İskender Paydaş artık çoğunlukla kayıtlarını Bodrum'daki stüdyosunda yapıyor. Rahatlık vazgeçilmezi. Stüdyoda tek başına kayıt yapacaksa yalnız olmayı tercih ediyor. Kış boyunca genelde aynı sweatshirt'ü giyiyor. Yazları işi daha da abartıp mayoyla dolaştığını anlatıyor. Zaman zaman ayakkabıları da çıkarıp çoraplarla etrafta dolaşıyor. Özelikle davul çalarken çok efor sarf ettiği için birkaç tişört değiştiriyor ve yanında havlu bulunduruyor. Asistanı onun kurtarıcısı. Önüne yemek, su, kahve koyuyor. "Yoksa bütün gün yemek yemeyi unutabilirim" diyor. Kayıtları geceden sabaha yapmayı tercih ettiğini de söylüyor. "Gündüz çalan telefonlardan çalışmak çok zor. Gece herkes uyurken kayıt yapmak daha kolay oluyor" diyor.
Dilek Hanif
Uyum ve huzur çok önemli
İş,moda tasarımcısı Dilek Hanif için bir yaşam tarzı. Gününün büyük bir kısmını da atölyesinde geçiriyor. Bu nedenle hem kendi, hem çalışma arkadaşları, hem de konukları için sıcak bir ortam yaratmaya çalışmış. "Dekorasyon çalışmalarına kendi evimdeki kadar özen gösterdim. Sonuçta da sıcak, huzurlu ve stil sahibi bir çalışma ortamı yaratmış olduk" diye tasvir ediyor çalışma ortamını. Markası, Nişantaşı'nın tarihi apartmanlarından birinin iki katına yerleşmiş. Her iki katta da birer büyük salon ve yedişer oda bulunuyor. Arka odalarda modelhane, tasarım atölyesi, mutfak ve idari bölümler yer alıyor. Üst katta ise Dilek Hanif Couture var. Müşterilerin ağırlandığı, modellere ve elbiselere karar verildiği büyük salon, Hanif'in çalışma odası ve prova odası da bu katta. Hanif atölyeye her gün saat 10.00 gibi gelip 19.00'da çıkıyor. Hanif atölyedeki bir gününü şu sözleriyle anlatıyor: "Gelir gelmez odama geçer, çantamı bırakırım. Bir Türk kahvesi içerken asistanımla günü planlarız. Ardından arkadaşların odalarını dolaşırım. Toplantılarımı yapar, tasarım atölyelerimizi kontrol ederim. Ve günün koşturmacası başlar. Yaz koleksiyonları çıktığında bir sonraki kış için çalışmaya başlamış oluyoruz. Ayrıca yaz dönemi davetlerinde couture atölyesinde yoğun provalarımız oluyor. Bu tempoda bazen yemek yemeye bile fırsat bulamıyorum. Çok geç saatlere kadar çalışıyoruz. Hatta bazen atölyede sabahladığımız oluyor."
Lara Sayılgan
Ortaköy'de mini bir köşkte geçen zaman
Lara Sayılgan moda fotoğrafçısı. Fotoğrafçı için stüdyosu önemlidir ama o genellikle çekimlerini dışarıda yaptığını anlatıyor. Dört yıl önce birçok meslektaşı gibi Sanayi Mahallesi'ndeymiş stüdyosu. Şimdi Ortaköy'de sevimli bir köşke taşınmış. Kahvesi ve müziği Sayılgan'ın olmazsa olmazı. Genel toplantı yoksa çekimlerde yazın şort, kışın jean giydiğini anlatıyor. İşin durumuna göre bazen tüm hafta sonu hiç çıkmadan çalıştığı da oluyor. "İşin durumuna göre gece yarıları bile çalıştığım olur. 72 saat burada kaldığımızı bilirim" diye anlatıyor. Ortaköy'ü çok avantajlı buluyor. "Hem çok merkezi hem de istediğimiz zaman biraz yürüyüp, kafa dağıtıp stüdyoya tekrar gelebiliyoruz. Eski mahalle ve esnaf alışkanlığı burada hâlâ devam ettiği için burayı ve mahalleyi çok seviyorum. İşe güzel bir enerjiyle başlıyorum" diyor.
Levent Karaduman
Burası benim meskenim, her şeyim
Levent Karaduman çağdaş hat sanatının dünyadaki en önemli öncülerinden. Eserleri yurtdışındaki müzayedelerde astronomik rakamlara satılıyor. Ortadoğu ülkelerinden koleksiyonerler sık sık Karaduman'a sipariş veriyor. Peki ama Karaduman'ın Çengelköy'deki atölyesi nasıl bir yer? Her sabah 08.00'de açılan, müzehhibelerin çalıştığı, eski eser restorasyonu yapılan, herkesin sessizce kendi işiyle iştigal ettiği, ara sıra birbirine laf atıp esprilerle gün geçirilen çok zevkli bir çalışma mekanı. Her öğlen "Of yine yemek mi yiyeceğiz, keşke yemesek" diye işin konsantrasyonuna mani her unsurdan kaçınan işkolik 'sanat hastaları' var burada. Her yerde hat örnekleri, Arapça kitaplar var. Karaduman kısa bir mola verip bir gününü anlatmaya başlıyor: "Benim ve çalışma arkadaşlarım her gün 08.00- 18.00 saatleri arasında buradayız ve eser üretiyoruz. Gelecek nesillere, medeniyete en güzel eserleri bırakmak için çalışıyoruz. Atölyem benim 1. derece meskenim, her şeyim... Benim için hayat burada başlar. Tasarımlarımla, eserlerimle baş başa kaldığım, onlarla sohbet edebildiğim mahrem mekanım. Öyle ki her sabah uyandığımda 'Niye hâlâ evdeyim, atölyem beni bekler?' diye kendi kendime hayıflanırım. Burası an be an bir lokma yeme ihtiyacı duymadan sanatla nefes aldığım, çiçeklerine su verdiğim, kaktüslerini sevdiğim, dertleşebildiğim, bazen ağlayabildiğim, omuzuna yaslanabildiğim bir zat adeta. Kendisiyle evlendiğim bir ruh..." Günlük 3-4 saat uyku dışında tüm zamanını atölyesinde geçiriyor Karaduman. Kendince bir düzen kurmuş. Rahatlık onun için önemli. Çalışırken klasik müzik dinlemekten hoşlanıyor. Akşam vakti de Pablo Casals, Latin ezgileri ya da Paco de Lucia'yı dinliyor. Bitkileri ve kaktüsleri olmazsa olmazlarından. Yoğun çalıştığından güne iki adet yumurtayla başlıyor. Sanat kitapları, tasavvuf müziği, dost sohbetleri gün arasında hayatına karışanlar.
Buket Uzuner
Alımlı, kendinden emin, 150 yaşında bir yazı masası
Müzik Uzuner'in olmazsa olmazıymış. Bakın dinlediği müzikleri nasıl anlatıyor: "Sabahları klasik müzik iyi gelir bana. Bach mesela. Öğleleri klasik Türk müziği, nihavent mesela; ruhuma şifadır... Bayılırım Zeki Müren şarkılarına, annemden mirastır. Arada radyo dinlerim. Kısa haber bültenleri, Twitter'dan haberler: gerçek dünyada neler olduğunu bilmek, ayaklarımı yere basmama yardım eder. Ve tabii, kitabımdan kopmama ve kaosa sürüklenmeme de. Akşamları blues dinlemek, alaycı hüznüyle yazarken iyi gelir, ne de olsa Amerika'nın bozlaklarıdır o da... Kendi türkü ve şarkıları kadar, dünya müziğinden de zevk alabilen çok az millet var dünyada." Masa en önemli icatlardan biri onun için: "Yazı, çoğunlukla bir masada yazılır. Masa en önemli insan icatlarından biridir. Bu yüzden yazarın masası, masa deyip geçilecek bir eşya değildir. O masa yazarın birçok sırrına sahip bir nesnedir. 'Yazmak', Oğuz Türkçesi'nde sivri bir uçla kazımak, çentmek, düğüm çözmek anlamından türeyen çok eski Türkçe bir sözcük. Kalemin icat olmadığı zamanlardan kalma, anamızın ak sütü gibi helal bir özdil eylemi. Yazmayı iş edinen, ekmek parasını fiilen yazarak kazananlar için kağıt, defter, dolma kalem, bilgisayar, şimdi bu yazıyı yazmakta kullandığım tablet kadar önemli bir araç da masadır. Yılın yarısını, 30 yıldır yollarda geçiren benim gibi insanlar için bir pastane, kafe, yemek masası, hatta çocuğunuz küçükken bebek mama masası bile olabilir."
Seçkin Pirim
Atölyede uyanmanın tadı başkadır
Seçkin Pirim son yılların en önemli çağdaş sanatçılarından biri. Yaptığı heykeller Londra'da Saatchi Gallery'de sergilenen Pirim'in atölyesinde dinginlik, sakinlik ve huzur var. "Atölye herhalde bir sanatçının kendini en rahat, en özgür hissettiği tek yerdir sanırım. Ya da benim için öyle. Atölyeye gitmek kabuğuna çekilmek gibi bir şey. Huzur kelimesinin karşılığı olan mekan benim için atölyedir" sözleriyle tarif ediyor çalışma alanını. İşi olsun, olmasın her gün atölyesine mutlaka gittiğini de sözlerine ekliyor. Bazen sadece müzik dinlemek için bazen de ayaklarını uzatıp bir şeyler yazmak için uğruyor Maslak'taki atölyesine. Oldukça düzenli bir atölyesi var. Sanki heykeltraş atölyesi değil de steril ortamda bir güzellik kliniğine gelmiş hissi uyandırıyor. "Disiplin atölye hayatımda ilk sıradadır. Her şeyin olabildiğince düzenli olmasına özen gösteririm" diyor. Ama bazı çalışmalarının atölyeyi bir keşmekeşe döndürdüğünü de anlatıyor. Yürüyecek yer kalmasa da bu halinden de bazen hoşnut olduğunu söylüyor. Pirim de tam bir atölye tutkunu. Gittiği ülkelerde hayran olduğu sanatçıların atölyelerini mutlaka ziyaret ediyor. "İşlerin çıkış noktasını görmek ya da sanatçının atölyesinde duvara karaladığı anlık çizimleri görmek beni çok heyecanlandırır. Sanatçının psikolojisini anlamak ona yakından şahit olmak atölyesindeki köşelerde gizlidir. Yarım bıraktığı işleri görmek bitirdiği işlerden daha heyecan vericidir. Bunlara da sadece atölyesinde şahit olursunuz. Paris'te Brancusi'nin atölyesini gezerseniz, ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız" diyor. Rutinleri var atölyesinde. Üst katı yaşam alanı ve çoğu kez burada kalmayı tercih ediyor. "Atölyede uyanmanın tadı başkadır" diyor. Ve ekliyor "Zorunluluklar olmasa üç ay atölyeden çıkmayabilirim."
Karun Kıraç
Herkes pür dikkat taşla ilgileniyor
Karun Kıraç ender rastladığımız şanslı insanlardan biri. Çünkü yeteneğiyle birlikte çok sevdiği işi yaparak para kazananlardan. Tüm hayatı atölyesi ve mağazası arasında mekik dokumakla geçiyor. Küçük yaşlarda Kapalıçarşı sokaklarında çıraklıkla başlıyor hayatı. Kuyumculuk sektörünün her alanında çalışmış olmasına bağlıyor bugün geldiği noktayı. Tüm tasarımlarını atölyesinde üretiyor. Mağazaya yakın olsun diye Nişantaşı'nda kurduğu atölyesinde diğer mücevher tasarımcılarıyla birlikte çalışıyor. Her tarafta değerli taşlar, bir bir marifetli ellerde işleniyor. Ara ara tasarımcılar birbirlerine fikirlerini soruyor. Sakinlik ve oldukça titizlik var bu atölyede. Pür dikkat herkes elindeki taşı işliyor, kesiyor. Bazen 24 saati burada geçirdiği bile oluyor. "İşler her zaman istediğiniz gibi gitmez, bazen bozup, kırıp, yeniden yapmanız gerekir. Mühim olan o mücevheri ürettiğinizde içinize sinmesi ve ardından koltuğa mutlulukla yaslanabilmektir. Hayalimde ne varsa hayata geçirebileceğim, tüm tasarımlarımı üreteceğim ekipmana atölyemde sahibim" diyor.
Ahmet Güneştekin
Dostlar bu mekanın olmazsa olmazı
Ressam Ahmet Güneştekin zamanının çoğunu Şişhane'deki atölyesinde geçiriyor. İKSV'nin karşısındaki sekiz katlı binada mahzen, mutfak ve muhteşem yarımada manzaralı bir teras var. Her katta sizi şaşırtan devasa eserler karşınıza çıkıyor. Dünyanın farklı yerlerinden toplanmış sanat kitapları, ansiklopediler de cabası. Güneştekin'e atölyede geçen zamanını soruyorum, anlatmaya başlıyor: "Ben güne geceden başlarım. Ya da şöyle söyleyeyim: Ben güne uyumakla başlarım! Bir gün içinde yaklaşık 15 saat sıkı bir disiplinle çalışıyor ve sadece 4 - 5 saat uyuyorum. Çünkü uyumayı büyük bir eksiklik olarak görüyorum. Güneşi karşılar, saat 04.00-05.00 gibi uyur, 9-10 arası uyanırım. Gündeme televizyondan kısaca bir göz atar ve sonra da en sevdiğim gündelik etkinliklerimden biri olan kahvaltı için planlama yaparım. Öyle kahvaltı deyip geçemiyorum. Türkiye ve dünya mutfağının özgün tatlarından oluşan bir arşivim var."
DOSTLARSIZ OLMAZ
Dostları atölyesinin olmazsa olmazı... Onları sık sık ağırlıyor ve kendi pişirdiği yöresel yemekleri tatmaları için davet ediyor: "Dostlarımı uğurladıktan sonra fiziki yaşamdan kopup uzun saatler içinde bulunacağım soyut yaşama doğru adımlarımı atmaya başlarım. Atölyemde çok temiz çalışırım, üstüm başım, ellerim kirlenmez. Bazen bir gün bir yerimde küçük bir iz bulurum. Boya lekesidir ama ben bunu kirlilik olarak tanımlamıyorum. Beni mutlu eder. Her ne kadar yorulmayı da uykuyla benzer bir yaklaşımda değerlendirsem de acıktırması hoşuma gidiyor ve yorgunluk artık bir dinlenme gerektirdiği an başlıyor. Öğle yemeğinden sonra mutlaka yarım saatimi masaj koltuğunda uyuyarak geçiririm, çünkü her gün 15-16 saat aralıksız ve ayakta çalışıyorum."
KİTAPLARLA GEÇEN UYKUSUZ GECELER
Güneştekin, genelde akşam yemeklerinde kalabalık bir toplulukla birlikte atölyesinde oluyor. Saat 23.00 civarı dostlarını gönderdikten sonra da onun için esas gün başlıyor. Bu kez diğer dostları olarak nitelendirdiği kitaplarını eline alıyor. Zaten sekiz katlı binanın birçok yerinde kütüphane var. "Herkesin genel olarak "kitap" dediği kadim dostumla her gün mutlaka buluşuruz" diyor. Ve hep, "Şu günün saatleri neden 30 ya da 32 değil?" diye sitem ediyor."