Tarih boyunca medeniyetin ve aynı zamanda savaşların beşiği olan Ortadoğu, günümüzde de devlet kurma iddiasıyla yola çıkan, ancak terör örgütü gibi davranarak korku salan karanlık bir yapı üretti: IŞİD.
Özellikleri tam olarak anlaşılamayan bir örgüt olan IŞİD, kısa sürede Irak ve Suriye'nin Sünni bölgelerinde belirgin biçimde hâkimiyet kurdu. IŞİD; devlet, lejyoner ordu ve terör örgütü arasında bir sarkaç gibi gidip gelen tehlikeli bir yapı olarak bölgede demokratik güvenliği riske ediyor ve öngörülemez, saldırgan tutumundan ötürü bölge ve dünya için bir tehdit olarak nitelendiriliyor. Bölge ve dünya, şimdi bu beladan kurtulmanın yollarını arıyor.
En önemli soru şu: IŞİD'den kurtulmak için sadece askeri müdahale yeterli olacak mı? Türkiye'nin, istihbarat tarihine geçme potansiyeline sahip başarılı rehine operasyonu, IŞİD meselesinin çözümünde izlenecek yöntemlere dair ipuçları içeriyor. Bu yüzden Üç Boyutlu Portre'de bu hafta 49 rehinemizin kurtarıldığı operasyonun perde arkasını anlatacağız ve IŞİD'le olası mücadele yöntemlerine dair bilgi ve analizler paylaşacağız.
Her şeyden önce Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) Musul operasyonunun, Türkiye'yi bir 'muhaberat devleti'ne dönüştüreceği iddia edilen yeni istihbarat yasası sayesinde başarıyla kotarıldığını not düşelim. 17 Nisan 2014'te Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren bu yasa, MİT Dış Operasyonlar Başkanlığı'na bağlı Özel Operasyonlar Dairesi personelinin sahada yasal güvence ile cesur biçimde hareket etmesini sağladı. Büyük bir gizlilik içinde yürütülen operasyonda haberleşme için en gelişmiş kripto sistemleri kullanıldı.
Operasyonda görev alan birimleri koordine eden kişinin, MİT'te Dış Operasyonlar Başkanlığı'nın yöneticisi olan İsmail Hakkı Musa olduğunu SABAH Özel İstihbarat Müdürü Abdurrahman Şimşek, A Haber yayınında açıkladı. Musa, MİT Müsteşarı Hakan Fidan tarafından operasyon ekibini yönetmekle görevlendirildi. Musa'nın emrindeki operasyon ekibine, çekirdek bir kadro dışında MİT'in diğer ünitelerinden de katkı sağlandı. Operasyonda desk officer (karargâhtaki operasyon yöneticisi) olarak görev yapan tecrübeli personelin hazırladığı senaryo doğrultusunda case officer'ın (sahadaki operasyon yöneticisi) girişimleriyle Musul'daki kanaat önderleri, deyim yerindeyse akil insanlarla müzakere süreci başlatıldı. Bu kanaat önderlerinin bölgedeki aşiretler üzerinde büyük etkisi bulunuyor. Aşiretlerin de IŞİD üzerinde etkisi var.
IŞİD'LE ÇÖZÜM SÜRECİ OLUR MU?
Türkiye'nin, Suriye'deki IŞİD rehinelerini kurtarabilecek saha imkânlarına sahip olması da operasyon sürecinde büyük yarar sağladı. Suriye'de muhalif grupların elinden alınan IŞİD rehineleri örgüte teslim edildi. Yani takas süreci işletildi.
Türkiye, bu operasyon için tek bir mermi atmadı ve sıfır zararla 49 personelini kurtarmış oldu.
MİT'in, bu operasyonu yaparken Suriye, Suudi Arabistan ve İsrail gibi askeri, istihbari anlamda totaliter bir ülkenin istihbarat servisi olmadığını, bölgenin görece en demokratik ülkesinin istihbarat teşkilatı olduğunu da unutmamak gerekiyor. İstihbarat teşkilatları, devletin toplum üzerinde şiddetle hegemonya kurduğu ve medyanın tamamen susturulduğu rejimlerde hiçbir engelle karşılaşmadan operasyon yapabilirler. Ama zor ve önemli olan, demokratik bir ülkenin istihbarat servisi olarak yasal güvenceler içinde ve şiddete bulaşmadan operasyon kotarabilmektir. Sözgelimi MİT, Musul operasyonu için Meclis denetimine tabii tutulsa herhalde geçer not alır.
Türkiye'nin, biraz da rehine operasyonundaki başarının verdiği özgüvenle IŞİD meselesinin çözümünde sadece askeri seçeneğin değil, siyasi seçeneğin de masaya yatırılmasını önerdiğini belirtelim. Bu öneri, ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin servisleriyle de paylaşıldı. Yani Türkiye, askeri müdahalenin yanı sıra IŞİD'le siyasi mücadele sürecinin başlatılmasını da istiyor. Örgütün dayandığı toplumsal zemini ortadan kaldırmak için siyasi çözümler üretilmesi de bu sürecin bir parçası.
MİT, BATILI SERVİSLERE YARDIM EDER Mİ?
Türkiye'nin 49 rehinesini Musul'daki kanaat önderlerinin aracılığı ile IŞİD'in elinden alan MİT, bölgedeki aşiretlerle temas kurulması konusunda Batılı servislere yardımcı olabilecek potansiyele erişmiş görünüyor. IŞİD'i ortadan kaldırmak için onu doğuran koşulların da ortadan kaldırılması gerekiyor.
Şu anda IŞİD'in kalelerinden olan Musul, öteden beri Sünni Arap milliyetçiliğinin yeşermesine müsait bir iklime sahipti. Maliki yönetiminin Sünnilere yönelik ayrımcı politikaları bu toplumsal tepkiyi körüklemiş olabilir. Ne var ki bu noktada Sünni damarın, neden daha birleştirici bir tür Irak Müslüman Kardeşleri değil de, bölgesinde ve dünyada pek çok düşman edinen Selefi bir radikalizmi ürettiğini sorgulamak gerekiyor. Gizli servislerin etkileri, eski Irak'tan kalan devletsi yapılar ve aşiretler bu konuda belirleyici olan üç önemli faktör. IŞİD'in, Musul başta olmak üzere önemli kentleri ele geçirmesinde aşiret faktörünün belirgin etkisi var. Aşiretler, Saddam'ın generalleri üzerinden eski Irak devlet aklıyla bütünleşince Irak'ta süratli bir biçimde yeni bir de facto devlet yapılanması ortaya çıktı. Ve IŞİD, istihbarat servislerinin de etkisiyle bir anda devleti de olan bir küresel terör örgütüne dönüştü. Bununla birlikte şayet aşiretler IŞİD'den desteğini tam olarak çekerse örgütün tutunması zorlaşır. Bu bağlamda IŞİD'in geleceğinin devlet-aşiret diyalektiğine bağlı olduğunu söylemek olası. Sonuçta Ortadoğu, mezheplerin din, aşiretlerin devlet yerine geçebildiği bir coğrafya.
Türkiye'nin de bu Sünni aşiretler üzerinde tarihsel olarak bir ağırlığı var.
Türkiye, her şeye rağmen askeri müdahalenin yanı sıra IŞİD'le siyasi mücadele sürecinin başlatılmasını da istiyor. Fakat bu, ancak uluslararası konsensusla başlatılabilecek bir süreç. Dünya, 200 bin insanın öldüğü Suriye İç Savaşı'nı önleme konusunda bile konsensus sağlayamamışken bir örgütün ortadan kaldırılması konusunda gereken yöntemlere dair nasıl bir konsensus sağlanacak, bu da bir merak konusu.
Örgütün dayandığı toplumsal zemini ortadan kaldırmak için siyasi çözümler üretilmesi de bu sürecin bir parçası. Şimdi istihbarat mahfillerinde tartışılan soru şu: Acaba Musul operasyonundakine benzer bir müzakere süreci, IŞİD'in terör eylemlerine son vermesini ve dönüştürülmesini sağlar mı? Ankara, IŞİD sorununun çözümü için aşiretlerle, hatta IŞİD yöneticileriyle konuşulması gerektiği görüşünü ileri sürüyor. Eğer böyle bir şey söz konusu olursa Türkiye'de PKK ile yürütülen çözüm sürecine benzer bir süreç global ölçekte kullanılmış olacak. Böylelikle dünya belki de ilk kez terör örgütü olarak görülen bir yapı ile dolaylı veya doğrudan masaya oturmuş olacak.
Ancak homojen olmayan, gizli servis manipülasyonuna açık, Selefiliğin en radikal yorumuyla İslamofobi'yi besleyen bir örgütün siyasi anlamda ne kadar muhatap alınabileceği de bir soru işareti. Sonuçta PKK ve IŞİD birbirinden çok farklı yapılar. PKK bir terör örgütü olsa da yerel bir örgüt ve hep askeri mücadele yürüttü ve Türk ordusunun gücünden ötürü IŞİD gibi alan hâkimiyeti sağlayamadı. IŞİD, doğrudan masum sivillerin güvenliğini tehdit eden küresel bir örgüt ve bölgedeki askeri otorite boşluğundan ötürü alan hâkimiyeti sağlamış durumda. Ve doğrusu IŞİD'i siyasi yöntemlerle merkeze çekmek, vahşi bir hayvanı evcilleştirmek kadar zor bir iş.