- Şimdilerde soğuk deniyor senin için? Rahatsız oluyor musun böyle denmesine?
- Nötrüm bu konuda. Herkesin bir algısı var. Bakkalın başka tanır, iş arkadaşın başka... Benimle ilgili genel kanı, "Ahu soğuk görünen biri ama tanıdığında hiç de öyle değilmiş" şeklinde. Mesafeli bir tarafım olduğunu da biliyorum. Ama 14 yaşımda İstanbul'a gelip, iş hayatına atılıp, bir kariyer yapmaya çalıştım. Bir cebelleşme durumum geçti ve kendi ayakları üstünde durma yaşı olarak 14 çok küçük bir yaş. Bu ister istemez bir duvar yaratıyor. Ne kadar sevgi dolu olursan ol, kendini ne kadar ifade edebiliyor olsan da, kendini koruma amaçlı bir duvar örüyorsun.
GARSONLUK YAPTIM
- O yaştaki biri için erken sorumluluk. Zorluklarla karşılaştın mı?
- Çok büyük zorluklarla karşılaştım hem de. Bir kere aşırı zayıftım. O dönemki mankenler 38 bedendi, ben 43 kilo, 32 bedendim. İş bulamıyordum. Hiçbir şey üstüme olmuyordu, sadece dergi çekimi yapabiliyordum. Para kazanamıyordum. Tek başımayım, para kazanmam lazım... Hep ek ve yan işler yaptım; garsonluk, barmaid'lik... Çocuk yaştaydım bunları yaparken. Aslında şu anda yurtdışında tüm mankenlerin yaptığı şeyi, biraz erken yaşta İstanbul'da yapmış oldum.
- Ev mi tuttun?
- Tabii. Komün hayatı yaşadık bir grup arkadaşımla. Evde modacı, televizyoncu, benim gibi modeller vardı... Beraber yaşıyorduk, herkes kazandığını koyuyordu ortaya, elektrik, su ödeniyordu. Geri kalan parayla da yaşıyorduk.
- Umutsuzluğa kapıldığın oldu mu?
- Hayır olmadı. Çünkü ne istediğimi biliyordum. Hedef belliydi, onun yolunda bir tecrübe yolculuğundaydım.
- Birden bire oyuncu olmaya karar vermişsin gibi algılanıyor. Oysa gerçek farklı... Modellik kadar oyunculuğa da emek harcamışsın... Bu alanda ne zamandır uğraş veriyorsun?
- Modelliğe başladığımda yıl 1993'tü... Dedim ya 14 yaşımdaydım... Aradan beş yıl geçince modellikten tatmin olmaya başlayıp, oyunculuğa ilgi duydum. Şahika Tekand'ın oyunculuk kurslarıyla hiç bilmediğim bu alana giriş yaptım. Ama o eğitim bana çok teatral ağırlıklı geldi. Gönlüm daha çok kamera önündeydi. Akademi İstanbul'un gösteri sanatları merkezinde eğitimime devam ettim. Bale geçmişim de olduğu için ikisini harmanlarım diye geçirdim içimden. Gösteri sanatları bölümünde okudum iki sene... Workshop'larla sürekli kendimi geliştirmeye çalıştım. 2001'de oyunculuk eğitimim bitmişti ve ilk dizimi çekiyordum.
- Ama ekran önü maceran sunuculukla başlıyor...
- Tabii. Biri Bizi Gözetliyor'un ilk senesini sundum. Sonra oyunculukla devam ettim.
- Eski bir röportajında "Türkiye'de beğendiğin oyuncu kim?" diye soruyorlar, Nurgül Yeşilçay diyorsun, tesadüfe bak ki şimdi onunla oynuyorsun...
- Bence tesadüf değil. Bir şeyi istersin ve çekersin ya insanları hayatına... Bence onunla ilgili. Biz Nurgül'le Aşk ve Ceza'da da birlikte oynadık. Onun en yakın arkadaşını oynuyordum. Şimdi de bu dizi...
- Üretme konusunda takıntılı mısın?
- Takıntılıyım sanırım, duramıyorum. Çok yoruluyorum, perişan oluyorum ama duramıyorum. Ama hep böyleydim. Oyunculuk okudum, beş dizide oynadım. Diziler bittikçe evde oturamam. Gittim o arada moda editörlüğü, asistanlığı yaptım. Stil danışmanlığı yaptım. Boş duramıyorum. Yani bir sonraki dizi teklifine kadar evde oturabilecek biri değilim.
BİR ŞEYİ GÖNÜLDEN İSTERİM, OLMASI İÇİN DUA EDERİM
- Moda mı oyunculuk mu?
- İkisi de bebeğim (gülüyor). Moda artık hayatımın içinde bir parça. O hayatımın gidişatında hep olacak. Oyunculukta daha keşfedecek çok şey var. Oyuncu falan olmadım, o yolun başındayım. Oyunculukla ilgili çok büyük heyecanlarım var. O karakterleri hayata dönüştürmek benim için çok önemli. Sinema filmi, komedi çok istiyorum. Oyunculukla ilgili çok hevesliyim.
- Paramparça'da çok kötü bir karakteri canlandırıyorsun. Nereden çıktı içinden o kötü?
- Bende şaşırıyorum. İlk defa bu kadar kötü birini oynuyorum, gitgide de kötüleşti. Hepsi var içimizde aslında bu insanların. İstediğini kullanıyorsun, istediğini çıkarıyorsun açığa. Sen de içindeki kötüyü bir şekilde çıkarmanın yollarını arıyorsun. Ben de öyle yaptım. Hiçbir zaman hayatımda Özkan'a (dizideki rol arkadaşı) bağırdığım kadar kimseye bağırmadım. Sesim kısıldı, damarlarım çıkmıştı. Kendime şaşırdım izlediğimde. Çıkarıyorsun işte, var demek ki içimde.
- Normalde böyle kavga eden biri değilsindir umarım...
- Hiç değilim. Hatta sakinliğimle öldürürüm (gülüyor). Candan'la bazı şeylerimiz hiç tutmuyor taban tabana zıttız.
- Stratejik biri misin?
- Aslında değilim. Çok duygusal biriyim. Gönülden bir şeyi isterim, olması için dua ederim ve o yolda yapılması gerekenleri yaparım. Olmuyorsa bırakırım. Her işte bir hayır vardır derim yani...
- İçinde hınzır bır kız var gibi ama iyi saklıyorsun...
- Eğlenmeyi, gülmeyi seven biriyim. Ama içimde bir taraf da var ki, o çok olgun, çok mantıklı, çok sorumluluk sahibi... Bazen bu tarafımdan sıkılıp aman deyip eğleniyorum. Anne olduktan sonra dengeyi daha kolay kurabildim.
-Ders alarak öğrenen biri misin, yoksa laf dinleyen biri misin?
- Tecrübeyle öğreniyorum. Ders ala ala öğreniyorum çünkü meraklı bir tipim. Laf dinleseydik, kırıp dizimi evimde otururdum.
BOŞANMIŞ BİR AİLENİN ÇOCUĞU OLARAK HEP AİLE HASRETİYLE BÜYÜDÜM
- Bir ara inanılmaz üstüne geldiler. Cem Yılmaz'la evlendiğin dönemde hakkında söylenenlerin hepsi çok acıtıcıydı... Cem Yılmaz olmasa Ahu Yağtu olmazdı gibi yansıtıldı... Sen nasıl hissettin o dönem?
- Onun popülaritesi benim popülaritemi arttırmıştır ve desteklemiştir. Ama o dönemde "Hay Allah beni harcadılar, tu kaka yaptılar" diye kendimi çok kötü hissettiğimi söyleyemeyeceğim. Çünkü söz konusu bile değildi. Ne yaptıysam yaptığımın arkasındaydım. Neler dediler benim için... Ama buna üzülemem çünkü ben o değilim. Ben bir şey yaşıyordum ve kimse bilemezdi benim ne yaşadığımı.
- Hayatından Cem Yılmaz'ı ve Kemal'i çıkarsak, Ahu Yağtu bugün ne yapıyordu?
- Çok farklı bir şey yapıyor olmazdım. Yine aynen işimle gücümle uğraşıyor olurdum. auvintage sitesiyle cebelleşiyor olurdum, dizilerde olmaya gayret ediyordum...
- Hayat yolundan Cem Yılmaz'ın geçmesi bir şey değiştirmedi yani...
- Yok. Kemal bile daha etkili olmuştur. Çünkü oyunculuğa dönmek için onun büyümesini bekledim. Kemal ertelememe sebep olmuştur, kesinlikle engel olarak görmüyorum.
- Beş yıl önceki bir röportajında, hayatında Cem Yılmaz olmadığı bir dönemde, "Çocuk yapacaksam evlenirim" demişsin... Kafanda hep net mi her şey böyle?
- Ben bir evlilik geçirdim. Sonuç olarak Cem'le evlenmeden önce evliliğin nasıl bir şey olduğunu biliyordum. O zaman bir aile kurulacaksa evlilik neden olmasın gözüyle bakıyordum. Denk geldi, oldu, ne kadar da güzel oldu.
- Ne kattı hayatına Kemal?
- Çok fazla şey değiştirdi. Önceliklerim tamamen değişti bir kere... Sil baştan bir liste oluştu. Yalnız anne olmakla ilgili başka şeyler geldi hayatıma. Hassas ve duyarlı olmaya başladım. Zaten öyleydim ama bu duygularım iyice kabardı. Sevgi alışverişi çok daha açığa çıkmaya başladı. Çünkü bu kadar çok yoktu hayatımda bu duygu. Bu da olayları farklı bir algıyla değerlendirmeme yol açtı ve kişiliğim de değişti. Olumlu yönde değiştiğimi hissediyorum.
- Kameralara da daha mutlu yansıyorsun...
- Kesinlikle. Hep şükreden bir insan haline dönüştüm.
- Nasıl bir çocuk Kemal?
- Çok hareketli. Duygusal ama çok dominant ve sevgi dolu... Seviliyor ve bunu gösteren bir tip.
- Kime daha çok benziyor karakter olarak?
- İkimizi de benziyor. Herkesten bir şeyler almış. Herkes tip olarak Cem'e daha çok benzetiyor ama beni de andırıyor.
- Yalnız anne olma durumunu biraz anlatır mısın?
- Çok büyütmemek lazım bu tip şeyleri. Benim annem de, beni bir yalnız anne olarak büyüttü. Bu duruma daha alışkın biriyim. Zor, hiç kolay değil. Fakat bu senin durumu nasıl idare edip, dengede olduğunla alakalı. Dolasıyla sağlam durabilen, güçlü, ayakları üstünde dengede bir insansan yalnız anne olmayı idare edebiliyorsun. Değilsen, biraz kaygan bir zeminde tökezlersin.
- Kendini kısıtladığın oluyor mu çocuğun olduğu için... Yani gece ortalarda olmayayım falan gibi düşünüyor musun?
- Hayır. Zaten öyle bir hayatım yoktu. Ama sabah Kemal erken uyanıyor diye gece hayatımı kısarım. İnsan belli bir yaştan sonra sabahlara kadar partileyemiyor. Bir yemekte sohbet etmek daha çok keyif veriyor. Özgürlüğümü kısıtlamıyorum. Çünkü o zaman kendimi iyi hissetmem.
- Boşandığın dönemde duygusal anlamda zorluk yaşadın mı?
- Elbette. Kolay bir süreç değil kimse için. Çünkü hayatına çocuğunla birlikte tekrar başlıyorsun. Evinden, evin içindeki perde detayına kadar her şey değişiyor. Yeni bir rutin oturtmaya çalışıyorsun. Zaman her şeyin ilacı derler ya... Su yolunu buluyor. Sen birazcık özveriyle çalışıyorsan, daha pozitif bakabiliyorsan atlatılıyor. "Hay Allah ne olacak şimdi!" diye düşünmeye başlarsan, tüm o kötü ihtimaller başına geliyor. Ben hiç kötü düşünmedim, şimdi ne yapabiliriz, yeni düzene nasıl alışabiliriz diye baktım duruma Sonat... Son zamanlarda bunu yapıyorum ve daha mutlu yaşıyorum.
- Boşanacağını bilerek mi evlendin?
- Hayır. Kesinlikle. Böyle bir şey olabilir mi? Mümkün değil... Onu kimse önceden bilemez. Ben boşanmış bir ailenin çocuğu olarak hep aile hasretiyle büyüdüm. "Aman bir ailem olsun" dedim hep... Cem'in de istediği bir şeydi bu. Kimse kimseyi zorlamadı. Herkesin hoşuna giden bir durumdu. Boşanacağız diye düşünerek evlenmedik.
- Aranızda biten neydi Ahu?
- Valla bilmiyorum. Hiç bilmiyorum. Bana onu sorma... Duygu mu bitti, başka bir şey mi bitti (duraksıyor)... İlişki bitti.
- Çocuk aşkı öldürüyor mu?
- Âşık olmakla, ilişki yaşama durumu arasında fark var bence. Bir ilişkiye başlıyorsun aşk başlıyor, sevgiye dönüşüyor... Çocuk devreye girdiğinde elbette ilgi bir yere kayabiliyor. Başka bir şey olabiliyor, düzen değişiyor. Öldürüyor mu? Bilemem. Bazılarında da besliyor. Her ilişkiye göre değişen bir şey...
- Boşanmanın ardından çocuğunuz için ortak hayatı çok iyi idare ediyorsunuz...
- Bunu yapmak lazım. Böyle yapalım diye kararlaştırmadık. Olay doğal akışında ilerledi. Aramızda bir iletişim var, Kemal için neyin iyi olup olmayacağını tartabilecek olgunlukta insanlarız. Bir araya geldiğimizde arkadaşız. O da bizi bir arada görmekten mutlu. Çocuğun için her zaman olmasa da arada bir bir araya gelmek önemli.
HIRS İÇİNDE ALIŞVERİŞ YAPAN BİRİ DEĞİLİM
- Eşyaları, kıyafetleri toplama alışkanlığı nasıl başladı?
- O hep vardı. Annem ve babam çalıştığı için babaannem büyüttü beni. Onun tüm eşyalarına karşı aşırı ilgim vardı. Ne zaman ortalığı boş bulsam, onun gardırobunun içine girip karıştırırdım. Tüm küçük kızlar böyledir ya... Git gide bu durum yeniye değil eskiye merak salmaya dönüştü. Ailenin tüm hanımlarının kullandığı eşyaları toplamaya başladım. Halamın, annemin, babaannemin eşyalarıyla bir arşiv oluştu. Yıllar sona bu da işe dönüştü.
- O zamanlar da vintage giyer miydin?
- Giyerdim. Hayatım boyunca giydim. Babaannemin küçücük bir bilekliği dahi olsa takardım. Bir hatıra taşımak isterdim. Ruhani bir durum bu. Kendimi iyi hissettirirdi.
- Eşyalara anlam mı yüklüyorsun?
- Evet. Çok tüketici kafasıyla bakmıyorum. Yeni bir şey alıp, hırs içinde deliler gibi alışveriş yapan biri de değilim. İhtiyaca göre alışveriş yapmayı seviyorum. Benim kıymet verdiğim insanların kullandığı eşyalara ben de kıymet veriyorum.
- Gardırop demirbaşların neler?
- Hamilelikten itibaren stilim de değişti. Eskiden daha lay lay lom, düşünmeden giyinirdim. Desenli, vintage üstüne vintage giyinebiliyordum. Artık daha basic ürünlere yöneldim. Vintage ve basic ürünlerden kombinler yapıyorum. Ama sigarette bir pantolon, skiny bir jean ve sneaker demirbaşlarım.
- Bebek'te bir ofis açtın... İnternette de satış yapıyorsun, tüm o eski kıyafetler aksesuvarlar nasıl toplanıyor?
- Bir kısmı yıllar içinde toplandı. Bir kısmı da sitenin içindeki 'Satmak istiyorum' bölümünden bulduklarımız... İnsanlar satmak istedikleri parçaların fotoğrafını oraya yüklüyorlar. Biz de eliyoruz, bir kalite kontrolden geçiriyoruz, satışa sunuyoruz. Tadilatını, temizliğini yaptırıyoruz.
- Müze gibi çalışıyorsunuz yani...
- Aynen. Bazen evlerden talep geliyor. Geçenlerde Suadiye'de bir eve girdik. Aile büyüklerinin evini tasfiye etmek istiyorlardı. Üç günde bitiremedik evi. Eldivenleri, maskeleri taktık, hepsini tek tek eledik. Sadece kıyafet değil, aksesuvarlar, şapkalar... Böyle şeyler buldukça tüylerim diken diken oluyor.
- Sözünü ettiğin çok nostaljik bir şey...
- Çooook... Küçükken hep hayalini kurardım bunun. Babaannem beni arkadaşlarının evine götürürdü. Onlar kahvelerini içerken, ben onların gardıroplarını karıştırırdım. Şimdi aynı şeyi iş için yapıyor olmak çok enteresan.
- Seni çok çarpan bir şey buldun mu son zamanlarda?
- İnsanlar bazen eşyalarından kopamıyor. Verip vermemekte kararsız aile ama Vakko Şen Şapka'nın 1950'ler döneminden taç şeklinde bir şapkasını buldum. Bayıldım ona. Onu ne satarım, ne kullanırım. Arşivlik durur bir kenarda. Sadece sergilemek için bile şahane. Bunun bir kıymet olduğunu anlatmak istiyorum. Böyle bir misyon edindim, buna gönül verdim. Bu tutkum. Dışarıdan bakan belki, "Deli midir, nedir?" diyordur. Çok güzel geri dönüşler alıyorum, yurtdışından, Türkiye'den alışveriş ediliyor siteden. Türk vintage'ını değerlendirebileceğimiz, dünyaya tanıtabileceğimiz bir platform olmasını istedim.
- Asla giymem dediğin ne var?
- Kot takım.
- Modada en korkunç bulduğun dönem hangisi?
- Korkunç diyemem. Hepsi birbiriyle bağlantılı. Ama ilk insan zamanı zor olmalı... Tek bir deri parçayla (gülüyor)...
- Başka bir dönemde yaşamak ister miydin?
- 1930'lar ve 1980'leri çok seviyorum. 30'lar modanın başlangıcı ve her şey değişiyor...