Dans
onun için soluk alıp vermek gibiydi. Hayatını dansa adadı, kimilerine göre dansın yatağını değiştirdi, kimilerine göreyse dansı gençleştirdi. Sanatıyla, yaşamıyla, 20. yüzyılın efsane isimlerinden biri olan Rudolf Nureyev'den bahsediyorum. 1993'te, 55 yaşında yaşamını yitirdi ama adı hâlâ dans dünyasının zirvelerinde anılıyor. Müslüman bir Tatar ailenin oğlu olarak dünyaya gelen ama Sovyet Rusya'nın tedrisatından geçen Nureyev'in, malum 1961'de Fransa'ya iltica etmesinden sonra yıldızı daha da parladı. Dünyanın her tarafında hayranları vardı. Ve fakat onun hayran olduğu yer Türkiye'ydi. Hatırlayanlar elbet çıkacaktır. 70'lerin sonlarından başlayarak Nureyev defalarca Türkiye'ye geldi. Hatta İstanbul Devlet Opera Balesi ile birlikte Uyuyan Güzel'i sahnelemesi, Türkiye ile Sovyet Rusya arasında ufak çaplı diplomatik krize neden olmuştu. Ama biz, ne onun Türkiye sevdasını tam anlamıyla öğrenebildik ne de Türkiye maceralarının ayrıntılarını. Hatta arşivlerde birkaç tane 'Nureyev Türkiye'ye geldi' haberi olmasa onun ülkemize geldiğini bile unutacaktık neredeyse! Oysa Nureyev'in hayatında koca bir parantezdir Türkiye. Evgenia Tirdatova ile Orhan Tekeoğlu'nun yönettiği Düşlerinin Adası belgeseli işte bu parantezi açıyor. Çünkü, Nurdan Tekeoğlu, Tirdatova ve Yasemin Pirinçcioğlu'nun yapımcılığını yaptığı belgesel, Nureyev'in Türkiye ile olan derin ilişkisini konu ediyor.
ÜLKEMİZE DEFALARCA GELDİ
Turizmci Yasemin Pirinçcioğlu, Nureyev'in en yakınında olan insanlardan biri. Aynı zamanda Türkiye sevdasını da en iyi bilenlerden. Belgesel ekibi onunla Nureyev'in Türkiye maceralarını konuşmak için buluşunca Pirinçcioğlu hem tüm bildiklerini anlatmış hem de belgeselin yapımcılarından biri olmuş. "Biz yıllar önce Fransa'da tanışmıştık" diyor Pirinçcioğlu. Bir kere tanışmışlar ama sonrasında çok yakın dost olmuşlar: "Bana 'Türk kız kardeşim' derdi. Türkiye'ye geliş gidişlerinde hep beraberdik. Aslında Müslüman bir ailenin çocuğudur Nureyev. Annesinin adı Farida yani Feride. Rus asimilasyonu ve disipliniyle yetiştiriliyor. Ama aileden kültürel kodlar geçmiş. Batı'ya iltica ettikten sonra yıllarca Rusya'ya gidemedi, annesini çok uzun yıllar göremedi. Ama Türkiye ona biraz annesini biraz kendi çocukluğunu hatırlatıyordu. Çok seviyordu burayı. Bilinmez ama defalarca gelip gitti ülkemize. 1980-1990 arasında tatillerini ağırlıklı olarak Türkiye'de geçirdi." Düşlerinin Adası belgeseli Nureyev'in Türkiye sevgisinin kuru bir sevgi olmadığını da ortaya koyuyor. Bu coğrafyanın kültürü Nureyev'in sanatını da etkilemiş. Pirinçcioğlu "Kilimleri, cami kubbelerini, minareleri, çinileri, kaftanları çok severdi... Kilimlerdeki desenler ona sahne ve dans kareografilerinde ilham verirdi. Keza kubbeler, çiniler de öyle. Ayrıca Ege kıyılarındaki dar sokaklı köyler, tahta evler ve oradaki köylü kadınlar ona annesini, annesiyle birlikte geçirdiği zamanları hatırlatırdı. Kültürümüzün derinliğini de her fırsatta, her yerde anlatırdı. Zaten uluslararası alanda Türkiye'nin gönüllü elçisi gibiydi" diyor.
BURAYA KÖK SALMAK İSTEDİ
Bu sevgi tabii Nureyev'in Türkiye'de kök salma istediğine neden olmuş. Pirinçcioğlu yine anlatmaya devam ediyor: "Onun bir hayali vardı. Türkiye'de bir arazi satın alıp bu arazinin üzerine görkemli bir köşk yaptırmak ve bütün sanat koleksiyonunu bu köşke taşımak istiyordu. Deniz, orman ve taşların iç içe geçtiği bir araziyi yıllarca aradık. Mesela Fethiye'de Gemiler Adası'nı beğendi. Ama orman arazisi olduğu için satın alınamadı. Başka araziler bulundu. Ama o yıllarda bu tür arazilerin zilliyet hakkının yabancılara verilmesi yasaktı. Kanunlar uygun değildi. Kenan Evren'e mektup yazıldı, Semra Özal'a mesaj gönderildi. Düşünün Nureyev tüm mirasını Türkiye getirmek istiyor. Ama o dönemin yöneticilerinin vizyonsuzluğu nedeniyle bu hayal gerçekleştirilemedi." Her şeye rağmen arazi arayışı sürmüş. Fethiye'de tapulu bir arazi bulunmuş. 75 bin dolara satın alınacakken Nureyev'in yatırımlarını yöneten bir İngiliz, 'Türkiye güvensiz bir ülke' diyerek sanatçının kafasını karıştırınca o da araziyi almaktan vazgeçmiş.
MEZARINDAKİ TÜRK HALISI
Sonrası biliniyor. Nureyev İtalya'da Il Galli Adası'nda gerçekleştiriyor hayalini. Yaşamının son yıllarını bu adadaki köşkünde geçiriyor. Malum vefatından sonra bu köşkteki koleksiyonu müzayedelerde satıldı. Onun Türkiye sevgisinin, bu coğrafyanın kültürüne düşkünlüğünün ispatının mezarının üzerindeki Türk halısı şeklindeki mozaik olduğu hatırlanıyor mu, bilemiyorum. İşte o mozaiğiyi çizen, yıllarca birlikte çalıştığı arkadaşı Ezio Frigerio, Nureyev'in Türkiye hayalini gerçekleştirdi. Dikili'nin Bademli Köyü'ne, Nureyev'in hayallerindeki gibi bir saray/villa yaptırdı. Belgesel için de bu villanın kapılarını açtı. Düşlerinin Adası 20 Mayıs'ta Altın Çınar Film Festivali'nde ilk defa gösterilecek. Sonra yurtdışını dolaşacak. Biz belgesel vesilesiyle bu efsanevi sanatçının Türkiye sevdasını hatırladık, bilmediğimiz birçok şeyi öğrendik. Belgesel aynı hatırlatmayı dünyaya yapacak ve bilinmeyenleri herkesin öğrenmesini sağlayacak.
'BENİM HİÇ OYUNCAĞIM OLMADI'
"Çok fakir bir hayattan geldiğini anlatırdı. Çocukken ekmeğin dış kabuğunu alıp rulo yapar, üzerine tuz ve karabiber koyup annesinin otlarla pişirdiği sıcak suyu döküp yerlermiş. Bu onların et yemeği olurmuş. Tatlıları da ekmeğin içini çıkarıp üzerine şeker koyarak yaptıkları şekerli ekmekmiş. Bir gün havaalanında uçak bekliyoruz oyuncak dükkanını gördü, "Biliyor musun benim çocukken hiç oyuncağım olmadı' dedi."
ANNE ÖZLEMİ
"Anne özlemi onun hayatında hissedilen bir şeydi. Mesela maydanozlu tavuk suyu çorbasını çok severdi. Ona annesini hatırlatıyordu. Ama yıllar sonra Rusya'ya özel izinle gitti ve annesiyle helalleşti. Ama o Rusya seyahatini, onu seven herkes TV başında tırnaklarını yiye yiye izledi. Hepimiz tedirgindik. Uçaktan inince Rus polisinin onu tutuklayacağı kaygısı vardı. Zaten iltica eden birçok sanatçıyı nasıl KGB takip ettiyse Nureyev'i de takip ediyorlardı. Ama Ruslar onu tutuklamadı ve böylece o da yıllar sonra annesini görebildi, onunla özlem giderebildi."
DUALARLA GÖMÜLDÜ
"Öldüğü zaman kız kardeşi Monaco'dan çıkıp geldi. Elinde bir kutu vardı. Kutuyu verdi bana. İçinden Kuran'ı Kerim çıktı. Kardeşi "Lütfen Kuran'ı Kerim okur musun?' dedi. Okurum dedim. Bildiğim bütün duaları da okudum. Vlademir diye bir arkadaşı vardı. O baskın birisiydi. Fransızlar Nureyev'in nereye gömüleceğini soruyordu. Kız kardeşleri de muktedir değillerdi. Vlademir, 'Tabii Rus Ortodoks Mezarlığı'na gömülecek' dedi. Oysa ki Nureyev'in orijini Rus değildi. Annesi, ayrımcılık yaşamasın, Rus çocuklardan farklı olmasın diye adını Rudolf koymuş. Ama biliyorsunuz mezarının üzerinde mozaikten bir Türk halısı bulunuyor."
'İSTANBUL KÜLTÜR SENTEZİ'
"İstanbul'u çok severdi. Bir gün sarayın kulesine çıkardım. İstanbul ayaklarımızın altında. O zaman 'Allah burayı özene bezene yaratmış. Ondan sonra Türkler Orta Asya'dan yerel kültürleri süzgeçten geçire geçire bir sentez yaratmış, bu sentezi böyle güzel bir şekilde ortaya ortaya koymuşlar. Kubbeler, minareler, çiniler... Burası bir sürü kültürün sentezidir' dedi."
HAYATIMIN EN ZOR VE ACI KARARI
"İltica hikayesini anlatmıştı bana. Fransa'da havaalanında iltica etmek istediğini açıklıyor. Peşinde KGB ajanları var ama Fransız hükümeti de KGB'yi frenliyor ve yetkililer, ajanlara 'Kendi kararını verecek ve bu karara saygı duyulacak' diyor. Bir odaya kapatılıyor Nureyev ve ona '2.5 saatin var' diyorlar. Nureyev 'Rusya'ya gitsem annemi görebileceğim ama Rus hükümeti benim dans etmeme izin vermeyecek. Ufa'daki köy hayatıma geri döneceğim. Böylece yok olup gideceğim. İltica edersem dans edeceğim belki ama annemi geride bırakmış olacağım... Hayatımın en zor ve acı kararıydı' demişti."