İki sene arayla iki dev turnuvada finalin kapısından döndüklerinde, tarihlerinin belki de en 'altın jenerasyonunu' yakalamışlardı. Önce Euro 1992'de kendi evlerinde yarı finalde Almanya'ya kaybettiler. İki sene sonra da ABD'de dünya kupaları tarihinin en şaşalı peri masallarından birini yazıp üçüncülüğe uzandıklarında, daha sonra kupayı alacak olan Brezilya'ya 1-0 yenilip final şansından oldular. Brolin, Dahlin, Thern, Kenneth Anderson... İsveç, Avrupa'nın en elit liglerinde top koşturan yaratıcı, yetenekli yıldızlarının önderliğinde 90'larda dünya futbolunun en sıkı takımlarından biri haline gelirken, albeniden uzak, fark ettirmeden büyük yük çeken bir adam daha vardı sahada... İngiliz Premier Lig'den İtalya Serie A'ya ve Hollanda'ya kadar önemli liglerde oynadı Klas Ingesson... 1.90 boyu ve güçlü fiziğiyle açıkları kapatmak, maç boyu ileri-geri sahayı arşınlamak onun göreviydi. Brolin ve silah arkadaşlarının alkışın çoğunu topladığı yolculuklarında, sahada 'pis işleri' yapmak çoğunlukla ona kalırdı. 57 kere milli formayı giyip 13 gol attı. Ama asıl katkısı oyunun görünmeyen anlarında gizliydi. İri yarıydı ama topla ilişkisi çok 'kaba' bir adam da olmadı asla. Hatta bir ara Capello Roma'nın orta sahasına istemişti onu ama olmadı... Ingesson için asıl savaş, futbolu bıraktıktan yaklaşık sekiz yıl sonra başladı... Bundan beş yıl önce geçmek bilmeyen sırt ağrıları için doktora gittiğinde aldı kötü haberi. Kemik iliği kanserine yakalanmıştı. "Her şey bir anda karardı, zaman sıfırlandı" diye anlatıyor o anı. Zira ailesinin bir kanser geçmişi vardı. Ve onun için çocukluğundan itibaren kanser ölümün eş anlamıydı. Ama bir savaşçıydı Ingesson... Sahada tükenmeyen enerjisiyle asla mücadeleden vazgeçmezdi. "Bununla da başa çıkarım" dedi kendi kendine... Vatandaşı bir gazetecinin tabiriyle "sıkılmış bir yumruk" gibiydi Ingesson. Savaşçı olmanın gereğini yaptı. Tedavisi yok denilen hastalığa rağmen yılmadı. Zor günler geçirdi. Ama gene de hayattan da futboldan da vazgeçmedi. Ve geçen yıl eylül ayında, ülkesinde Elfsborg'u çalıştırmaya başladı. Göteburg'la oynadıkları derbinin devre arasında bir kabloya takılan tekerlekli sandalyesinin üzerinden düşüp uyluk kemiğini kırdı İsveçli... Ama acısına rağmen onu hastaneye götürmeye çalışanlara "Hayır maçın sonuna kadar kalmak istiyorum, sonra giderim" diye direndi. Zor ikna ettiler ambulansa binmeye...
MERHAMET DEĞİL SAYGI İSTİYOR
Futbol aşkı hayatla arasındaki en güçlü bağlardan biriydi belki ama hastalık onun yaşamındaki öncelikleri tekrar gözden geçirmeye yöneltti. Artık en büyük öncelik ailesi. Zira kamplar, deplasmanlar derken onlara yeterinde zaman ayıramadığını biliyor. Ve artık her anın kıymetini bilen biri olarak ailesi her şeyden önce geliyor. Yıllarca ona para, şöhret ve saygı kazandıran kasları artık neredeyse tükenmiş durumda. Kemikleri çok zayıf, her an kırılma riski taşıyor. Şu sıralar en büyük şikayeti ise dizindeki ağrılar. Fakat ne olursa olsun çevresindekilerden, en önce de talebelerinden merhamet ya da acıma değil, saygı bekliyor. Oyuncularına hitaben bir mektup kaleme aldı bir süre önce. "Ruhum ve bedenim el verdikçe görevimin başındayım" dedi ve ekledi: "Evet bedenim hastalık ve ağır tedaviler nedeniyle 45 yaşındaki bir insanın vücudu için fazlasıyla zayıf. Ama her teknik adam gibi sadece performansımla değerlendirilmek istiyorum. Bir hastalık ya da bedensel bir engelle değil, kim olduğunuz ve yaptığınız işle yargılanmak herkes kadar benim de hakkım." Ondaki bu inatçı ve savaşçı ruh takımına da yansımış durumda. En son mayıs ayında İsveç Kupası'nı kazandılar. Hocaları, kırılan kemiğinden geçirdiği ameliyat nedeniyle orada, yanlarında olamadı belki. Ama hepsi, onun için ve ondan aldıkları ilhamla bunu başardıklarının farkındaydı. Ingesson'un hastalığında ortalama yaşam süresi beş yıl olarak hesaplanıyor. Ancak gelişen tıp ve yeni tedaviler sayesinde bu süre giderek uzuyor. Ingesson da beş yılı geride bıraktı. Üstelik tüm çektiği sıkıntılara ve kendisini sınırlayan fiziki engellere rağmen, büyük aşkı futbolun tam ortasında girdi beşinci yıla. Pes etmeye de niyet yok. Yeşil sahaların yılmaz savaşçısı kararlı, "Her şey bitene kadar devam edeceğim" diyor.
Rocky filmlerindeki meşhur replik gibi hayat. Kimse hayatın kendisinden daha sert vuramıyor. Asıl mühim olansa sizin ne kadar sert vurabildiğiniz değil, ne kadar çabuk tekrar ayağa kalkabildiğiniz. Ingesson da aldığı en sert darbeden sonra bile yeniden kalktı ayağa. Şimdi kariyerinin en zor maçında... Ve insan ona bakınca bir kez daha anlıyor: Hayat fazlasıyla değer uğrunda savaşmaya...