Masmavi
gözleri Boğaz'ın mavisini gölgeliyor. Beyaz sakalı bulutların ihtişamını unutturuyor. Ellerindeki çatlaklar toprağın susuz kalmış halini anımsatıyor. Yüzündeki derin çizgilerde ise bir ömür saklı. O dalıp gitmiş kim bilir hayatının hangi dönemine. Kimi, neyi, nereyi düşünüyor, kim bilir? Derince bakışını yola akıtıyor yanından pervasızca geçenlere inat... Sahil yolundan lüks otomobiller vızır vızır geçedursun, iyi giyimli insanlar yanından sanki o görünmezmiş gibi gidedursun, o daha derince dalıyor yola doğru... Boğaz'ın iki yakasındaki milyonluk yalılar arasında yer alan evi Rumeli Hisarı otobüs durağında bir sigara yakıyor, bitmeden ikincisini de. Masmavi gözleriyle ise sanki yakıyor yolu, ömrü, kaderi... Belli dertli! Belki de yine beklediği gelmedi diye... Sokakta ona yarenlik eden arkadaşları duraktaki evine ziyarete geldiğinde onlara karşı misafirperverliğini göstermekte eksik kalmıyor. İkramda bulunuyor her birine... Kader arkadaşlarını ağırlamaya devam ederken foto muhabirimiz İlhami Yıldırım ile beklemedeyiz biz de! Boğaz'a nazır duraktaki evine konuk olmak, hayat hikayesini ondan dinlemek için... Bir süre sonra ağırladığı arkadaşları ayrılınca yavaşça yanına yaklaşıyoruz. Kısa bir tanışmanın ardından haber yapacağımızı söyleyince kabul etmiyor. "Tanıdıklar görmesin, bilmesin isterim" diyor. Sonra sonra ikna oluyor, yüreğini bize açıyor babacan bir tavırla.
DELİ DİVANE EDEN AŞK
Adı Ahmet. 56 yaşında. Bursa'nın Yenişehir İlçesi Söylemiş Köyü'nden. Ta ilkokul zamanında İstanbul sevdası düşmüş yüreğine. Başka bir sevdanın kalbine yer edeceğinden habersiz Samatya'daki bir berber dükkanında çıraklığa soyunmuş. Ailesi "Hevesini alıp döner!" diye düşünse de Ahmet Amca: "Geliş o geliş! Bir daha dönmedim geri" diyor. Samatya İstanbul'un çok kültürlülüğünün sembolü. Mahalledeki gayrimüslimler de 19 yaşındaki genç Ahmet'e "Çakııır!" diye hitap edermiş. Kader bu ya! Lakabı çakır olan Ahmet'in yüreği sevdalanınca derbeder olmuş. Delikanlı Ahmet dükkanın önünden geçen ilk göz ağrısının gelişini dört gözle beklermiş hep. Her gördüğünde gözlerini sevdalısından hiç ayırmazmış. Biricik aşkına gönlünü kaptırdıkça kaptırmış. Aşk ki ne aşk! Gönlüne ateş düşmüş bir kere. Dükkan önünde bakışmışlar günlerce. Sevdiği kadının Kürt olduğu bilgisini edinince Diyarbakırlı arkadaşından Kürtçe Ez ji te hezdikim (Seni seviyorum) cümlesini öğrenip yolda ardınca koşmuş, önüne atılmış genç kadının. Ve cesaretini toplayıp Kürtçe haykırmış aşkını! "Bana 'Nereden biliyorsun Kürtçe?' dedi. 'Senin için öğrendim!' dedim. Sevindi!" der demez Ahmet Amca'nın mavi gözlerinden gözyaşları akıyor, ellerini gösteriyor birden: "İşte karşısında böyle tir tir titriyordu ellerim" diyor. Anlatırken o anı yaşıyor belli. İmkansız aşkını anlatmaya devam ediyor: "Tam zıttık. Ben Batılıyım, o Doğulu. Zaten o da 'Dersimliyim, Aleviyim, Zazayım! Olmaz bu sevda. Biz evlenemeyiz!' diyordu. Ustam da Aleviydi. Ustamın yolunu tuttum hemen." Ustasının "Bir hal çaresini bulurum" deyişiyle umutlanıyor genç Ahmet. Umut ki ne umut! Ustası yetiştiriyor onu. Alevi kültürünü bir Alevi'den çok daha iyi bilir hale geliyor aşkı, sevdası için. Örf, adet nedir çabucak öğreniyor ki, kayınpederinin gözüne girsin. Girmiş de sonunda! Aileler de itiraz etmemişler evliliklerine. İki taraf da "Siz seviyorsanız, bize söz düşmez" demiş! Sonrası ev bark, çoluk çocuk sahibi olmaya kadar gitmiş.
15 YILDIR VİRANE , BİÇARE
"Samatya'da büyüdüm, gözüm gönlüm açıldı, âşık oldum ben" diyor Ahmet Amca. Sonra bir iç çekiyor. Mavi gözlerinden yağmur gibi gözyaşı akarken "O günlere bir geri dönsem! İki sene yaşasam! O aşkı yad etsem, buraya gelip öleyim! Ne gam!" diyor. Yağmurun bahar mevsiminde İstanbul'a yağması gibi hüzünlü Ahmet Amca'nın gözleri, yaşlar yağıyor gözlerinden yağmur olup. Onu derbeder eden, biçare bırakan 15 yıl önceki hüzünlü aşk hikayesinin sonunu anlatmaya koyuluyor gözyaşlarını silip. Onca büyük sevdaya rağmen aile içindeki anlaşmazlıkların ardı arkası kesilmeyince ayrılık gelip kapıyı çalmış. Kadere 'Dur!' denmez ya! Ahmet Amca da 'Dur!' diyememiş zaten. Nedenini paylaşıyor bizimle! Şiddetli geçimsizlik, kıskançlık ve içki! "Yazmayın ayrıntıları" diyor sonra. Yazmıyoruz! Sonra Ahmet Amca bir kaza sonucu yaralıyor baba dediği arkadaşını, şikayetçi olmuyor arkadaşı. Ama cezaevine düştüğünde yine başlıyor Gülistan ile sevdaları. Ziyaretini eksik etmiyor Gülistan... Sonra olan oluyor: "Arkamdan vurulmuşa döndüm" deyip anlatıyor. 'İki yıldır gelmiyor eve!' deyip boşanıvermiş eşi bir celsede! "Hiç beklemiyordum, yıkıldım!" diyor Ahmet Amca. İşsiz, güçsüz, barksız kalıyor sonra. Cezaevinden çıkıp eve döndüğünde istemiyor onu ev sahibi. Sonra eş dosta, ustasına tek kişilik oda soruyor. Bulamayınca Ahmet Amca: "Dükkandan balık malzemesi çantamı aldım, düştüm yollara... Arnavutköy sahile geliş ki o geliş..." diyor. Arnavutköy'de balık tutarak karnını doyuruyor bir süre, bazen tuttuğu balıkları satarak geçimini sağlıyor. Ardından çöplerden yemekler, giysiler arıyor. "Tiksiniyordum çöpten. Ellerim yara bere içerisindeydi. Sivaslı bir kağıt toplayıcısı çöpteki yemeği gösterip 'Ye! Bağışıklık yapar!' dedi. Çekti, gitti... Ben de yedim. Yiyiş o yiyiş!" diyor. Kar, tipi, yağmur, çamur zor günler yaşıyor hep. Sonra dile kolay sokaklarda, parklarda, duraklarda geçen 15 yıl. Ve artık Rumeli Hisarı meskeni onun. Son altı yılını geçirdiği durak evi barkı, her şeyi... "Aşka küstüm. Boğaz'da aşk sürgünüyüm ben" diyor Ahmet Amca. Gözleri, yüreği ise sadece iki kızını anıyor: "Ağzımdan kötü söz çıkmaz onlara. Babanın bedduası tutar, asla etmem!" deyip torunundan söz açıyor: "Yıllar önce gördüm. Şimdi görsem tanırım. O dedesinin yüzünü bilmez. Üzülüyorum!" Belli, gözleri yolda! Bekliyor kızının torunla geleceği günü. "Yazın! Belki okurlar. Gelirse gelirler, gelmezlerse canları sağ olsun!" deyip derince dalıyor.
DELİ MİYİM, NE BİLSİNLER!
Ahmet Amca'ya Rumeli Hisarı durağı, sahili dost olmuş, otobüs bekleyen yolcuları da... Otobüs bekleyenler evlerine işlerine giderken o da bir otobüs bekliyor yıllardır. Ahmet Amca "Gelmiyor bir türlü o otobüs, mahşer otobüsünü bekliyorum göçmek için yıllardır" deyip ağlatıyor göğü. İlk zamanlar mahallelinin ona alışamadığından dem vuruyor: "Kim olduğumu bilmiyorlardı Deli miyim, serseri miyim, ne bilsinler! Şimdi hepsi alıştı, Selam vermeden geçmezler!" deyip bir anısını paylaşıyor: "Muhtar durağın oturağını kaldırtmıştı. Mahalleli yerine takılsın diye diretmiş. Taktılar oturağı" diyerek gülümsüyor ve ekliyor: "Maden toplayıp üç beş kuruş kazanırım ara sıra. Bazen 'Bir yuvam olsaydı, çocuklarımın başında olsaydım' diyorum ama ne iş tutabilirim ne de ev. Bunlara para gerek. Bak! Bütün servetim beş kuruş. 'Battı balık yan gider' derler. Benim için hayat bitti. Kader!" Sonra Boğaz'a nazır durağa yönelip oturuyor yerine! Yine her gün yaptığı gibi bekliyor akşam olmasını. Tek isteği bir gün Bursa'daki köyüne gidip anne ve babasının mezarını ziyaret etmek. Kapalı yerde yaşayamasa da köyde açık alanda bir hayat kurabilmek...
DURAK EVİM, ARKASI BAHÇEM, BOĞAZ HAVUZUM!
Ahmet Amca yaslanıp banka, eliyle durağı işaret ederek "Durak evim, arkası bahçem, Boğaz da havuzum "diyor kahkahayı basıyor: "Yaz gelince aynen sosyete gibi bir şort, bir terlik üstede hiçbir şey giyinmeyip öyle dolaşacağım! Ne yapalım! Evimde oturacağım, biraz sonra bahçeye çıkacağım, havuza gireceğim. Radyomu da açıp Arabesk dinleyeceğim" dedikten sonra durağa dönüp: "Yeni misafirler gelmiş eve!" diyor gülerek. Her geçen selam veriyor. Onu tanımayan yok zaten. Polisler, zabıtalar da 'Bölgene başkaları gelmesin!' deyip izin vermişler ona. Zaten evsizlerin raconu kendi mıntıkalarına başkalarını yaklaştırmamakmış. Suzi ise başka bir yareni. Geceleri yabancı biri yaklaştığında havlayarak uyandırıyor dostunu. Sonra Boğaz'a karşı ağlıyor: "Hayvanmış ne hayvanı! Asıl iki ayaklılar hayvan" diyor.
YALI VERSELER YİNE DE BIRAKMAM
"İstanbul'da sahillerden başka bir yer bilmem, mekanım sahillerdir, İstanbul sahilleri benimdir. Sokaktaki evsizler de birbirini tanır, kimse kimsenin mıntıkasına dalaşmaz!" diyen Ahmet Amca güneşe gelemiyor artık. Vücut soğuğa alışınca küçücük durakta gölge olan bölüme geçip durduğunu söylüyor. Durağın karşısındaki kırmızı binayı gösterip: "Bu bina 49 yıllığına kiralanmış. Ben de 'Durağı 49 yıllığına kiraladım!' 50. seneyi doldurunca yandılar. Durağın önüne bir perde çekeceğim, benim olacak!" diyerek hayat şartlarına inat espriyi patlatıyor. 'Burada yaşamaktan bıkmadın mı?' diye sorunca: "Yalı verseler yine de bırakmam. 15 yıldan sonra kapalı alan bunaltıcı geliyor, kalamam artık" deyip yersiz yurtsuzluğunu giderdiği evini anlatıyor bize: "Arabada eşyalar var. Süpürgeyle süpürür, temizlik yaparım. Yıkanmak için yazı bekler, denizde yıkanırım. Malzeme bulabilirsem küçük tüpümde yemek yaparım. Ama illa menemen. Uyanınca battaniyemi toplarım ki yolculara yer açılsın. Şu an bir yarım ekmeğim, birkaç tane zeytinim var. Akşama kadar o! Sabah kalkacağım da belli değil ki! Kar tipi hep dışarıdayım!"