların seyrine doyulmaz
PROF. DR. GÜL İREPOĞLU (Sanat tarihçi, yazar) "Havayı saran o benzersiz koku haber verir baharı, en çok da akşamları, balkona çıkıp derin derin nefeslendiğimde. Umudun mevsimi. Uçuşan sarı ponponlarını her yıl yinelenen bir mucizeye tanık olurcasına izlediğim, kokularını içime çektiğim mimozalar onlara doyamadan çabucak gelip geçer ama artık kışın sonuna gelindiği de ilan edilmiştir; şubat sonudur. İstanbul'da sık sık dolandığım semtlerin hangilerinde ihtişamlı mimoza ağaçları bulunduğunu sokak sokak bilir, ziyaret ederim onları... Suadiye'de, Dragos'ta, Büyükada'da... Her mevsim çalışma masamın yanına koymayı ihmal etmediğim sümbüllerle fulyalar da mimozalarla şenlendirir gönlümü, saksıdaki sümbüllerin hangisinin pembe, hangisini mor açacağını önceden bilmemek tercihimdir. Ardından çıplak manolyalar yumulmuş avuç misali tomurcuklarını açıverip yapraksız dallarını silme pembeye boyayıp martın bulutlarını dağırtır, işte o zaman yolu Bebek Yokuşu'na düşürmeden edemem. Bahar manolyaları dökülmeye yüz tuttuğunda da ayrı bir güzellik oluşur: Ağaçların altına serilen muhteşem pembe halılar... Mart sonlanmaya yaklaşırken esas cümbüş başlayacaktır; alımlı lalelerin İstanbul'u pek eski günlerin renkli gölgesi misali şenlendirme zamanı. Nisanda leylak zamanı geldiğinde hava içimi kıpır kıpır edecek derecede ılınmış, deniz içten aydınlatılmışcasına turkuvaza dönmüştür. İşte tam o sırada erguvanların dalları kızarmaya başlar; İstanbul aşkın rengine bürünmek için hazırlanır. Hemen Boğaziçi'nde erguvan seyri için program yapılır, yaşamın değeri hatırlanarak. Ve güllerin tomurcuklanmasıyla kentin en güzel ayına girilecektir yakında, mayıs. Gönlüm sarmaşık güllerine dolanır, çocukluğumun Bostancı'sına giderim. Baş döndüren kokularıyla, yalınkat beyaz çiçekleriyle bahçelerden yollara taşan filbahrileri de unutmamalı, İstanbul baharının alçakgönüllü süsleri... Bitmez ki baharın betimlemeleri..."
Yalıları ve unutulan kültür çiçeklerini keşfedin
FARUK PEKİN (Fest Travel Yönetim Kurulu Başkanı) "İstanbul'u İstanbul yapan iki öğe var: Coğrafya ve tarih. İstanbul eşşiz bir coğrafyaya ve benzersiz bir tarihe sahip. İstanbul'un taşı ve toprağı, suyu ve havası onu dünyanın en güzel kenti yapıyor. İçinden nehir geçen her kent güzeldir. Ancak İstanbul'un içinden nehir değil, deniz geçiyor. Deniz yalnızca Boğaziçi'ni değil, ayrıca içeri girmiş, bir de Haliç yaratmış. İki deniz ile iki kıta arasında kalan, doğanın ender iklim ve toprak koşulları nedeniyle ayrıcalıklı kıldığı İstanbul hâlâ bir bitki, orman ve doğal çiçek cenneti. İstanbul'da bahar denince bunları anımsıyorum. Dünyanın en nadir fundalıklarının bulunduğu Ömerli Barajı Havzası'nı, Belgrad'ı, Alemdağ ormanlarını, Yıldız, Emirgan, Gülhane parklarını anımsıyorum. Kemerburgaz'da Odayeri, Azizpaşa Ormanı, Alemdağ'da Taşdelen, Kavacık, Beykoz Çayırı, Kaymakdonduran, Sultaniye, Abraham Paşa Korusu, Boğaziçi koruları, Aydos Tepesi, Şile ve Ağva içleri, Hacıllı Köyü'nü anımsıyorum. 25 yıldır 'Adım Adım İstanbul' gezileri yapıyoruz. Bu kültür gezilerini FEST Travel başlattı ve İstanbul'da günübirlik 170 güzergah yarattı. Her dönem İstanbul'un baharına önem verdik. Bu baharda da yine iki gezi yapıyoruz: 27 Nisan'da düzenlenecek gezilerden biri Prof. Dr. Murat Belge ile 'Boğaziçi Yalıları', diğeri de Doç. Dr. Necmi Aksoy ile 'İstanbul Boğazı'nın Tarihi Simgeleri: Erguvanlar, Laleler ve Unutulan Çiçek Kültürü.'
Bahar ışıktır, balonlu çocuklardır
FARUK CİMOK (Ressam) "Bana 'Neden resimlerinde yerler hep ıslak?' derler. Aslında yağmur sonrası baharın geldiğinin müjdecisidir o resimler... Kısa kollu giyinenler, koşan çocuklar, gülen insanlar... Bunlar baharın işaretleridir. Tabiat yeşerir şehirde, insanların yüzü güler, çocuklar balonlarla koşmaya başlar, dedeler bastonlarıyla yürüyüşe çıkar, köpekler, kediler bile sanki daha mutludur. Ben karanlığı sevmem; bahar ışıktır, aydınlıktır. Bahar gelince Eyüp Sultan'a giderim, Ortaköy'e inerim, Malta Köşkü'nde oturur toprağın kokusunu hissederim. Doğa içinde insanların arasında, kalabalıklarda olmayı severim. Büyükada'ya giderim, begonviller içindeki pembe köşkleri, eski evleri, sokaklarda oynayan çocukları seyreder, onları resmederim."
Beykoz'da memleket kokan kahvaltılar zamanı
AHMET GÜNEŞTEKİN (Ressam) "Elbette ilk önce güneş geliyor aklıma. Sonrasında tabii ki nevruz ve getirdikleri... Doğanın ve yaşamın kabuk değiştirdiği bu ilk günler İstanbul'da buruk geçer. İstanbul denince eskiden akla ilk gelen şeyler ile günümüzdekiler artık çok farklı. Baharın doğayla olan birebir ilişkisini beton yığınına dönüştürülen İstanbul özelinde düşünmek acıtıyor içimi. Renklerle iç içe bir yaşam düşleyen bir ressam için tarihin rengarenk efsaneler diyarı bir kentinde betonun grisinden, çatıların tuğla kırmızısından ve denizin kirli mavisinden başka rengin artık neredeyse olmaması, büyük bir hüzün sebebidir. Bahar gelince renklerin gelememesi büyük bir hayal kırıklığı benim için. Trafik, toz ve gürültü de buna eklenince... Doğanın insan karşısındaki bu yenilgisine rağmen İstanbul'da baharının henüz yenilmediği yerler de var: Boğaz, biraz yeşil ve deniz... İstanbul'un beton merkezi ama entelektüel demografisiyle Nişantaşı, her türlü baskı ve yasaklara karşı direnip renkliliğini bir kale gibi koruyan İstiklal Caddesi, onca uzakta olmasına rağmen insanı kendisine çeken eski İstanbul niyetli Sarıyer, gökyüzünün denizle ve toprakla henüz barışık olduğu Beykoz... Bu yerlerde güneşin umut vadeden serin ışığını izlerken memleket kokan kahvaltılar yapmak ve akşamları, gündüzden çalınmış renklerini rengarenk ışıklarla telafi etmeye çalışan Boğaz'da tütsü kokulu balıklar yemek... Ardından kaçak bir çay ya da orta şekerli bir kahveyle büyülü akşamı bitirmeye çalışan uykuyla tatlı bir mücadelede bulunmak; dalgaların ve rüzgarın ortaklaşa söylediği şarkılar eşliğinde... Ve tabii ki yaşamım boyunca yaşadığım en güzel anlar... Boğaz'da, Yaşar Kemal'le evinin terasında, onu dinlemek... Tarihi, İstanbul'u ve eski baharları... İstanbul'un yüzleri her mevsim çoktur ve baharda en çoktur. Kimi üzer, kimi sevindirir. Bu yüzden benim için hiçbir bahar tam değildir; mutlaka buruktur."