"Sanırım beni kovacaklar..." Mayıs 2010'da, o zamanlar Real Madrid'i çalıştıran Pellegrini, cep telefonunu kapattıktan sonra, ofisinde misafir olduğu Reina Sofia sanat müzesi müdürüne dönüp böyle diyordu. Telefonun diğer ucundaki adamsa, yıldızının bir türlü barışmadığı kulüp başkanı Perez'di...
Öyle de oldu... O konuşmadan kısa süre sonra Perez, 96 puanlık kulüp rekoruna rağmen, üç puanla kaçan şampiyonluğu bahane edip hocanın işine son verdi.
Perez'in kararı ne kadar tartışmalıysa, Manuel Pellegrini'nin böylesine tatsız bir olayı, bir sanat müzesinde yaşaması da bir o kadar doğal aslında... Zira şu sıralar İngiliz Premier Lig'de şampiyonluk için saatleri sayan Manchester City'nin Şilili menajeri, müziğe, resme, sinemaya çok düşkün özel bir insan. Ve hayata bakışı mesleğine ayna tutuyor.
DEMOKRASİ GİTTİ, O SAHAYA ÇIKTI
Futbolculuk hayatı boyunca sadece Şili'nin Univesidad takımında oynadı. Sahaya ilk kez, General Pinochet'nin, 41 yıllık demokrasiye son veren darbesiyle aynı ay çıktı... Mütevazı top tekniğine rağmen, gücü, futbol zekası ve lider özellikleriyle sivrilen bir defans oyuncusuydu. Futbol onun için hayattaki en baskın renkti belki ama tek renk değildi. O yüzden de eğitiminden futbol uğruna vazgeçmedi. Asıl hayali doktor olmaktı. Ama sınavı veremeyince mühendisliğe yöneldi. Üniversite ile futbolu kol kola götürdü. Yoğun tempo yüzünden altı yıllık okulu sekiz senede tamamlayabildi. Ama ülkesinde 1985'te 177 cana mal olan bir milyon kadar da evsiz bırakan deprem sonrası, yeniden yapılanma çalışmalarına katılarak diplomasının hakkını verdi.
Hayatındaki dönüm noktalarından biri, kaybettiği bir hava topu oldu. 1986'da, o maçta henüz 19'unda olan ünlü golcü Zamorano'ya bir hava topunu verdiği an, "Artık benden geçti" dedi ve 13 yıl sonra formasını temelli sırtından çıkardı. O zamanlar kimselerin tanımadığı o genç adamın bir kaç yıl içinde geldiği noktayı görünce ise "Sorun bende değilmiş, sadece Zamorano fazla iyiymiş. Bilsem bir kaç yıl daha oynardım" diyecekti. İki yıl sonra da takımının başına teknik direktör olarak geçti.
"Mühendis" diyorlar ona. Ama sadece diploması değil her detayı hesaplayarak oluşturduğu takımları sebep buna. Güney Amerika kıtasında yaşadığı şampiyonluklar sonrası 2004'te İspanya'da Villarreal'in yolunu tuttu. Mühendisliğini konuşturdu, 5 yılda sadece 11 milyon sterlinlik transferle, 60 bin nüfuslu bu küçük bölgenin takımını bir Avrupa gücü haline geldi. Şampiyonlar Ligi'nde son dakikada kaçan penaltıyla finalin kapısından döndü, 2008'de ise Barcelona'yı 10 puan geçip ligi ikinci bitirdi.
Tek sezonluk Real Madrid macerasında iki büyük şanssızlığı vardı: Tarihin en iyi takımlarından birine, Guardiola'nın Barcelonası'na denk gelmesi ve tabii Real Madrid gibi bir cadı kazanı için fazla mülayim, entrika bilmez yapısı...
Real Madrid sonrası imza attığı Malaga'yı ilk sezonda Şampiyonlar Ligi'ne taşıdı. Ertesi sezon kulübü vuran mali krize, yitirdiği Cazorla gibi yıldızlara ve oyuncuların yatmayan maaşına rağmen, Borussia Dortmund'tan son iki dakikada iki gol yemese, devler arenasında yarı finale karizmatik Klopp ve talebeleri değil onlar çıkacaktı.
MOURINHO METALLICA İSE PELLEGRINI MOZART
Usta hoca, 60'ında ilk kez geldiği İngiltere gibi bir ligde artık şampiyonluk için gün sayıyor. Bugün evinde West Ham'dan alacağı bir puan bile Avrupa kıtasında ilk şampiyonluğu için yetiyor. Fakat Pellegrini'yi özel ve farklı kılan sadece teknik adamlık becerisi ya da CV'si değil. Bu oyunda eşine pek de rastlanmayan bir formülü var "Mühendis"in. Prensiplerle coşkunun, mütevazılıkla bilgeliğin iç içe geçtiği bir formül...
Zevkleri ve hayata bakışı futbol anlayışına da şekil veren bir adam Pellegrini... Boş vakitlerinde müzik dinliyor, film seyrediyor ya da diğer spor dallarını izliyor. Böylece kendini geliştirip, futbol hakkında daha çok fikir üretebildiğini söylüyor. Futbol felsefesi tam da onun gibi Picasso hayranı birinden beklenecek türden... Kazanmak uğruna estetik oyundan feragat etmiyor. İnandığı ofansif, eğlenceli futbola ihanet etmiyor.
Zirve yarışında geride bıraktığı Mourinho iletişimde "Metallica" ise Pellegrini de çok sevdiği Mozart... "Sert, baskın notalardan" hoşlanmıyor. Ekibindeki stresi vakum gibi emip yerine "huzur" veriyor. Zaten oyuncuları da onu "Benzersiz derecede kibar ve sakin" diye tanımlıyor. Rakiplerle ya da basınla gerilimden medet ummuyor. Talebelerine saygı gösteriyor, basının önünde aslanlara yem etmiyor. Karşılığında tek beklediği ise "saygı ve adanmışlık..."
Kendini anlatmak, ön plana çıkmak gibi dertleri yok hocanın. Kontratlarının hukuki detaylarını, yedi kardeşinden avukat olan Pedro yönetiyor. Ancak gazeteciler Pellegrini hakkında biraz "özel bilgi" istediğinde Pedro, "Bu konuların konuşulmasını hiç sevmez" diyerek geri çeviriyor.
Pellegrini, büyük bir futbol mucizesi olmazsa bugün Manchester City'nin başında şampiyonluk kupasını kaldıracak. Ancak aksi de olsa futbol aşıklarının giderek takım tutarcasına "Mourinho'cu" - "Guardiola'cı" diye ayrışmaya başladığı bir dünyada duruşuyla, futbol felsefesiyle ve insani kalitesiyle, başarının üçüncü bir yolu daha olduğunu gösteriyor. Alkışı, övgüyü oyuncularına bırakıp, spot ışıklardan uzak, bir mühendis titizliğiyle kendi yolunu çiziyor.
degerlibulent/twitter.com