Burası bir Karadeniz şehri olsa da tipik Karadenizliler'den farklı bir yapı ve karakterleri söz konusu. Karadenizliler'deki tez canlılık ve şive Sinoplular'da yok. Alabildiğine sakin, gevşek ve rahat bir yaşam tarzları var. Sahili çevreleyen kafeleri dolduran gençler tavla ve okey oynayarak günlerini geçiriyor. Yazın ise civar illerden gelenlerin doldurduğu plajlarda denizin keyfini çıkarıyorlar. Bu haliyle Akdeniz sahillerinden pek farkları yok. Bırakın erkekleri kadınlar bile gecenin geç saatlerine kadar sahilde özgürce oturup gezebiliyor. Burası Karadeniz'in Akdeniz'i adeta. Sinop'u mutlu kılan unsurların en başına kadınları koymalıyız. Zira mutluluğun sırrını sorduğumuz herkes kadınların özgür ve hayata aktif olarak katılmalarını işaret ediyor. Şehirde çok sayıda işyerini çekip çeviren kadın var. Bunlardan biri de Botanik Çiçekçilik isimli çiçekçi dükkanını işleten eski AK Parti İl Meclis üyesi Nurhan Özen."Mutluyuz çünkü kadınlar mutlu" diye söze giriyor "Amazon ruhumuz var, dizginleri ele aldık." "Kadınları mutlu et, yeter" felsefesinin açılımını yapıyor anlayacağınız. Ama erkeklerin hakkını vermeden de edemiyor ve diğer Karadeniz şehirlerinden farklarının kadın ve erkek arasındaki uyum olduğunu belirtiyor. "Gece vakti her yere gidebilir burada kadınlar, hiçbir sorun olmaz. Ayrıca çok para olması gerekmiyor mutlu olmak için. 5 lirayla sahile inip bir simit-çay ile karnını doyurabilirsiniz. Herkes birbirini tanıdığı için her şey parayla dönmüyor. Dolmuşa bindiğinizde paranız olmasa 'Sonra verirsin abla' derler' diyen Özen, Türkiye'nin her yerini gördüğünü ve Sinop'tan başka yerde yaşayamayacağını söylüyor. Pak Kardeşler Lokantası'nda çalışan ve üniversitede okul öncesi öğretmenliği bölümünde okuyan Fatma Şensoy ise çoğunluğun maddi durumunun iyi ve az bir ücretle şehirde geçinmenin kolay olduğu gerçeğine işaret ediyor. Ama laf arasında bir gerçeğe daha vurgu yapıyor: "Mutluluğu maddiyatta buluyoruz ama maneviyat eksikliği var." Şehirdeki okuma oranının ve eğitim seviyesinin yüksek olması, özgür hayat tarzının yerleşmesinin en büyük nedeni ise soğuk savaş yıllarında ABD tarafından Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine (SSCB) karşı dinleme amaçlı kurulan ve yarım asır Sinop'ta konuşlanan radar üssü. Sinop'taki ABD askerleri vesilesiyle şehre biraz Batı yaşam kültürünün şırınga edilmiş olduğunu hatırlatmakta yarar var. Öyle ki yaşlıların bir çoğu İngilizce bile konuşuyor. Evet, dedik ya burası emekliler için ideal, o yüzden en mutlu kişiler emekliler ve sayıları da bir hayli fazla. Az bir ücretle gayet rahat yaşam sürmek mümkün burada. Adli olay neredeyse hiç olmuyor, kavga-gürültü yok. Adli olayı da zaten genelde dışarıdan gelen yabancılar çıkarıyor.
EMEKLİLER MUTLU, GENÇLER UMUTSUZ
Girdiğim lokantada iki dilim ekmekle çayını yudumlayan 65 yaşındaki Mustafa Akdemir'e "Siz neden mutlusunuz?" sorusunu yöneltince önündekileri göstererek "Ekmek ve çayı beraber yediğim için mutluyum. Hanımın mutlu olursa sen de mutlu olursun. 40 yıllık evliyim, hanımla büyük tartışmam olmamıştır. Ben Giresunluyum ama hanımın mutluluğu bana geçiyor" deyip işin içinden sıyrılıyor. Lakin dedik ya itiraz edenler de var. Yan masadan Nazmi Bey "Başımıza bela oldu bu mutluluk" diye lafa karışıyor ve ekliyor: "Sinop'un doğallığı, güzelliği, olay olmaması mutluluk. TÜİK bu soruları emeklilere sorduğu için böyle bir sonuç çıktı sanırım. Emeklilerin tuzu kuru. Bir de esnafa sorun bakalım, kim mutlu?" Yol üzerinde bir kahvede kafa kafaya vermiş çaylarını yudumlayan üç Sinoplu'yu es geçmek olmaz. Selam verip masalarına ilişiyorum. "Anlatın bakalım, niye mutlusunuz?" Başlıyorlar anlatmaya... Yedi yıl önce emekli olan ama hâlâ benzin istasyonu işletip müteahhitlik yapan 55 yaşındaki Lütfü Yaşar burada keyfe keder yaşadıklarından dem vurarak giriyor söze: "Türkiye'nin en güzel şehri Sinop. Emekli yeri, ne ararsan var. Yaylada köyümüz var; süt, tereyağ, yumurta oradan gelir. Bazen İstanbul'a gidiyorum. En lüks otelde bile kalsam strese düşüyor ve bir günden fazla kalamıyorum. Burada dert yok, tasa yok. Şeker hastasıyız ama mutluyuz." 41 yaşındaki tekstilci Recep Uslu ise mutluluğu bulmak için İstanbul'dan Sinop'a taşınmış. 22 yıl İstanbul'da yaşadıktan sonra bir yıl önce Sinop'a taşınan Uslu "Bir yılda gençleştim. Trafik yok 'Acaba çocuklar okuldan geldi mi?' korkusu yok. İstanbul'da günde 50 lira kazanamazsan aç kalırsın. Burada ise tarladan soğan kopar, mısır ekmeğine sar ye, dünyanın en mutlu insanı olursun. İstanbul'da parayla ölçülen mutluluğun burada hükmü yok" diyor. Sahildeki kafelere konuşlanan gençler ise bu 'en mutlu şehir' nitelemesine biraz mesafeliler. Sinop Edebiyat Fakültesi'nde okuyan ve Mersin'den gelen Abbas Bilgen, şehirdeki tek sosyal aktivitelerinin tavla ve okey olmasından dertli. "Burada nasıl mutlu olunur ki? Askerliğim buraya çıksa firar ederim" diyor. "Sinop gençliği mutlu olsaydı, üniversitede okuyan Sinoplu öğrenciye rastlardım. Hepsi buradan gidiyor. Esnafın soğuk tavrından da memnun değiliz" diyen Bilgen'e Adıyamanlı Hüseyin Kaymaz destek çıkıyor: "Evet emekliler için güzel ama öğrenciler için değil. Modern bir cezaevi yaptılar, insanın içine giresi geliyor. Cezaevi gelişiyor, üniversite gelişmiyor. Keşke turizmi geliştirseler, tek kurtuluşu bu."
BELEDİYENİN HİZMETİ YETERLİ DEĞİL
Sinop'a K. Maraş'tan okumak için gelen Tamer Keseli ise en dertlilerden: "Burasının esaret şehir olduğu hapishanesinden belli değil mi? Belediye otobüsü bile yok, dolmuş lobisi var. En kısa mesafe 1,5 TL. Belediyenin hizmeti yok ki şehre. Üç yıldır buradayım sadece bir kaldırım açılışına şahit oldum. Plajlara hiçbir yatırım yapılmıyor." Sinoplu lise öğrencisi Seda Uslu ise Sinop'u gençlerin sevmesi için şehre sinema ve tiyatro salonuyla AVM kurulmasını istiyor. Türkiye'nin en mutlu şehri seçilen Sinop'tan çektiğimiz mutluluk fotoğrafı bu. Burada yaşayanlar gerçekten mutlu mu değil mi bunu sizlerin takdirine bırakıyorum.
ŞEHRİN YAŞAM KALİTESİ ARTIRILMALI
"Sinop'ta yaşayanlar mutlu. Siyasi olarak bile farklı olanı dışlamazlar, iyi gözle bakarlar. Siyasi görüş, belirleyici bir faktör değil burada. Herkes birbirini tanıyor zaten. Stres ve sıkıntı pek yoktur. Negatif düşünceleri pek barındırmazlar. Biz gençlerin de mutlu olması için birçok faaliyet yapıyoruz. 3 bin 500 kişilik kapalı spor salonu yaptık ama gençler bilgisayardan kafalarını kaldırmıyor ki. İnsanlar ferdileşiyor ve bu da mutsuzluklarına yol açıyor. Genel olarak Sinoplular mutlu ama daha da mutlu olmak için kentsel dönüşüm olmalı, şehrin yaşanabilirlik kalitesi artırılmalı, Sinop'un tarihi dokusu ortaya çıkarılmalı ve kale surlarının etrafı temizlenmeli."
KAVGA YOK İNSANLAR SAYGILI
"Biz çok mutluyuz, niye? Sinop'umuzda kavga yok, insanlar birbirine karşı saygılı. Herkes gördüğü bir eksikliği düzeltir burada. Eskiden Sinop'un tabiatı daha mutluydu ama insanlar çoğaldı artık. Burada para harcayacak yer olmadığı için dışarıdan gelen memurlar ev, araba sahibi olurlar kısa sürede. Tayini çıkan memurlar buraya ağlayarak 'Sürüldük' diye gelirler ama sonra da ayrılmamak için de araya adam sokmaya başlarlar. Bir Rum atasözü var 'İçindeki donsun, gelen onsun' diye. Aynen böyledir. Mutluluk nedir? Ayağını yorganına göre uzatmaktır mutluluk. Mutsuzsan bunu yapamadığın ve doyumsuz olduğun için mutsuzsundur."
KARADENİZ'İN AKDENİZ'İ
Sinop bir yarımada ve ilginç bir coğrafyası var. İki denizin arasında bir yay gibi uzanıyor. Mutluluğun nedenleri arasında doğal güzelliğinin, yeşilliğinin, sakinliğinin ve havasının etkili olduğunu bir bakışta anlıyorsunuz. Hele bir de emekliyseniz, demeyin keyfinize. Sinop'un doğallığı insana mutlu olmasını fısıldıyor fısıldamasına ama Sinoplular bu işe ne diyor? TÜİK'in kendilerini 'en mutlu şehir' diye ilan etmiş olması bir anlamda gurur veriyor onlara. "Elbette mutluyuz, buradan başka yerde yaşamam" diyenler var. Ama itiraz edenler de eksik olmuyor. Hatta bu araştırmayı yapanların kime sorduklarını da merak ediyorlar.
MUTSUZLUĞUN ADI 1938
Türkiye'nin en mutsuz ili çıkan Tunceli'nin ruhu Dersim olaylarında kalmış. Şehirde yaşayan psikolog Özkan Uç bunu şöyle özetliyor: Acısı fazla neşesi azdır türkülerin. Acı, toplumsal bilinçaltıyla bir sonraki kuşağa aktarılmış.
TEKİN TÜRKEL (Mazgirt Belediye Başkanı)
Çocuklar şimdi çoook uzaktalar
1975'lerde 150 bin nüfus yaşarmış Dersim'de, şimdi sadece 80 bin insan nefes alıp veriyor. Tuncelililer'in çoğu, 'damgalı' oldukları için başka şehirlerde de tutunamamış ve ilk fırsatta kendilerini yurt dışına atmış. Mazgirt'in ÖDP'li Belediye Başkanı Tekin Türkel, nüfusun hızla azalmasının nedeninin köylerin silah zoruyla boşaltılması olduğunu söyledi. 1994'te bölgede binlerce köyün boşaltıldığını ve insanlar dönmesin diye evlerin yakılıp yıkıldığını belirten Türkel, çok sayıda Mazgirtli'nin Avrupa, Kanada, ABD gibi ülkelere gidip yerleştiğini, sadece yaşlıların kaldığını anlattı. "Köylerdeki ihtiyarların yüzü, yılın sadece 10-15 gününde gülüyor. Yaz oluyor ve çok uzaklardaki çocukları ve torunları geliyor o vakitler. Onun dışında gam ve keder taşıyorlar" diyen Türkel, diğerleri gibi işsizlik sorununun altını çiziyor.
ÖZKAN UÇ (Psikolog)
Travma hiç bitmiyor
Tunceli'de Sağlık Emekçileri Sendikası Şube Sekreterliğini de yapan Psikolog Özkan Uç'la da görüştük. O da travma ve post-travma meselesinin altını çizdi. Bir travmanın yaşanmasının ardından belirli bir süre yas ve tedavi dönemine ihtiyaç olduğunu belirten Uç bu konuda şunları söyledi: "Burası dağlarla çevrili bir sığınak gibi. Memleketin başka yerlerinde beylere, paşalara, ağalara isyan etmiş olanlar tarih boyunca Dersim'e sığınmış. Dersim onları hep korumuş. Ama kendini pek koruyamamış. 1800'lü yıllardan itibaren üst üste gelen isyanlar ve ardından gelen katliamlarla karşılaşmış bu şehir. Travmanın biri bitmeden diğeri başlamış. Burada her 10 türküden 8'i ağıttır. Acısı fazla neşesi azdır türkülerin. Dedeler ve nineler durmadan anlatmış çocuklarına, torunlarına. Acı, toplumsal bilinçaltıyla bir sonraki kuşağa aktarılmış. Bazen bir kuşak üç beş ayrı travmayla yüzleşmek zorunda kalmış. Bundan olsa gerek son yıllarda yaşlı intiharlarında patlama yaşanıyor."
KADRİYE AKÇELİK (Tunceli Sağlık ve Eğitim Vakfı Başkanı)
Bir vakfın parlak ışığı
En son dört yıl önce gelmiştim Tunceli'ye. O zamanla kıyaslanınca çok değişmiş. Belediyesi iyi çalışmış. Şehir içi tertemiz ve muntazam yollarla kaplı. Ayrıca devlet de biraz çalışmış. Mesela duble yol bitmek üzere. Bir Tunceliliye yolu gösteriyorum. "Güzel oldu ama" diyor "Bize yollardan hep tanklar, hep tüfekler ve bombalar geldi. Şimdi isteriz ki barış gelsin, refah gelsin, birlik ve beraberlik gelsin." Parlayan ikinci yıldız da Tunceli Eğitim ve Sağlık Vakfı. Vakıf yönetimi "Burada hiçbir şey değişmez" diyenlere inat projeler yapıyor. 13 dönümlük bir arazide kurulacak öğrenci yurdu için hazırlıkları tamamlamak üzereler. Önümüzdeki ay yörenin mimarisine uygun bir yapı topluluğu ortaya çıksın diye bir proje yarışması açacaklar. Vakıf Başkanı Kadriye Akçelik, burayı üç yaşındayken terk etmiş ve İstanbul'da büyümüş. Yıllar sonra yüzünü memleketine dönmüş ve "Bir şeyler değişmeli" diyerek kolları sıvamış. İkinci projeleri ise çok fonksiyonlu bir salon. İçinde konser salonu, sinema, tiyatro salonu ve kongre merkezinin olacağı bir proje için çalışıyor.
10 TÜRKÜDEN 8'İ AĞITTIR
Tunceli'de başı dumanlı dağların yamaçlarına kurulmuş Çiçekli adındaki bir köye gittik. 1994'te boşaltılmış, yer yer yakılıp yıkılmış bir köy burası. Normalleşmenin başladığı son birkaç yıldır yeniden dönmeye başlamış insanlar baba ocağına. Sadece beden duvarları ayakta kalan evlerini tamir edip yerleşmiş beş-on aile. İki genç adam evlerinin önündeki arabayı yıkıyor neşe içinde. Biz onlarla sohbet ederken babaları geliyor. O da neşeli bir adam. Muhabbet koyulaşıyor. Baba Mehmet Dirik köyün tarihini anlatıyor. Bu küçük ve güzel beldenin bir zamanlar önce Akkoyunlular'ın, ardından Ermeniler'in yerleşim alanlarından biri olduğunu söylüyor. "İsterseniz size koyun başlı mezarları gösterebilirim" diyor Mehmet Bey. Yola düşüyoruz. Köyün sırtlarına doğru tırmanıyoruz. Bir tepenin başında Akkoyunlular devrinden kalma koç başlı mezarları görüyoruz. Aşağıda yemyeşil vadiler uzanıyor, sağda solda meyve bahçeleri, sonra kuzuların sesi geliyor uzaklardan. "Burası bir cennet" sözü dökülüyor dudaklarımdan. Mehmet Dirik lafa girip şunları söylüyor: "Güldüğümüze bakmayın, aslında derin, içinden çıkılmaz mutsuzlukla dolu canlarımız." Bu sırada yere eğiliyor ve küçük bir kaya gölgesinin altından koskocaman bir mermi kovanı çıkarıyor. Arazide onlarca kovan olduğunu fark ediyorum. Elindeki kovanı alıp "Şimdi bu mermi önde dursun ve siz yeniden çekin bu manzaranın fotoğrafını; bakalım eskisi kadar güzel gözükecek mi gözünüze?" diyor. Cevabımı alıyorum. Köyde Hüseyin Amca dedikleri 96 yaşında bir adamla karşılaşıyoruz. Dersim katliamı sırasında 20 yaşlarındaymış. Erkekleri toplayıp götürmüşler. Bir vadide kurşuna dizmişler. Süleyman Amca iki yerinden yaralanıp düşmüş. Üstüne ölüler dökülmüş. Onu da öldü zannedip bırakıp gitmişler dağ başında. Bir çoban gelip kurtarmış onu.
TOPRAKLARDA MERMİ KOVANLARI
Mezarlıkta bulduğumuz mermilerden bahsediyorum. "Gel içeri, sana 38'den kalma kovanları göstereyim" diyor. Her ev bir zulüm müzesi gibi. Şehirde tarihçi ve yazar Cemal Taş'la buluşuyoruz. "Kimle konuştuysam, mutsuzluğun kaynağı olarak 1938'i işaret ediyor" diyorum. Hikayenin çok daha eskilere gittiğini belirtip itiraz ediyor. Dersimlilerin tarih boyunca merkezi otoritelere biat etmediğini ve bu yüzden Osmanlı devrinde de defalarca baskılarla karşılaştıklarını belirtiyor. Osmanlı döneminde çıkarılan "katli vaciptir" fermanlarının Cumhuriyet'te de sürdüğünü ifade ediyor. 1915'te yüzbinlerce Ermeni'yi boğazlayan zihniyetin 1938'de 10 binlerce Dersimliyi kurşuna dizdiğini anlatıyor: "Dersimli nasıl mutlu olsun? Buranın her karış toprağı bir toplu mezar ve katliam yeridir. Sağ kurtulanlar ise sürgüne gönderilip asimile edildi. Çocukları evlatlık verildi. İnanç ve kanaat önderleri idam edildi. Dersim, Ece Ayhan'ın şiirinde olduğu gibi, tabiattan tahtaya kaldırılmış ama devlet dersinde sınıfta kalarak öldürülmüş çocuk mezarlarıyla doludur. Böyle bir toprakta mutlu olmak mümkün mü?"
DELİSİZ KALDILAR DAHA MUTSUZ OLDULAR
Tuncelililer'in mutsuzluk nedenlerinden biri de vilayetin delisi kabul edilen Baba Bertal'in geçen yıl ölmüş olması. Çünkü Dersimliler "Kim delidir, kim veli belli olmaz" gibi bir düşünceye sahip. Vilayet merkezinde iki meydan var. Birinde Atatürk'ün, diğerinde ise Seyuşen adı verilen Seyit Hüseyin'in heykeli yer alıyor. Tunceli'nin en önemli delilerinden biri olan ve hakkında olağanüstü hikayeler anlatılan bu derviş 1992'de ölünce onun yerine Baba Bertal adlı bir başka veli geçmişti. O da öldü ve Tunceli'nin o güne kadar gördüğü en kalabalık cenaze töreniyle toprağa verildi. Şimdi Dersimliler oturmuş, Baba Bertal'in yerine kimin geçeceğini düşünüyor. Baba Bertal, Pir sülalesinden geliyor. Ağabeyi Hüseyin Bilge ile çarşıdaki kahvede sohbet ettik. Şu anda 86 yaşında. 1997'de iki genç kız gelip elini öpmüş ve "Baba seninle bir fotoğraf çektirelim mi?" diye sormuş. Kabul etmiş. Aradan iki ay geçmiş. Bir gece yarısı Hüseyin Dede'nin evini askerler basmış ve onu alıp götürmüşler. Meğer bu kızlar militanmış ve dağda yakalanmış. Üzerlerinden o fotoğraf çıkmış. Derdini anlatana kadar üç ay hapiste yatmış. Çıkınca yüzbaşı çağırmış ve "Seni Elazığ'ın bir köyüne sürgün ediyorum. Gitmezsen seni de bütün aileni de öldürürüz" demiş. Yaşlı adam çaresiz kabul etmiş. Ve iki buçuk sene hiç çıkmadan sürgün edildiği köyde yaşamış. 2000 yılında Tunceli'ye dönebilmiş. "Bunları sen yaşasan mutlu olur musun evlat?" dedi.
TÜRK DEĞİLSEM MUTSUZ MU OLAYIM?
"Tunceli neden mutsuz?" başlıklı söyleşiyi yaparken siyasi partilerin önde gelenleriyle görüştük. Ak Parti İl Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Çiçek, bir harp malulü. Kıbrıs Savaşı'nda yaralanıp gazi olmuş. Katliamı görmemiş ama 1938 olduğunda ağabeyi yedi, ablası dört yaşındaymış. O cehennemin hikayeleri hem onlardan hem de hayatta kalan diğer akrabalarından dinlemiş. Eskiden DSP il başkanlığı yaptığını belirten Çiçek, ailesinin yaşadığı büyük trajediye rağmen her sabah okulda Andımız'ı okumak zorunda kaldığı için yıllarca öfke duyduğunu söyledi. Ve sözlerini şöyle sürdürdü: "Mutsuzluğumuzun birinci kaynağı 1938'dir, ikincisi ise dağlara taşlara yazılan 'Ne mutlu Türküm diyene' ibaresidir. Türküm demek istemiyorum kardeşim. Çünkü Zazayım. Böyle doğduğum için mutsuz mu olayım? İşte biz böyle böyle mutsuz olduk." Çiçek dört çocuk babası. Dördü de okumuş, üniversiteyi bitirmiş. Biri master, biri de doktora yapmış. Ama hiçbiri sağlam bir iş bulamamış. Çocukların CV'si çok ilgi görüyor ve ilk sırada görüşmeye davet ediliyorlarmış. Ama mülakat esnasında durumlar ansızın değişiyor, geri çevriliyorlarmış. "Ağzıyla kuş tutsa evlatlarımız fark etmiyor" diyor Mehmet Ali Bey "Tunceliliysen damgalısın demektir, hiç şansın yoktur senin bu memlekette."