- Bir taraftan barış olsun isteniyor diğer taraftan da barış sürecine karşı büyük tepki duyuluyor. Hep bir pazarlık önyargısı var insanlarda. Bu nasıl bir ikilemdir ve insanların böyle düşünmelerinin sebebi nedir?
- Kürtlerle Türklerin meseleye bakış açısı farklı. Kürtlerin önemli bölümü barışın ne kadar elzem olduğunun farkında. Çünkü savaş onların canını çok yaktı. Savaşın yoğunlaştığı coğrafyada mesafeler o kadar uzak olmadığı için ölümün etkisi daha yakın hissediliyor. Bölgede hemen hemen her ailede bu savaşta yitirilmiş bir can var. Dolayısıyla Kürtler savaşın fayda getirmeyen bir şey olduğunun farkında ve bir an önce bu ölümlerin durmasını istiyor.
DEVLET KÜRT KİMLİĞİNİ TANIYOR
- Ya Türk tarafı?
- Türk tarafı ise daha geniş bir coğrafyada yaşadığı için, ölümün acısını Kürtler kadar yakından hissetmiyor. Ama bunun ötesinde Türk tarafının barışa biraz da kuşkuyla yaklaşmasının sebebi, toplumun bilinçaltında yatan bazı faktörler. Türkler, tarihleri boyunca ne kaybettilerse savaş meydanında değil, barış masasında kaybetmiş. O yüzden barış fikri onlara çok sempatik gelmiyor. Her barışı verilmiş ödünler manzumesi olarak yaşadıklarından, Kürt barışının da neye karşılık yapıldığını ciddi ciddi soruyorlar. Oysa devlet, Kürtlerle barış yaparken, onlara bir toprak parçasından daha kıymetli bir şey sunuyor. Onların varlığını kabul ediyor, kimliğini tanıyor.
- Kimi Türkler Kürt kimliğini neden kabul etmek istemiyor?
- Birçok sebebi olabilir. Ama asıl sebep şu: Devlet yıllarca Kürtlerin varlığını kabul etmedi, onu inkar etti ve bu inkarı kendi Türk yurttaşlarının da beynine çaktı. Onlara göre bu topraklarda Türklerden başka hiçbir millet yaşamıyordu, hepimiz de Türktük. Bundan çok emindiler. Okulda böyle öğretilmiş, ailesinden bunu böyle bellemiş. Devlet de bu meselede en az onlar kadar hatta onlardan daha katı davranmış. Sonra bazı Kürt çocukları dağa çıkmış, yıllarca devletle savaşmış ve gelinen noktada devlet aniden fikrini değiştirerek Kürtlerin varlığını kabul etmiş. Haliyle herkesi Türk bilen yurttaşı da bu kez devletine dönüp, "Hani hepimiz Türktük, yoksa ben tufaya mı geldim, neden benim asil kimliğime başkalarını da ortak ediyorsun?" diye soruyor. Devlet de kibirli ve gururlu bir devlet olduğu için, "Evet ben yanlış yaptım" demek yerine, yanlışını daha dolaylı yollarla yurttaşına anlatmaya çalışıyor. Uzun yıllar devletin kafası böyle çalıştı. Şimdi bu işleyişten dönünce herkesin ezberi bozuldu.
ÖLÜMLE BİR YERE VARILAMADI
- Ne oldu da dönüldü?
- Her iki tarafta da ölümle bir yere varılamayacağı kanısı yaygınlaştı. Ayrıca dünyadaki gelişmelerin de etkisi oldu. Globalleşen dünyada esen özgürlük rüzgarı, yaygınlaşan iletişim araçları nedeniyle hiçbir şeyin gizli kalmayacağı anlaşıldı. Tabii Türkiye'nin kendi geleceğini demokratik, şeffat bir toplumda görmüş olmasının da bu dönüşümde büyük payı var.
- Âkil adamlık görevini yaparken yurttaşlarla bol bol konuştunuz. Onların düşünce haritasında nasıl bir tablo bekliyordunuz ve karşılaştığınız manzara neydi?
- Açıkçası çok büyük uçurumlar beklemiyordum. Ama Anadolu insanının bilgelerini, yaşlılarını bir tarafa bırakırsak, bu kadar sığ insanlarla karşılacağımı da tahmin etmemiştim. Büyük şehirlerde okumuş doktor, avukat olmuş bazı okur yazarlar da, demek taşraya gidip oranın sıkıntılı hayatının içine dalınca, okulda öğrendiklerini de unutuyorlar. Gittikçe sığlaşıyorlar, yoksa yer yer "Bu kadar cehalet ancak tahsille olur" dedirten durumlarla karşılaşmadım değil. Belli ki herkes TV'lerde yapılan tartışma programlarını izliyor, orada kendi görüşüne yakın insanlara iyice kulak kesiliyor, onlardan ezberlediği birkaç cümleyi ertesi gün okey masasında kendi görüşüymüş gibi yanındakilere satıyor. Bunu bize de yapmaya çalıştılar. Böyle davrananlardan zaten çok şey bekleyemezsin. Bir de kendi fikrinin doğruluğuna inanmış ve bunun dışında hiçbir fikre hayat hakkı tanımayanlar var ki, onlar zaten elde bayrak devamlı öfkeli bir eylemin içinde olanlar. Ama bir de başta sözünü ettiğim bilgeler var. Biraz daha yaşlı olanlar, aynı yerde doğup aynı yerde yaşlananlar... İşte umut onlarda...
- Neden?
- Gençler daha tezcanlı olduklarından ve yüksek sesle konuşurken biraz daha yaşlı olanlar geçmişte yaşananları da bildikleri için daha itidalli davranıyorlar. 'Susun bir dinleyelim bakalım ne diyecekler?' diyorlar. Dinleyince de hak verebiliyorlar.
BARIŞA KATLANACAĞIZ
- Kişisel olarak sizi nasıl etkiledi bu âkil adamlık deneyimi?
- Beni olgunlaştırdı, tahammül sınırlarımı genişletti. Anadolu'yu biraz daha yakından tanımamı sağladı ve aramızdaki en büyük engelin, iki halkın birbirinin arasına çektiği psikolojik duvarlar olduğunu müşahade etmemi sağladı.
- Nedir o psikolojik duvarlar?
- Birbirlerini tanımama... Gerçi Kürtler Türkleri daha iyi tanıyor çünkü dilini biliyorlar. Ama Türklerin Kürtleri tanıdığını söylemek zor. Akıllarında TV dizilerinde tipleştirilen Kürtler var. Ki onlar da şehirli senaristlerin fantazilerinden çıkıyor.
- Barış süreci devam ediyor. Tünelin ucunda ışık göründü mü?
- Tünelin ucunda ışık hep var. Önemli olan o ışığı biraz daha büyütmek. Goethe'nin deyimiyle, "Evet ışık, biraz daha ışık" hep birlikte o ışığa gitmeli ve onu büyütmeliyiz. Tünelin içi karışık, karanlık, engeller var, karışıklıklar var ama ışık rehberlik etmeye hazır. O da umuttur ve umut hepimizin ekmeğidir.
- Kitabın üst başlığı 'Barışa katlanmak'. Bundan kastınız nedir? Çünkü yıllarca yaşanan acılar barışı kana kana içmeyi gerektirirken katlanmayı mı gerektiriyor?
- Savaş kolay, zor olan barıştır. Savaş bir süre sonra kanıksanır ve rutine girer. Savaş sürecinde ateş sadece düştüğü yeri yakar. İnsanlar, kutsal bir görevle vatanlarını savunduklarını düşündükleri için de savaş o kadar canlarını sıkmıyor, hele yaşanan bizimki gibi düşük yoğunluklu bir savaşsa... Ama barış acı ilaca benzer. Bir kez içersin ve sonrasında huzur gelir, iyileşirsin. Bazen o ilacın sana iyi geleceğini bile bile onu anlık bir nahoşluk uğruna içmekten imtina edersin. Savaş için iki irade, barış için yüzlerce irade gerekir. Hepsinin ikna olması gerekir. O yüzden savaşa kıyasla barış katlanması daha zor bir şeydir.
ORTADOĞU'DA TÜRK-KÜRT İTTİFAKINA İHTİYAÇ VAR
- IŞİD'in Musul'u ele geçirmesiyle Ortadoğu'daki taşlar yeniden yerinden oynadı. Bu gelişmeler Barış Süreci'ni nasıl etkiler?
- Şimdi bizim asıl sorunumuz IŞİD oldu. Çünkü bu terör örgütü sana da, bana da, Türk'e de Kürt'e de düşman... Ortadoğu'da laik bir yaşam tarzının teminatı olabilecek iki halk var, biri Türkler öteki Kürtler. Bu iki halkın kaderinin ortak olduğu yine bu tuhaf durumda da ortaya çıktı. IŞİD'in ilerlemesi Moğol ordularının istilasına benziyor. Moğollar Kürtlerin hayatını tarumar etti, Türklere de zarar verdi. Şimdi bu hadise karşısında Ortadoğu'da her zamankinden çok Türk-Kürt ittifakına ihtiyaç var. Bu ortaklık başka halkları da teröristlerden koruyabilir.
BARIŞIN DİLİ BİR SÜRÜ YARAYA MERHEM OLABİLİR
- Siz bir yazarsınız. Kelimeler bazen zehirleyici olabiliyor. Barış sürecinde kullanılan dilin önemli olduğuna hep vurgu yapılıyor. Ama süreç içerisinde bu dil sertleşebiliyor da... Barışın dili nasıl kurulmalı?
- Dil yarası kılıç yarasına benzer, kolay kolay iyileşmez. Zehirli bir dil bazen bir silahtan daha acıtıcı olabilir. Bir kurşun bir canı alır, ama zehirli bir dil o cana, can çekiştirir. Barış dilini kurmak o yüzden güçtür ama iyi kurulduğu zaman da bir sürü yaraya merhem olabilir.
DEVLET YURTTAŞA İLK DEFA FİKRİNİ SORDU
- Âkil Adamlar projesi çok tartışıldı. Bu tartışmalar sizi nasıl etkiledi ve son tahlilde projesinin barış sürecine nasıl bir katkısı oldu?
- Projenin barış sürecine müthiş bir katkısı oldu. Bir kere devlet ilk defa yurttaşının fikrini sordu. Yurttaş da ilk defa kendini işe yarar bir insan gibi hissetmeye başladı. Gururlandı. Kendini biraz daha devlete yakın hissetmeye başladı. Müthiş bir halkla ilişkiler çalışmasıydı. Âkiller kendi fikirlerini halka anlatmaktan çok onların fikirlerini dinledi.