En son 2013'te Real Madrid'den ayrılırken bu denli zayıf, bu denli yaralıydı... Aslında tekrar düşününce, o zaman bile bundan çok daha iyi durumdaydı. Real Madrid'te soyunma odasının kontrolünü kaybetmiş, yıldızlarla, basınla ve başkanla ters düşmüş, belki de genetik kodları kendi tarzına en yakın olan kulübe, üçüncü sezonunda sıfır çekerek veda etmişti. Soluğu en güvenilir limanda, "özel biri"ne evrildiği Chelsea'de aldı. İkinci sezonunda bir de rahat şampiyonluk kazandı. Ama bu sezon, takım neredeyse düşme potasındayken, ligde ilk devreyi dahi bitiremeden Abramovic Mourinho'ya bir kez daha kapıyı gösterdi. Tıpkı ilk Chelsea macerasının üçüncü sezonunda olduğu gibi... Belki de kariyerinde hiç olmadığı kadar kırılgan bir adam Jose Mourinho şimdi. Salı günü de 53 yaşına, kendisini "özel biri" kılan bileşenlerden rahatsız edici özgüveni örselenmiş, meslek hayatında ilk kez metotları sorgulanır bir halde girdi. Yıllarca rakiplerinin sinir sistemini çökerten akıl oyunları deşifre olmuş, gizemli karizması çizilmiş, kült kişiliği darbe almış ve de işsiz bir halde kutladı yeni yaşını Portekizli. Sadece yeni bir iş, yeni bir kulüp aramıyor Mourinho. Beslenebileceği, motive olabileceği yeni cepheler, yeni çatışmalar, itilaflar peşinde aslında. Hayatı boyunca gerilimden beslendi zira. Vaktiyle bir parçası olduğu Barcelona, onun yerine son anda "çaylak" Pep Guardiola'yı tercih edince, Barcelona ve Guardiola'yı ezeli düşman belledi. Gittiği her takımda sahadaki ve saha dışındaki tüm planlarını, Barcelona ekolünü yenmek üzerine inşa etti. Real Madrid'in başında olduğu 3 yıl boyunca, Barcelona için "anti tez" Real Madrid değil Mourinho'nun bizzat kendisi haline gelmişti. Madrid kralın takımıysa, Jose Mourinho da kralın ta kendisiydi. İngiltere'de sürekli Arsene Wenger'le papaz oldu. Kimseyi bulamadıysa, geçen sezon Chelsea'ye şampiyonluk getiren kimyada önemli rol sahibi, takım doktoru Eva Carneiro ile kapışıp kulüpten uzaklaştırdı.
KRALLAR ASLA ÖLMEZ
Rinus Michels ya da Sacchi gibi futbol tarihine bir "inovatör" olarak geçmeyecek Mourinho. Ayrıldığı takımlarda, ondan geriye çoğunlukla bir dizi kupa ve başarı kaldı belki. Ama bir futbol kimliği miras bırakmadı. Çünkü hep en kestirme yoldan başarıya ulaşmaya inandı. Ona göre en iyi, en çok kazanan demekti. Ve kazanmaya giden her yol mubahtı. "Sizde Ferrari bende de küçük bir araba varsa, sizi geçmek için benzininize şeker katmam gerekir" sözleri anlatıyor, Portekizli Makyavel'in felsefesini. Şimdi ise pusuya yatmış, dört gözle gelecek sezon ezeli rakibi Guardiola'nın İngiliz Premier Lig'de bir takımı devralmasını bekliyor. Pep'in Ada'ya (muhtemelen de Manchester City'ye) gelmesini ve Manchester United'taki koltuğu hepten sarsılan eski patronu van Gaal'in yerine Kırmızı Şeytanlar'ın kendisini seçmesini. Çünkü biliyor ki ancak böylesi bir yüksek gerilim hattı, tekleyen kalbine vurabilir adrenalin iğnesini. Ancak böylesi bir rekabet sağlayabilir, bir sonraki yaşına yeniden "özel biri" olarak girmesini... Bu denli kibirli, başarısızlığın nedenlerini UEFA komplolarında, hakem hatalarında ya da kendisine ihanet eden "hain" oyuncularda arayan bir adamın, hâlâ milyonlar tarafından çılgınca sevilmesi, aldığı tüm yaralara rağmen hâlâ ayakta kalabilmesinin nedeni ise aslında insanların biraz da ona öykünmesinde yatıyor. İnsanlar futbolun Darth Vaderı'na özeniyor... Sadece benzer cazibesi için değil... Tıpkı Mourinho gibi "karanlık taraf"ın kurallarıyla pervasızca oynayabilmeyi, onun gibi pragmatik davrandıklarında "ilkesiz" değil "akıllı" olarak anılmayı istedikleri için... Kibirliyken de hayran olunabilmek, kavgacıyken de sevilebilmek ve tabii zirveye giden kestirme yolu tıpkı Mourinho gibi kolayca bulabilmek için... Üstelik herşey bir yana, 2 Nisan 2011 günü Real Madrid'in başında Sporting Gijon'a kaybedene kadar, dört ayrı takımla, tam dokuz yıl ve 151 maç boyunca evinde hiç kaybetmemiş, dört ayrı ülkede lig şampiyonu olup iki takımla Şampiyonlar Ligi'nde zafere uzanmış bir adamın üstü, öyle kolay kolay çizilemez. Zira Eminem'in şarkısındaki gibi, "Krallar asla ölmez..."