Fransa'da, başkent Paris'e 53 kilometre uzakta, genelde azınlıkların yaşadığı Mantes-la-Jolie kentinde, La Val Fourré bölgesinde doğdu Moussa Sow. Senegal asıllıydı. Ama anne-babasını doğduğu ülkeye ilk kez 12 yaşında gitti.
Çocukken bir karar vermek zorundaydı. Ya kendine "makul ve güvenli" bir yol seçecek ya da uyuşturucu ve suç dünyasının çarklarında un ufak olup gidecekti. Kendi seçtiği sözcüklerle, hayatta iki şeye sığındı Sow: Futbol ve İslam. "İnancım ve futbol aşkım beni yanlış yola sapmaktan korudu" diyordu.
Küçük yaştan itibaren tek hayali profesyonel bir futbolcu olmaktı. Çevresinde olan bitene gözlerini kapadı, kulaklarını tıkadı ve sadece hedefine odaklandı. Başardı da... 18 yaşında Rennes formasını sırtına geçirdi. Altı sene sonra transfer olduğu Lille'de ise asıl büyük çıkışını yaptı. Fransa gol kralı oldu. 54 maça 31 gol sığdırdı. Ve 2012'nin ocak ayında, "Fenerbahçe alacak" fısıltısı yayıldığında pek kimselerin inanmadığı o imzayı attı.
BİR TRANSFERDEN FAZLASI
Sow'un geldiği günlerde, Fenerbahçe 3 Temmuz'un şokuyla ve hasarıyla baş etmeye çalışıyordu. Sadece Avrupa'da popüler, potansiyelli bir forvet transferi değildi bu sarı-lacivert camia için... Bir teselli, bir moral kaynağı ama daha da önemlisi bir tür sınavdı. Meydan okumaydı… Sow'un gelişi, her şeye rağmen hâlâ bir çekim merkezi olabildiklerini görmelerini sağladı. Fenerbahçe ağır darbe almıştı belki ama "rekabet gücünü ve reflekslerini" koruyordu.
Sow'un Fenerbahçe formasıyla geçirdiği yaklaşık 3.5 yıl, camianın tarihindeki en çalkantılı dönemin de bir aynısıydı sanki.
O geldiğinde başkan cezaevindeydi. Ortalık toz dumandı. Davanın seyrinin 180 derece dönüşüne tanıklık etti Senegalli. Avrupa'da Ligi'nde finalin eşiğinden dönen, 3 Temmuz sezonunda yarım puanla şampiyonluğu kaçıran takımda da vardı, Arsenal'e karşı hiç bir varlık gösteremeyen takımda da... Alex krizine şahitlik etti. Takım otobüsüne ateş edildiğinde, o da araçtaydı. En sıradan oyuncularla da oynadı, van Persie, Nani gibi yıldızların imza attığını da gördü...
O da tıpkı takımı gibi, hem sahada hem de iç dünyasında inişler çıkışlar yaşadı. Duygusallığı bazı günler profesyonellik sınırlarını zorladı. Kendini kaptırdığı hisleri, oyununa bazen olumlu bazen olumsuz yansıdı.
Misal bir Kayseri Erciyes maçında çok net golleri kaçırınca sahada gözyaşlarını tutamadı. Oyundan her alındığında mutsuzluğu bakışlarına aksetti. Saha kenarında, onun yerine namzet bir ismin varlığı ise Sow'un ayaklarına tedirginlik prangası vurdu. Öyle zamanlarda çoğunlukla dikkati dağılırdı.
Ama hisleri aynı zamanda silahıydı. İlk haftalar bir türlü verim sağlayamazken, hakkında çıkan "Müzmin sakat, futbol geleceği yok" haberleri, Sow'u adeta baştan yarattı. Yüzyılın yalnızlığına terk edildiği forvet hattında, tek başına adeta çift forvet oynadı. Asılsız haberlere duyduğu öfke, doping etkisi yapmıştı.
Repertuarına her tür golü sığdırdı. Karşı karşıya attı, röveşata attı, vole attı... Ama gün geldi en basit golleri de kaçırdı. Kimi zaman harika oynadı, kimi zamansa tel tel döküldü. Fakat iki şey hiç değişmedi. Secdeye vardığı gol sevinci ve kötü oynarken dahi tribünleri inleten "Musa" sesi. O desteği hep arkasında hissetti. Türkiye tarihinin en pahalı futbolcu satışına imza attığında Başkan Yıldırım'a sarılıp döktüğü gözyaşları ise, o sınır tanımaz duygusallığın, o çocuksu ruh halinin Anadolu yakasındaki son fotoğraf karesiydi.
FENERBAHÇE GİBİ BİRAZ…
Sow'u tribünlerde böylesine sevdiren, belki de biraz Fenerbahçe gibi olmasıydı. Ondan daha iyileri elbette gelmişti. Zaten sağladığı fayda ve verdiği emekler bir yana bir süper star da değildi. Ama kumaşından ya da gollerinden ziyade, taraftar ona bakınca çok sevdiği takımının ezeli ruh halini görüyordu.
Tıpkı Fenerbahçe gibiydi Sow. Biraz çocuksu, biraz duygusal... Duygusallığı hem en güçlü silahı hem de büyük zaafıydı.
Hislerini en uçlarda yaşar, çoğu zaman kalbiyle düşünürdü. Bazı zamanlar hislerine kendini fazla kaptırır, bu da muhakemesini ve yeteneğini gölgelerdi. Ama her başarısında, ulaştığı her hedefte, ayaklarından çok yüreği taşırdı bedenini.
Tıpkı Fenerbahçe gibi...