2005'te "Ihlamurlar Altında" dizisiyle geniş kitlelerce tanınan Bülent İnal, o dizinin üzerinden geçen 10 yıla 7 dizi, 5 sinema filmiyle birlikte yükselen bir kariyerin yanı sıra bir evlilik ve bir de çocuk sığdırdı. Yıllar geçti ama o hiç değişmedi. Kendisiyle daha önce de birkaç kere röportaj yapma imkânım olmuştu. Dizilerde yarattığı o sert ağır abi imajının aksine güleç ve sempatik biri. Hira Tekindor'un yönettiği "Köprüden Görünüş'"le 15 yıl sonra sahnelere döndü İnal. Eşinin yeğenine olan tutkusu sebebiyle kendi sonunu hazırlayan Eddie karakterine hayat veriyor ve başarılı bir performans sergiliyor. Hiç de yıllarca sahneye çıkmamış gibi değil. "Bisiklete binmek gibi bir şey" diyerek özetliyor durumu ama ilk başta çok tedirgin olduğunu hatta endişeli ve uykusuz günler yaşadığını itiraf etmekten geri kalmıyor. Sürpriz finalle herkesi şaşırtan oyunla ayakta alkışlanan İnal ile oyunculuk yolculuğunu, kariyerini, seyirci üzerinde yarattığı algıyı konuşurken, çok iyi yemek yaptığını öğrendim. Favori yemeğinin vişneli yaprak sarma olduğunu duyduğumda şaşkınlığım bir kat daha arttı. Ekranların karizmatik ağır abisini elinde yaprak sarmayla düşünememiştim o an. Ama kendisi de böyle diyor zaten: "İnsanları şaşırtabiliyorsam ne mutlu bana."
- Sizi dizilerden tanıyan ama sahneye çıktığınızı öğrenip şaşıran bir kesim var.
- Tabii bu çok normal. Televizyonda kimse sizin diplomanızla, geçmişinizle ilgilenmez. Orası şov dünyası. Herkes gelip tv'de oynayabilir bunda bir sıkıntı yok. O yüzden kimse kimseyi araştırmaz, bu okullu mu değil mi diye. Dizi yaptığınız zaman sizin tiyatro geçmişinizi ya da okul eğitiminizi bilmezler. O yüzden şaşırıyorlar.
- Metni ilk okuduğunuzda ne düşündünüz?
- "Köprüden Görünüş" Arthur Miller'ın yazdığı, alt metninde Amerikan göçmen politikasını eleştiren bir hikaye. Ön planda ise bir aile hikayesi var. Oynadığım Eddie'nin, karısının yeğeni Catherine'ye olan tutkusunu işliyor. Bu tutku bir aşk mıdır, hastalık mıdır, takıntı mıdır? Oyun boyunca bunu sorguluyoruz ama sonunda da çok emin olamıyoruz.
ÖNCELER İ ENDİŞELER İM VARDI
- Eddie'nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- İlk başta ben o rolle özdeşleşebilir miyim, yapabilir miyim diye sıkıntılarım oldu. Bu oyunu bilen bir kaç arkadaşla tartıştık. Sonra oturttum kafamda. Eddie, kendini olduğu gibi ortaya koyabilen, hiçbir şekilde geri adım atmayan ilginç bir karakter. Yaptığının doğru olmadığını biliyor ama kendisini dizginleyemiyor. Adamın yaşadığı tutku onun sonunu hazırlıyor. Kendi sonunu bile bile yine aynı yoldan giden bir karakter. Eddie benim oyunculuk hayatımda önemli ve ilginç bir karakter olarak kalacak.
- Aslında trajik bir oyun ama seyirci bazı sahnelerde çok gülüyor.
- Evet. Eddie'nin evlerine aldıkları kuzenlerden Rodolfo'nun Catherine ile olan ilgisini ilk görüşte hissediyor. Catherine de Rodolfo'dan hoşlanınca Eddie bu duruma çok bozuluyor. Hazmedemiyor onların bu aşkını. O yüzden Rodolfo'yu küçük düşürmek ve Catherine'yi ondan koparmak için her şeyi yapıyor. Eddie'nin Rodolfo'dan kurtulmak için aradığı çözüm yolları seyircinin eğlendiği yerler oluyor. Aslında komiklik olsun diye yapmıyoruz bunları. Adamın çıkmazına gülüyor seyirci.
- Eddie, Rodolfo'yu aşağılamak için "Bu adam yemek yapabiliyor, şarkı söyleyebiliyor, dikiş dikebiliyor. Ben bunların hiçbirini yapamıyorum" diyor. Sizin bunlarla aranız nasıl?
- Çok iyi. Ben çok güzel yemek yaparım. Şarkı söylerim dikiş de dikerim. Her şeyi yaparım. Urfa doğumlu olduğum için oranın yöresel tatlarını biliyorum. Meraklıyım yemeğe. Babam da çok güzel yemek yapardı. Ondan geçti herhalde bana. Televizyonda yemek programlarını takip ederim. Bir tarif görünce kalkar hemen yaparım.
- Favori yemeğiniz nedir peki?
- Vişneli yaprak sarma, enginar, kuru fasulye.
- Sizi oynadığınız karakterlerden dolayı ağır abi ve maço olarak düşünen herkesi şaşırttınız bu açıklamayla. Yemek yapan erkeğe light erkek muamelesi yaparlar ya...
- Niye olsun ki? Yemek yapmanın light'lıkla hiç alakası yok. Çoğu iyi gurmeler, aşçılar hep erkektir. Evet, seyircide öyle bir algı var ama yemek yemeyi de yapmayı da çok severim.
- Genellikle aynı tarz rollerde oynadığınız için böyle bir algı oluştu? Bundan rahatsızlık duyuyor musunuz?
- Hayır, bundan rahatsız olacak bir şey yok. Televizyon dünyası öyle maalesef. Üzerine kafa yorulacak, üzülecek bir şey değil bu. Seyirci seni o rolde sevdiyse, yapımcı da sana yine ona benzer rollerle gelir. Seyirci, "Ben bu adamı sert, ağır abi olarak izledim şimdi de başka rolde izleyeyim" demez. Aksine seni hep öyle görmek istiyor. O beklentiyi kırdığın zaman hoşuna gitmiyor zaten. Televizyonun matematiği böyle. Farklı şeyler yapmak istiyorsan bunun için sinema ve tiyatro var.
TELEVİZYON OYUNCUNUN YÜZÜNÜ ESKİTMEZ
- Oyunda, kuzenler İtalya'dan Amerika'ya "Amerikan Rüyası" dediğimiz hayali gerçekleştirmek için para kazanma arzusuyla geliyorlar. Siz hiç bu tarz bir hayaliniz oldu mu?
- Amerikan rüyası mı? Valla hayır hiç olmadı. Ben yaşadığım ülkeden memleketimden çok mutluyum. Ara sıra yaşadığımız olaylardan dolayı kaçıp gitme isteği oluyor ama bunlar bir sohbet masasında geyik muhabbeti olarak kalıyor. Öyle bir hayalim yok.
- Yeni bir dizide rol alacak mısınız?
Evet. Büyük ihtimalle olacak. Eskisi gibi eylüle hazırlanma durumu yok. Sektör biraz kasıma aralığa kaydı. Biraz ara verip iyi bir şey seçmeye çalışıyorum.
- Yüz dinlendirmeye inanıyor musunuz?
Öyle şeylere inanmıyorum. Yüzüm dinlensin de seyirci beni özlesin diye bir şey yok. "Seyirci benden sıkıldı bir iki yıl gözükmeyeyim" deyince sizi çok özlemez seyirci. Her dakika sürekli göz önünde olmak dezavantaj tabi. Her gün televizyonda, magazinde olursan sorun teşkil edebilir ama iyi bir projede haftanın bir günü iki saat onların karşısına çıkarsan yüzün niye eskisin?
TİYATRO BENİM PSİKOLOĞUM OLDU
- Siz Dokuz Eylül üniversitesi tiyatro Bölümü mezunusunuz. Tiyatrodan dizilere geçiş nasıl oldu?
- Tamamen tesadüf. Devlet ya da şehir tiyatrosunda kadrolu olmak için İstanbul'a geldim 2000 senesinde. Ama devlet tiyatrosunun sınavlarını kazanamadım. O sırada ufak tefek projelerde yer alıyordum. Tomris Giritlioğlu o zaman TRT'nin drama bölümünün başındaydı. Sana başrol vereceğim dedi. Azad'la başlayan ondan sonra devam eden bir serüven.
- Kariyeriniz dönüm noktası nedir? Tiyatro yapmak için İstanbul'a gelmeniz mi?
- Bilmiyorum ki her şey zincirleme oldu. İzmir Şehir Tiyatrosu kuruluyordu. Orada başlayacaktım ama belediye para bulamadığı için kurmaktan vazgeçti. O güne kadar da ben İstanbul'a giden arkadaşlara "Ne işiniz var İstanbul'da." diye konuşurken ilk gelen ben oldum. Üniversitede hocamız olan Mahmut Gökgöz, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda bir oyunda yardımcı yönetmenlik yapıyordu. 'Size uygun roller var' diyerek beni ve bir arkadaşımı çağırdı. O vesileyle geldik.
- Hayaliniz oyuncu olmak mıydı?
- Hayır. Liseye kadar tiyatroyla ilgili bir şey bilmezdim. Arkadaşım Gökhan'la Bornova Belediyesi'nin tiyatro kurslarına yazılalım dedik. Değişiklik olsun diye yazıldık. Pazar günü ilk ders var dediler. Ben gittim o gelmedi. O da sonra bankacı oldu. Kısmet öyleymiş. Tiyatrodan önce ben içine kapanık, utangaç, çok konuşamayan bir çocuktum. Dersler de kötüydü. Tembel bir öğrenciydim. Tiyatro bana çok iyi geldi. Psikoloğum tiyatro oldu. Kendimi ifade edebilmemi sağladı.