Yeşilçam'ın temizyüzlü, masum güzeliydi Bahar Öztan. Geçtiğimiz yıl, tekerlekli sandalyede, ağzında bir maskeyle çekilmiş fotoğrafını görene kadar hafızalarımızın gizli saklı çekmecelerindeydi... Yumurtalık kanseri olduğunu öğrendiğimizde içimiz 'cız' etti. Çünkü o geçmişimizdi, anılarımızdı... Bahar Öztan bir yıl ağır tedavi gördü. O güzel saçları döküldü. Ama yüzünde gamze çıkaran gülümsemesi hiç solmadı. İki hafta önce son kemoterapisini aldı ve tedavisi bitti. Kanseri yendi! Instagram'da oğluyla birlikte paylaştığı fotoğrafın altına "Yeni Ben" yazmıştı. Yenilenmişti. Hem de ne yenilenme... Gerçekten geçmişin, o eski gamzeli güzel gitmiş, yerine kısa beyaz saçlarıyla 2016 model bir Bahar Öztan gelmişti. Biz de bu yenilenmenin şerefine Bahar Öztan'ın evine konuk olduk. Fuşya rengi gömleğiyle ışıldıyordu adeta... Kibar, zarif ve pırıl pırıl olgun bir kadın vardı karşımda...
- Herkesin vücudunda kansere neden olan hücreler var ama harekete geçmeleri için bir duyguyla tetiklenmeleri gerekiyor. Peki siz neden kanser oldunuz?
- Güçlüyüm ama o kadar da hassas biriyim. Ama bunu belli etmem ve içime atarım. Herkesle her şeyi paylaşmam. Sanırım beni kanser yapan bunlar!
- Ailenizde kanser hikayesi var. Bir gün benim de başıma gelir diye beklediğiniz bir şey miydi?
- İnsanız her şey başımıza gelebilir. Bu nedenle düzenli biçimde, her yıl check up yaptırırım. Çok detaylı incelemeden geçerim. Ama benimki yumurtalık kanseri olduğu için çok sinsi ilerledi. Kendini göstermedi. Epey ilerledikten sonra fark ettim. İki ay ne olduğunu bulmak için uğraştık. Diğer kanser türleri kendini daha kolay belli ediyor ama yumurtalık kanseri öyle değil. Ne yapalım, böyle olması gerekiyormuş. Bu da benim sınavım. İçime attıklarım, birikimler bende böyle ortaya çıktı. Çıktı ya gerisi önemli değil...
- İki hafta olmuş son kemoterapiyi alalı... Artık tedaviniz bitti. Yeni kararlar aldınız mı hayatınıza dair?
- Yeniden doğdum. Artık kendi istediklerimi yapacağım, "Hayır" diyemediklerime "Hayır" diyeceğim. 'Aman ayıp olmasın'lar yok hayatımda. Onu kırma, bunu kırma derken kendimi kırmışım, farkında değilim. Herkes mutlu olsun istiyorum, öyle bir yapım var. Ama bu arada kendimi mutlu edememişim. Artık kendimi mutlu edeceğim. Şükürler olsun oğlum da büyüdü, 20 yaşında bir delikanlı. Bundan sonra başka bir problemim yok. Sevenlerim çok. Onların sevgisi çok etkiledi beni. Öyle bir an geliyor ki, hiç tanımadığınız bir hayranınızdan gelen bir mesaj mutluluktan uçuruyor. Böyle şeyler yaşadım bu süreçte. Toparlanmak için güç veriyor bu destek.
- İnsan böylesine hayati bir şeyi öğrendiğinde nasıl tepki veriyor?
- Tedavinin yoğun geçtiği zamanlarda hiçbir şey düşünemiyor insan. Tedavisine odaklanıyor sadece. Zaten benim yaşadığım kolay bir şey değildi, üçüncü evreydi kanserim. Epey kötü olmuştum ve büyük bir ameliyat geçirdim. Ameliyat sırasında ve sonrasında, kanser bana bir şeyler öğretiyor diye düşünmüyor insan. Acaba ne olacak, atlatabilecek miyim diye kaygılanıyor. Bir kargaşa hali yani... Hayata devam mı edeceğim, bu süreç uzun mu sürecek gibi kaygıları oluyor. Ama çok da belli edemiyorsun hislerini. Yaşadığım kötü şeyleri paylaşmayı seven biri değilim, bunu da yansıtmayı istemedim haliyle, bu benim özelimdi. Bunları ben yaşayacaktım! Çünkü etrafıma bu durumu yansıtmak moralimi bozabilirdi. Böyle davrandığım için etrafımdan da, hep beni yükselten tepkiler aldım. Sonlara doğru, bu hastalık bana ne öğretti diye düşünmeye başladım. Ne zaman ki tahlillerim yapıldı, sonuçlar sağlıklı bir bireyin ki gibi çıktı, o zaman derin bir nefes aldım. İçimde bir sevinç tomurcuğu açtı, tıpkı bir kardelen gibi.
KRİZİMİ KENDİM YÖNETTİM
- Eşiniz dostunuz da bir sınavdan geçmiştir. Sınavı geçtiler mi?
- Eşim, dostumdan yana hep şanslıydım. Çünkü kanser gibi zor bir hastalık söz konusu olduğunda, zaman zaman dostların uzaklaşırmış, aramaz sormazlarmış... Benim durumumda tam tersi oldu.
- Güçlü bir kadın mısınız?
- Ayakları üstünde tek başına durmaya alışkın biriyim. Hastalık sürecinde de bu durum devam etti. Çevremde dostlarım, arkadaşlarım ve ailem vardı ama kendi krizimi kendim yönettim, kimseye teslim olmadım. Kimsenin eline vermedim bu krizi. Farklı bir hastaydım. Doktorumun karşısına geçip, "Bana tüm gerçekleri söyleyeceksin" dedim. Çünkü bilirsem belki beyin gücümle yenecektim her şeyi...
- Beyin gücüyle hastalıkların iyileşebileceğine inanıyor musunuz?
- Tabii ki inanıyorum. Doktorumun bana yaptığı ilk konuşmayı unutmam; "Biz seninle bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta yüzde 50 oranında morale ihtiyacımız var. Birkaç önemli madde hariç canın ne istiyorsa yapabilirsin" dedi. Bu bir yıllık süreçte seyahate de gittim, istediğimi de yaptım. Moralimi yüksek tuttum.
OĞLUM HİÇBİR FİLMİMİ BAŞTAN SONA İZLEMEDİ
- Fotoğrafçımıza poz verirken gözlerimin önüne eski fotoğraflarınız geldi. Hâlâ aynı alışkanlıklar ve stil... Bu öğrenilen bir şey mi?
- Esas mesleğim fotomodellik. Ve içimde var. Yurtdışında olsaydım, çok daha farklı olurdu hayatım. İlk şampuan reklamına çıktım, ardından Başak Gürsoy ajansına istedi. Boyum uzun değil ama fotomodellik yaptım. O yıl ne kadar ürün ve marka varsa onun kapağında, afişinde ben vardım. 30'un üstünde reklamda rol aldım. O dönemlerden ismim Gamzeli Güzel diye kaldı.
- Oğlunuz o dönemlerinize şahit olmadı, nasıl anlatıyorsunuz o günleri?
- Onun için oyuncu ya da model Bahar Öztan yok, ben onun annesiyim. Tam onun aklının ereceği zamanlarda ABD'deydik. Filmlerime üstün körü bakmıştır ama baştan sona izlemedi. İnsan yakınındakinin farkına varmaz. Annesiyim diye o bölüm onu ilgilendirmiyor. Şimdi şimdi fark ediyor, "Senin ne kadar çok hayranın varmış" diyor. Bu da hoşuna gitmeye başladı.
- Artık dizilerin popüler olduğu bir dönemdeyiz... Keşke bunu ben oynasaydım dediğiniz diziler var mıydı?
- Muhteşem Yüzyıl'da kim oynamayı kim istemez?
EŞREF KOLÇAK HER GÜN ARADI
- Moralinizin dibe vurduğu anlar oldu mu?
- Hep umutla baktım, aklıma bile getirmedim. Zaten ölümden de korkmuyorum. Zaten öleceğiz! Arkamda üzüleceğim bir şey yok. Çocuğum büyüdü her şeyden önce, belki küçük olsa üzülürdüm. Tanrı yazdıysa yapacak bir şey yok!
- Bu süreçte sizi şaşırtan kişiler oldu mu?
- İki kişi inanılmaz şaşırttı. Biri Abdurrahman Keskiner, sinemadan Apo Abi'miz. O haftada üç gün arar. Bir de Eşref Kolçak... Eşref Abi ilk başlarda her gün arıyordu, sonrasında da aramaya devam etti. Bu iki isim beni çok mutlu etti ve şaşırttı. Onlar için ne yapabilirim, nasıl teşekkür edebilirim bilmiyorum. Bıkmadan moral verdiler. Allah ikisini de nazarlardan korusun. Tüylerim hâlâ diken diken oluyor isimlerini andıkça.
- Var mıydı yakınlığınız?
- Birbirimize sevgimiz var ama bir yere kadar... Belki akrabanız olsa bu kadar olmaz, zaten olmadı! Vefalılarmış...
GELECEĞİN İNSANI GİBİSİN!
- Kendinize kısa ve beyaz saçın bu kadar yakışacağını hayal eder miydiniz?
- Hiç düşünmemiştim. Herkes "Başka bir kadın olmuşsun" diyor. Önce saçlarım döküldü. Sonra çıkmaya başladılar ve beyazlar... Kimseye göstermiyordum ilk başlarda... Ancak yakın çevremdekiler biliyordu. Kız kardeşim ve oğlum "Muhteşem oldu" dedikçe iyi hissettim. Ama benim içimde şüphe vardı, ben değilmişim gibi, başka biri gibi hissediyordum aynaya baktığımda. Bir iki arkadaşım daha olumlu yorum yapınca, farklı bir gözle bakmaya başladım bu halime... Baktım hoş. Kısa tamam da, beyaz olunca tedirgin oldum. Ama sanırım daha modern. Oğlum "Anne geleceğin insanı gibisin" dedi. Onun zevkine çok güvenirim. Ona güvendim karşınıza çıktım.
- Son bir yıl sizi hep peruklu gördük. Ama en güzel haliniz bu. Siz ne düşünüyorsunuz?
- Bu hastalığa yakalandığımdan beri kendimi bukalemun gibi hissediyorum. "Saçların dökülecek" dendiğinde beklemedim, kestirdim! Çünkü çok uzun ve çok güzel saçlarım vardı. Yıllardır o kadar alışmıştım ki... Zaten saçlarımla ünlü olmuştum. Bu sektöre ilk girişim bile bir şampuan reklamıyla... Yılların alışkanlığıydı o saçlar bende. O yüzden hiç kestirememiştim. Kestirdiğimde o halimden memnundum, çok şeker olmuştu. Değişik bir Bahar oldum. Sonradan dökülmeye başladı. O zaman peruklar taktım, perukları değiştirdim. Halden hale girdim yani. En son bu halim bukalemunluğun sonu. Sadece saçlar değil aslında mesele... Gezmeyi seven, haraketli, yerinde duramayan bir kadınım. Bir yıl bağlanıp, tedavi görmem gerektiği için endişelendim. Saçlarımı da düşündüm tabii. Babam da kanser olmuştu ve dökülen saçların yerine geldiğini biliyorum ama sonuçta kadınım ve bu beni teselli etmiyor. Kadın için saç çok önemli. İster istemez buruldum. Sonrasında o kadar büyük şeyler, ameliyatlar yaşadım ki, saçın o kadar da önemli olmadığını fark ettim.
- 20 yaşında oğlunuz var. Bu hastalık onu nasıl etkiledi? -
Büyüttü. Zaten olgun bir çocuktu, daha da olgunlaştı. Neler yaşadığını elbette kendi daha iyi bilir. Zaten bana çok yansıtmadı, göstermedi hislerini. Benim gördüğüm hep moral veren, beni yükseltmeye çalışan bir çocuktu. İç dünyasında kim bilir neler yaşadı? Bu kadar serinkanlı olması mümkün değil. Patlamalar, düşüşler olmuştur eminim. Ama sonuç önemli olan, şimdi ikimiz de iyiyiz!
EN VERİMLİ ÇAĞIMDA SAHNELERİ BIRAKMAK ZORUNDA KALMIŞTIM
Fotoğrafınızı Instagram'da paylaşınız ve Yeşilçam hayranları sizi buldu... Hâlâ bu kadar çok hayranınızın olmasını neye bağlıyorsunuz? Eskiye özlem mi?
- Bizim çektiğimiz filmlerden dolayı bu güçlü hisler. Yeşilçam denilen şey gerçek bizdik. Halktı. O zaman yaşanan şeyleri çekiyorduk ve o imkansızlıklar içinde daha doğaldık. Böyle olunca sevgi de büyük oluyordu. Biz oyuncular, büyük paralar için bu işleri yapmadık. Sevgi vardı içimizde, o sevgi izleyenlere yansımış demek ki. Hâlâ bizim filmleri izleyip, bana ulaşan insanlar var. O saflık ve temizlik o bağı oluşturdu.
- O dönem için çağın önünde bir kadınmışsınız. Kapalı bir toplumda sanatçı olmak için uğraşmışsınız...
- Topluma, çevreye, her şeyden ötesi aileme karşı sürekli bir kabullendirme çabası içindeydim. O zamanki sanatçıların hiçbirinin ailesi elinden tutarak film setlerine götürmedi. Asla! Öyle bir şansımız olmadı. Bir de bununla mücadele ediyorduk, "Yaptığımız iş kötü bir iş değil, sete gel gör" diyorduk. Gerekirse yönetmenle konuşturuyorduk. Baktılar bu bir iş, sonra kabullendiler. Ama şimdi aileler çocukları sanatçı olsun diye kendileri çırpınıyor. Elinden tutup zorla sete götürüyor.
- Siz evliliğiniz süresince sektörden uzaklaştınız... Niye?
- Evlendiğimde eşim çalışmamı istemedi. 30'larımdaydım, en verimli çağımdı. Her şey oturmuştu ve çok güzeldi. İnanılmaz paralar kazanıyordum. Artık sahneye çıkmaya başlamıştım. O dönem Yeşilçam'dan para kazanılmazdı, sahneye çıkanlar kazanırdı.
- O yüzden mi sahneye çıktı oyuncular?
- O zaman halk sanatçıyı göremiyordu. Görecek platformu yoktu. Sadece sahneye çıkarsa temas edebiliyordu. Parası olan gazinoda, olmayan fuarda sanatçıyı görürdü. Aslında olay bu, halkla buluşma. Haliyle sahneye çıkmak önemliydi. Ama o kararı verip sahneye çıkmak zordu. O kararı verdiğimde Yeşilçam'da bir isimdim artık. Dersler aldım önce, hazırlandım. Sahneye çıktığımda her şey çok güzel gidiyordu ve iyi para kazanmaya başlamıştım. Evlenmeye karar verdiğimde, eşim çalışmamı istemedi. Evlenmiştik hâlâ beni ve eşimi arıyorlardı, "Son kez çıksın" diye... Küçük yaştan beri çalıştığım için bende de bir yorgunluk vardı. Sonra oğlum Yiğit dünyaya geldi. Tamamen onu büyütmeye odaklandım. İyi ki öyle yapmışım. Bir daha yaşayamayacağım tarzda, özel bir şey annelik ve ben de doya doya yaşadım. Altı yıl da ABD'de yaşadık eski eşimin işi dolayısıyla...
- Hayat hikayenize bakınca her şeyi dolu dolu yaşamış birisiniz.
- Kesinlikle öyle. Şükürler olsun.
- Gazinolarda sahne almış birisiniz, hep de o dönemler yad edilir. Neydi bu kadar büyülü olan o döneme dair?
- Gazino adabı diye bir şey vardı. Gelenler çok şık giyinirdi. Önceden rezervasyon yapılırdı. Bir çok sanatçı çıkardı. Ben o dönemin sonunu yakaladım. İlk olarak İzmir Fuarı'nda Bülent Ersoy'un kadrosunda sahneye çıktım. Gazinoda da Seda Sayan'ın solist altıydım. Seyirci sahnedekine saygı duyardı. Farklı bir atmosferdi, nezihti.
- Şimdi oyunculuğa dönme hayaliniz var mı?
- Evet istiyorum. Bu saatten sonra oyunculuktan başka bir şey yapmam, onu da keyif almak için yaparım.
- Oğlunuz ne yapıyor?
- Üniversitede işletme okuyor. Geçen sene ABD'de okumak istedi, engel olmadım ama içimde de kaldı. Sonra ne oldu, ne bitti kendi de orada okumaktan vazgeçti. İyi ki de vazgeçmiş. Bu olaylar sırasında burada olması iyi geldi.
- Yarı zamanlı Bodrum'da yaşıyorsunuz. Orada ne yapıyorsunuz?
- 1991 yılında yaptığım bir butik otelim var Bodrum'da. Bir süre ben işlettim, sonra kiraya verdim. Bir noktadan sonra harap olmuştu. Bu sene başında, kiraladım, yeniden yapıldı orası ve benim gibi sıfırdan doğdu. Orada bir yerim var yani...
- Kendinize nasıl bakıyorsunuz?
- İnanır mısınız hiçbir şey yok. Hatta sizinle röportaj için acele mi ettim dedim. Yani "Biraz kendime bakım yaptırıp mı, fotoğraf versem?" dedim. Ama kardeşim harika görünüyorsun dedi. Minyon olduğum için şanslıyım sanırım. Çok aşırı gece hayatı olan biri değilim. Yürüyüşü, yüzmeyi severim. Sağlıklı beslenmeye dikkat ederim.
- Peki ya aşk?
- Kadın her yaşta âşık olur. Oğlum eskiden beri, "Anne hayatında biri olsun ki, benim kafam rahat olsun" der. Kısmet bu işler. Önemli olan hayatta anlaşabileceğin birini bulmak. Olgunlaştıkça her konuya başka türlü bakıyorsun. Gençlikteki o kaprisler kalmıyor.